Gürcistan, Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını kazandığı günden bu yana Avrupa-Atlantik entegrasyonu hedefini ulusal stratejisinin merkezine yerleştirmiş bir ülke olarak dikkat çekmektedir. Ancak son yıllarda yaşanan gelişmeler, bu hedefin giderek aşındığını ve Tiflis’in Batı ile Rusya arasında sıkışmış bir dış politika sarmalına girdiğini göstermektedir.
4 Ekim 2025 yerel seçimleri sonrası yaşanan protestolar ve sert polis müdahaleleri, Gürcü Rüyası Partisi iktidarının demokratik standartlardan uzaklaştığı yönündeki eleştirileri derinleştirirken, ülkenin Avrupa Birliği (AB) yolculuğunda ciddi bir kırılma noktasına işaret etmektedir. Bu bağlamda Gürcistan’daki kriz, iç siyasetle sınırlı kalmayıp Güney Kafkasya’daki güç dengeleri ile bölgesel jeopolitik rekabet üzerinde de önemli etkiler yaratabilecek niteliktedir.
Seçim sonrası protestolar
4 Ekim 2025 yerel seçimleri, Gürcistan’ın demokratik kurumlarına duyulan güvenin en zayıf halkasını oluşturmuştur. Muhalefet partilerinin boykot kararı ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ile Avrupa Parlamentosu gibi Batılı gözlemcilerin seçim sürecine katılmaması, seçimlerin meşruiyetini baştan tartışmalı hale getirmiştir. İktidardaki Gürcü Rüyası Partisi’nin oyların büyük kısmını alarak zaferini ilan etmesi, muhalefetin uzun süredir dile getirdiği “otoriterleşme” ve “Rusya’ya yönelme” eleştirilerini yeniden alevlendirmiştir.
Seçim sonrası Tiflis sokaklarını dolduran on binlerce protestocu, yalnızca seçim sonuçlarını yanı sıra son yıllarda giderek daralan demokratik alanı da hedef almıştır. Halkın Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na yürüyüşü, iktidarın demokratik meşruiyetini sorgulayan bir tepkinin sembolü haline gelmiştir. Ancak güvenlik güçlerinin orantısız müdahalesi, tazyikli su ve biber gazı kullanımı, yönetimin protestolara verdiği cevabın “güvenlikçi” bir anlayışa dönüştüğünü göstermektedir. Bu durum, demokratik taleplerin bastırıldığı, katılım kanallarının daraldığı bir siyasal atmosfer yaratmıştır.
Başbakan Irakli Kobakhidze’nin protestocuları “yabancı ajanlar” olarak nitelendirmesi, hükümetin dış destekli istikrarsızlık söylemine sarıldığını göstermektedir. İktidar, protestoları AB ve Batı yanlısı çevrelerin kışkırttığı iddiasıyla iç siyasette “dış müdahale” algısı oluşturmakta, böylece hem muhalefeti itibarsızlaştırmakta hem de tabanını konsolide etmektedir.
Toplumsal düzeyde ise “Batı yanlısı reformcular” ile “egemenlikçi muhafazakârlar” arasındaki kutuplaşma belirginleşmiştir. Özellikle genç nüfusun AB üyeliği ve demokratikleşme talepleri etrafında mobilize olması, toplumsal değişim talebinin aşağıdan yukarıya doğru ivmelendiğini göstermektedir. Buna karşın kırsal kesimlerde ve geleneksel değerleri öne çıkaran seçmen gruplarında Rusya ile yakın ilişkileri savunan, Batı’ya şüpheyle yaklaşan bir tutum güç kazanmaktadır. Bu yönelimsel ayrışma, Gürcistan’da siyasal krizlerin artık yalnızca seçim sonuçlarıyla değil, kimliksel ve ideolojik düzeyde de derinleştiğine işaret etmektedir.
Dolayısıyla Gürcistan’daki durum, klasik anlamda bir “seçim sonrası huzursuzluk” olmanın ötesine geçmiştir. Bu kriz, demokratik kurumların zayıflaması, yargı ve medya üzerindeki baskıların artması, sivil toplumun marjinalleştirilmesi ve sokak hareketlerinin kriminalize edilmesiyle karakterize edilen yapısal bir dönüşüm sürecine evrilmiştir. Uzun vadede bu resim, Gürcistan’ı AB üyeliği hedefinden uzaklaştırmakla kalmayacak, Güney Kafkasya’daki demokratik istikrarın kırılganlığını da artıracaktır.
