Blog Yazılarımız

TUDPAM | Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi > Analizler > Türkiye’nin Güç Arayışı ve Savunma Sanayisi: Ofansif Neorealizm Üzerinden Değerlendirme

Türkiye’nin Güç Arayışı ve Savunma Sanayisi: Ofansif Neorealizm Üzerinden Değerlendirme

Ahmet YETEN

Güvenlik & Jeopolitik Analist

Güç rekabetinin arttığı bu yeni dönemde uluslararası aktörlerin güvenlik ve istikrarının korunması her zamankinden daha fazla ön plana çıkmaktadır. Ofansif neorealizmin ortaya koyduğu perspektif, bu rekabeti anlamada önemli bir çözümleyici araç sunmaktadır. John J. Mearsheimer için devletler arasındaki rekabet, klasik realistlerin iddia ettiğinin aksine insan doğasından değil, uluslararası sistemin anarşik yapısından kaynaklanmaktadır. Devletler üstü bir dünya devletinin, yani uluslararası arenada devletler üstü bir normun olmayışının uluslararası sistemin yapısını anarşiye götürdüğü, bu anarşinin de beraberinde devletlerarası rekabeti arttırdığı savunulmaktadır Anarşi düzeninde devletlerin bekaları için birbirlerine güvenmesi ve diğer aktörlerin davranışlarını iyi niyet çerçevesinde okuması, ütopik bir bakış açısıdır. Dolayısıyla neorealist bakış hiçbir devletin mutlak güvenliği sağlayamayacağı görüşünü temele almaktadır.

Türkiye’nin özellikle 2015 sonrası izlediği savunma ve dış politika stratejileri ile birlikte güvenlik algısı bu teorik yaklaşım ile yakın benzerlikler göstermektedir. Nitekim savunma sanayisindeki gelişimi yalnızca teknolojik bir sıçrama değildir. Bölgesel krizlere proaktif yaklaşım, uluslararası arenada Türkiye’nin mevcut konumunu güçlendirme ve daha geniş ölçekte Türkiye’nin güvenlik kültürünün tezahürüdür. Çünkü bu durum Türkiye’yi askerî kapasitede geliştirmekte kalmamış, aynı zamanda diplomasi masasında elini güçlendirmiş, bölgesel nüfuzunu olumlu yönde etkilemiş ve caydırıcılık seviyesini de yükseltmiştir.

Türkiye’nin Konumu ve Güvenlik İkilemi

Mearsheimer’ın ofansif yaklaşımına göre devletlerin amacı güçlerini artırmak ve çıkarlarını korumaktır. Dolayısıyla devletlerin güç elde etme amaçlarını bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Öyle ki uluslararası sistemde yalnızca en güçlü olan devletler kendi çıkarlarını ve siyasal varlıklarını garanti altına alarak koruyabilir. Bu durum, devletlerin savunma alanında atılımlar yapmasına ve özellikle silah sanayisinde dönemin şartlarını karşılayacak araçların üretimi adına yatırımlar yapmasına yol açmaktadır. Devletler için uluslararası arenada güçlü olmanın yolları ekonomi, diplomasi ve askerî araçlar olarak değişkenlik göstermektedir. Özellikle savunma sanayisi yatırımları, silah sanayisinin güçlendirilmesi ve elde edilen gücün dış politikada aktif olarak kullanılması, hegemon olmanın ve ülkenin bekasını korumasının öncelikli yollarından biridir.

Türkiye’nin özellikle bölgesel ve küresel alanlarda uluslararası sistemdeki varlığını güçlendirme isteği ve bu istek doğrultusunda ortaya çıkan uluslararası operasyonları (Kıbrıs, Suriye, Libya, Karabağ vb.) göz önüne alındığında dış politikasını en iyi şekilde açıklayan teorilerin başında ofansif neorealizm gelmektedir. Ofansif neorealizmin vurgu yaptığı “Daha fazla güce ihtiyacımız var hegemon olmak için, kendimizi korumak için.” anlayışı Türkiye’nin dış politika adımlarını açıklamakta ön plana çıkmaktadır. Öyle ki Türkiye, ülkesinin bekasını tehdit eden ya da etme ihtimali söz konusu olan uluslararası sorunları savunma sanayisi üzerinden elde ettiği güç yoluyla önlemeye çalışmaktadır. Nitekim ofansiflerin vurguladığı “kendimizi korumak için” anlayışını açıklamaktadır. Bekalarını korumak ve sürdürebilmek için ise sistemdeki en güçlü aktör olmak yani hegemon olmak zorundalardır.

