Suriye’nin modern tarihine damgasını vuran Esad Rejimi, Hafız Esad’ın 1970 yılında gerçekleştirdiği “Düzeltici Harekat” darbesiyle başlamıştır. Mart 1971’de ise Hafız Esad Suriye Devlet Başkanlığı görevini resmen üstlenmiştir.
Suriye’yi otoriter bir yönetimle idare eden Hafız Esad, 30 yıl süren yönetim döneminde yolsuzluk, adaletsizlik, insan haklarının ihlali ve demokratik hakların tamamen yok edilmesiyle Suriye halkını ağır bir baskı altına almıştır. Özellikle akıllara kazanılan en karanlık olaylardan biri de 1982 yılında yaşanan ve binlerce masum insanın hayatını kaybettiği Hama Katliamı olmuştur. Süreç içerisinde bu katliam Esad Rejimi’nin acımasızlığının ve kendi halkı üzerindeki ağır baskısını gösteren önemli bir sembol hale gelmiştir. Çünkü kadın, çocuk ve yaşlı ayrımı yapılmaksızın binlerce insanın acımasız bir şekilde öldürüldüğü bir trajedi olarak tarihe geçmiştir.
2000 yılında Hafız Esad’ın ölümü sonrasında yerine geçen oğlu Beşar Esad ise başlangıçta reform vaatleriyle umut verse de kısa süre içerisinde aynı baskıcı rejimi sürdürmüştür. Ekonomik yolsuzluklar, yoksulluk, özgürlüklerin kısıtlanması ve sosyal adaletsizlikler artarak devam etmiştir. Halk, özellikle 2011 yılında Arap Baharı etkisiyle değişim için harekete geçmiştir. 17 Mart 2011 tarihinde Dera şehrinde barışçıl protestolarla başlayan süreç, Esad Rejimi’nin sert müdahalesiyle kısa sürede silahlı çatışmalara dönüşmüş ve bu olaylar, 13 yılı aşan Suriye İç Savaşı’nın başlangıcı olmuştur.
2011-2019 yılları arasında Suriye, yoğun çatışmaların merkezi haline gelmiş, bu süreçte milyonlarca insan yerinden edilmiş ve ülke içinde hem yerel hem de uluslararası pek çok aktör sahne almıştır. İç savaş, hükümet güçleri, muhalif gruplar, radikal örgütler ve yabancı ülkelerin müdahaleleriyle giderek derinleşmiş, aynı zamanda Rusya Federasyonu (RF)’nun Esad Rejimi’ne olan askeri desteği dengeleri değiştirirken, 2014’te IŞİD’in yükselişiyle daha da karmaşık bir hal almıştır.
2019-2024 yılları arasında ise çatışmaların şiddeti belirgin şekilde azalmış, savaş daha durağan bir evreye geçmiş olsa da insani krizler devam etmiştir. Bu dönemde, taraflar arasında zaman zaman sınırlı çatışmalar yaşanmış olsa da siyasi çözüme yönelik girişimler ön plana çıkmıştır. Özellikle uluslararası toplantılar ve bölgesel güçlerin arabuluculuk çabaları, çatışmanın çözümüne dair umutları artırmıştır. Ancak bu durağanlık, kalıcı bir barış yerine bölgesel gerilimlerin gölgesinde şekillenmiş, ülkenin yeniden inşası ve mülteci sorunları gibi kritik konular çözümsüz kalmıştır.