Jeopolitik sıkışmışlık ve denge arayışı
Gürcistan’da yaşanan son gelişmeler, iç siyasetteki kutuplaşmanın ötesinde Güney Kafkasya’da güç dengelerinin yeniden şekillendiği bir dönemi yansıtmaktadır. Rusya-Ukrayna Savaşı’nın etkisiyle bölge, küresel rekabetin “ikinci cephelerinden” biri haline gelmiştir. Bu süreçte Gürcistan, Batı’nın demokrasi ve reform eksenli beklentileri ile Rusya’nın tarihsel nüfuz alanı arasında hassas bir denge kurmaya çalışmaktadır. Lakin bu çaba, ülkeyi hem dış politikada hem de iç siyasette kırılgan bir pozisyona sürüklemektedir.
Tiflis yönetimi, Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşme hedefini sürdürdüğünü resmi söylemlerinde vurgulasa da pratikte bu yönelim giderek yavaşlamaktadır. AB üyelik sürecinin askıya alınması, Brüksel ile ilişkilerde güven bunalımına yol açmış; ABD’nin bölgeye yönelik önceliklerini Doğu Avrupa’dan Orta Asya’ya kaydırması ise Gürcistan’ı jeopolitik anlamda yalnızlaştırmıştır. Bu durum, Gürcü Rüyası Partisi’nin Rusya ile ekonomik ilişkileri koruma yönündeki pragmatik politikalarını daha görünür hale getirmiştir. Ancak Moskova’nın Gürcistan üzerindeki tarihsel etkisi, Tiflis’in manevra alanını daraltmakta; ülke, “Batı’dan uzaklaşmadan Rusya’yı karşısına almama” ikilemiyle karşı karşıya kalmaktadır.
Gürcistan’ın bu “stratejik muğlaklık” politikası kısa vadede denge unsuru olarak görünse de uzun vadede ciddi dış politika riskleri doğurmaktadır. Batı başkentlerinde Gürcistan giderek “istikrarsız ve güvenilmez ortak” olarak algılanırken, Moskova’da da “tam anlamıyla hizaya girmeyen” bir aktör olarak değerlendirilmektedir. Bu ikili güvensizlik, Tiflis’in hem ekonomik hem diplomatik izolasyon riskini artırmaktadır. Özellikle AB’nin Gürcistan vatandaşlarına yönelik vizesiz seyahati askıya alma olasılığı, bu sürecin toplumsal yansımalarını daha da derinleştirebilir.
Güney Kafkasya özelinde bakıldığında, Gürcistan’ın jeopolitik sıkışmışlığı sadece dış politikayla sınırlı değildir. Azerbaycan’ın Zengezur Koridoru ve enerji diplomasisi üzerinden bölgesel ağırlığını artırması, Ermenistan’ın ise Batı ile yakınlaşma arayışına girmesi, Gürcistan’ı yeniden tanımlanan bir rekabet hattının tam ortasında bırakmaktadır. Bu bağlamda Tiflis’in hem enerji hatları hem ulaşım koridorları açısından stratejik bir geçiş noktası olma niteliği, ülkeyi aynı zamanda jeopolitik baskıların hedefi haline getirmektedir.
Türkiye açısından da Gürcistan’daki durum önem arz etmektedir. Ankara, Bakü üzerinden Hazar havzasına uzanan enerji ve lojistik hatlarının güvenliği bakımından Gürcistan’ın istikrarına özel önem atfetmektedir. Dolayısıyla Tiflis’te yaşanacak uzun süreli siyasi istikrarsızlık, Gürcistan’ın AB süreciyle birlikte Türkiye’nin Transkafkasya’daki ekonomik ve güvenlik vizyonunu da etkileyebilecek potansiyele sahiptir.
Gürcistan, bugün Doğu ile Batı arasındaki yön arayışında tarihinin en kırılgan dönemlerinden birini yaşamaktadır. Ülkenin karşı karşıya olduğu bu jeopolitik sıkışmışlığı sadece dış baskılara atfetmek doğru olmayacaktır; bu durum içerdeki meşruiyet krizinin de bir sonucudur. Tiflis yönetimi, bu karmaşık denklemi çözebilmek için diplomatik dengeyle birlikte toplumsal uzlaşı inşa etmek zorundadır. Aksi halde Gürcistan, Güney Kafkasya’daki yeni güç yapılanmasının edilgen bir unsuru haline gelebilir.
Fotoğraf: Anadolu Ajansı