Burada dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de hegemon olma çabası için atılacak her adımın, bölgedeki gerginliği artıracağı görüşüdür. Öyle ki hegemon olmak için atılacak adımlar diğer devletlerde güvenlik kaygısı oluşturacağı varsayımıyla birlikte ofansif yaklaşımları besleyeceği görüşü göz ardı edilmemelidir. Örnek vermek gerekirse Türkiye’nin gücünü arttırma isteği Yunanistan tarafından tehdit olarak algılanmakta ve aynı şekilde Yunanistan’ın da güç arttırma yoluna gitmesine neden olmaktadır. Ofansiflere göre devletler, diğer devletlere oranla kendi ulusal güçlerini maksimize etmenin peşindedirler. Bunun yolu da pek çok devlet özelinde incelendiğinde savunma sanayisi üzerinden geçmektedir. Ülkeler her ne kadar ekonomi, diplomasi, eşitlik, hak ve özgürlükler gibi kavramlara vurgu yapsalar da aslında en öncelikli alanları son teknoloji ile silahlanma ve ordularını bu ölçütlerde geliştirmektir. Öyle ki Türkiye özelinde ele alındığında Türkiye’nin caydırıcılık düzeyinin ve eylem potansiyelinin çoğalmasına ve bunlara bağlı olarak uluslararası sistem içerisindeki etki oluşturma kapasitesinin yükselmesine sebebiyet vermiştir. Türkiye’de bu minvalde gücü bölgesinde ve küresel anlamda hegemon olmak için bir amaç olarak görmekte bu amaca hizmet eden ana aracı da savunma sanayisi olarak belirlemektedir.

Bu kapasite artışı Türkiye’yi bölgede yalnızca savunmacı bir aktör olmaktan çıkararak gerektiğinde inisiyatif alma kabiliyeti sağlayan bölgesel güç konumuna taşımıştır.

Savunma Sanayisinin Dış Politika Üzerindeki Etkisi

Sadece askerî gücü değil, diplomatik ağırlığı da artırmaktadır.

  • Suriye’nin yapısı,
  • Irak’taki güç boşlukları,
  • Doğu Akdeniz’de ve Libya,
  • Yunanistan’ın silahlanma stratejileri,
  • Ukrayna Savaşı ile birlikte oluşan NATO-Rusya karşılaşması

Bu örnekler göstermektedir ki Türkiye’nin amacı bekasını korumak üzerinedir. Bu koruma refleksi askerî kapasitenin arttırılması üzerinedir. Bu, tam olarak ofansif neorealist davranış kalıbıdır. Türkiye’nin son yıllardaki askerî davranışları incelendiğinde askerî müdahaleler konusunda proaktif bir yaklaşım benimsediği söylenebilir. Bunun nedenlerinden biri olarak savunma sanayisinde yaşanan yerli ve millî başarıların Türkiye’nin askerî gücünü yansıtması hususunda etkin bir rol oynadığı söylenebilir. Türkiye’nin bölgesel bir güç ve küresel ölçekte etkili bir aktör olma yönündeki stratejisi askerî müdahaleler ile birbirini tamamlamaktadır. Bu sebeple aktif bir dış politika benimseyen, bölgesinde ve küresel ölçekte etkin bir aktör olmak isteyen Türkiye’nin bu stratejisini gerçekleştirmek için kullanacağı araçlardan biri olan askerî gücün de proaktif bir şekilde hareket etmesi ve müdahaleler yapması gerekmektedir. Bir ülkenin gerek bölgesinde gerekse uluslararası arenada önemli bir aktör olmasının yolu politik güç ile ölçülse de söz konusu politik gücün mutlak bir biçimde askerî güç ile desteklenmesi gerekmektedir. Eski SSB Başkanı Prof. Dr. İsmail Demir verdiği bir röportajda askerî müdahalelerin gerekliliğine vurgu yaparak, “İrade ve kararlılık, ‘Hard Power’ denilen güçle desteklenmeli.” sözüyle askerî güç ve dış politika arasındaki bağı vurgulamaktadır. Bu aktifliğin nedenleri arasında Türkiye’nin son 10 yılda yapmış olduğu atılımların, özellikle askerî güç sistemlerinin üretilmesi ve modernizasyonu işlemlerinde etkin rol oynaması olduğu söylenebilir.

Sonuç ve Değerlendirme

Türkiye, savunma sanayisi atılımları yaparak askerî gücünü artırmak istemekte ve bu güç ile politik gücünü yönlendirmektedir. Türkiye’nin bu davranışı ofansif neorealizm ile açıklanabilir. Nitekim ofansif neorealizm, uluslararası alandaki güç açıklama, bu gücün ne şekilde geliştirileceği ve kullanılacağını belirlemede ve ülkelerin güç elde etmesindeki amacını açıklama hususunda ön plana çıkmaktadır. Türkiye özelinde ele alındığında Türkiye’nin dış politikada attığı adımlarda göstermiş olduğu tavır ve politikalar göz önünde bulundurulduğunda ofansif teorinin Türkiye’nin mevcut durumunu en iyi şekilde açıklayan teori olarak görmek yanlış olmayacaktır. Nitekim Türkiye, gerek bölgesinde gerek küresel alanlarda göstermiş olduğu politikalara ve attığı adımlara yönelik gelen eleştirilere “güvenliğinin tehdit edildiğini, bu tehdidi önlemek adına bu adımları attığını, ayrıca Türkiye’nin güçlenmesinin uluslararası bir tehdit değil aksine bekasını ve uluslararası haklarını korumak için atılan adımlar” olduğunu vurgulaması ofansiflerin vurguladığı anlayış ile örtüşmektedir.

Fotoğraf: Anadolu Ajansı

Webinara
Kayıt Ol !

Son 2 Gün