2019’dan sonra nispeten durağanlaşan çatışmalar, 27 Kasım 2024 tarihi itibarıyla yeniden alevlenmiştir. Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm / هيئة تحرير الشام (HTŞ) önderliğindeki muhalif gruplar, ani ve tam teçhizatlı saldırılarla kuzeybatı Suriye’de hızla ilerleyerek kritik şehirleri kontrol altına almıştır. HTŞ, hızlı ve koordineli ilerleyişiyle kısa sürede Suriye’nin ikinci büyük şehri olan Halep’i ele geçirmiştir. Ardından İdlib, Hama, Humus ve Dera gibi şehirleri kontrol altına almıştır. Esad Rejimi’nin bu ilerleyiş karşısında direnememesinin önemli sebeplerinden biri de dış desteğinin zayıflaması olmuştur. Ukrayna çatışmaları nedeniyle RF, Suriye’deki askeri varlığını azaltırken, İran da yeterli desteği sağlayamamıştır. Bu durum, rejimin askeri kapasitesini önemli ölçüde azaltmıştır. Esad rejimi ise dış destekçilerinin zayıflamasıyla bu saldırılar karşısında direnç gösterememiş ve geri çekilmeye başlamıştır.
8 Aralık 2024 tarihi ise Suriye tarihinde bir dönüm noktası olarak kaydedilmiştir. Çünkü başkent Şam, HTŞ tarafından ele geçirilmiş ve Beşar Esad’ın RF’ye sığındığı açıklanmıştır. Kısa bir süre içinde Şam’ın yanı sıra diğer büyük şehirlerin de muhaliflerin kontrolüne geçmesiyle Esad rejimi tamamen çökmüştür.
Suriye’de yaşanan bu tarihi gelişmeler ise Türkiye’nin hem bölgesel hem de uluslararası politikalarını derinden etkilemiştir. Çünkü Türkiye, başından beri Suriye’de rejim karşıtı muhalif gruplara destek sağlamış ve özellikle İdlib Bölgesi’ndeki varlığı ile sahada önemli bir güç olarak yer almıştır.
Daha geniş bir biçimde ifade edersek Türkiye, Suriye İç Savaşı boyunca hem sınır güvenliğini sağlamak hem de insani krizlere müdahale etmek amacıyla çeşitli askeri ve diplomatik girişimlerde bulunmuştur. Ayrıca Suriye’nin kuzeyinde terör örgütleriyle mücadele kapsamında operasyonlar düzenlerken, aynı zamanda milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapmıştır.
HTŞ’nin ilerleyişi ve Esad rejiminin çöküşü ise tüm süreç boyunca kritik bir aktör olan Türkiye’nin sınır güvenliği politikalarını doğrudan etkileyecek bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Bu sebeple Türkiye’nin hem bölgedeki istikrarsızlık hem de muhalif grupların artan etkisi nedeniyle diplomasiye öncelik vermesi beklenmektedir. Bölgede kalıcı bir barışın sağlanması için uluslararası aktörlerle iş birliği yapmak, muhalif gruplar arasında uzlaşı sağlanmasına destek olmak ve bölgedeki insani krizleri hafifletmek adına atılması gereken elzem adımlardır.
Sonuç
Sonuç olarak Esad Rejimi’nin çöküşüyle birlikte Suriye’de yeni bir sayfa açılmış gibi görünse de bu durum ülkede uzun yıllar sürecek bir yeniden yapılanma sürecinin başlangıcını da temsil etmektedir. Bu süreçte hiç şüphesiz diplomasi ve uluslararası iş birliği, Suriye’nin geleceğini şekillendirmede kilit rol oynayacaktır.
Türkiye’nin izleyeceği aktif dış politika ve diplomasi ise hem kendi sınır güvenliği hem de bölgesel istikrar açısından kritik önem taşımaktadır. Çünkü Suriye’nin geleceğine dair belirsizlikler sürerken, Türkiye’nin bu süreçteki rolü yalnızca Suriye ile sınırlı kalmayıp, Orta Doğu’daki güç dengelerini de etkileyebilecektir. Her senaryonun mümkün olduğu bu dönemde, Suriye halkı için kalıcı barış umutları hâlâ belirsizliğini korurken, Suriye için yeni bir başlangıç mı, yoksa daha derin bir kriz mi yaşanacağını bize zaman gösterecektir.
Fotoğraf: Anadolu Ajansı