Blog Yazılarımız

TUDPAM | Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi > Analizler > Atatürk Dönemi Dış Politikası Hakkında Genel Bir Değerlendirme

Atatürk Dönemi Dış Politikası Hakkında Genel Bir Değerlendirme

Umut AYGÜN        

Çukurova Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler

Giriş
Atatürk döneminde uygulanan dış politika (1920-1938) gerek millî mücadele döneminde gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında önemli bir yere sahip olmuştur. Atatürk döneminde uygulanan dış politikasının temel ilkeleri: Tam bağımsızlık, barışçıl tutum, akılcı ilkeler ve başarılı bir şekilde uygulanan denge politikasıdır. Atatürk dış politikasının uyguladığı denge politikasının 19. ve 20. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nun uyguladığı dış politikadan iki temel farkı vardır.

İlk olarak Atatürk’ün uyguladığı denge politikasının, Osmanlı İmparatorluğu’nun uyguladığı denge politikasından farkı, düzenli ve donanımlı bir ordu ile desteklemesidir. Atatürk döneminde uygulanan dış politikanın diğer bir farkı da savaş diplomasisi uygulaması olmuştur. Bu durum, savaşarak alınan toprakların iyi bir diplomasi ile destekleyip, alınan toprakları sağlama almasıdır. Böylece hem orduyu geliştirip güçlendirecek zamanı hem de diplomasi ve savaş ile alınan topraklar sayesinde düşman gücü zayıflatılmıştır.

Millî Mücadele Döneminde Türk Dış Politikası

Bu dönemde Erzurum, Sivas ve Erzurum kongrelerinde belirlenen ana hatlar çerçevesinde Türk dış politikasının temelleri atılmıştır. Ana hedef, Misakımillî politikasına uluslararası destek ve maddi kaynak sağlamak olmuştur. Dönemin koşulları içinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentinde ve Ankara’da iki ayrı hükûmet bulunmaktaydı. Bununla birlikte, siyasi rekabetin yanı sıra diğer ayrılıklar da mevcuttu. Ankara Hükûmeti, Sovyetler Birliği ile askeri ve siyasi anlamda “İş birliği ve Denge Politikası” uygulamıştır. Bu politika doğrultusunda Sovyetler Birliği, Ankara Hükûmeti’ne maddi destek ve silah yardımında bulunmuştur. Bu yardım karşılığında, Mustafa Kemal Paşa, Resmi Türkiye Komünist Partisi’ni kurarak bir jestte bulunmuştur. Ayrıca 1920’de Gümrü Barışı ile Ermenilerle anlaşma sağlanmış ve Türk Büyük Millet Meclisi (TBMM) Londra Konferansı’na davet edilmiştir.

Sovyetler Birliği ile yapılan 1921 Moskova Antlaşması, Sovyetler’in TBMM’ni desteklemesiyle sonuçlanmıştır. Kars Antlaşması ile çok uluslu ilişkiler düzenlenmiş ve Sakarya Zaferi’nin ardından Fransa, TBMM’nin başarısını gözlemleyerek Ankara Antlaşması’nı imzalamıştır. Millî mücadelenin sonunda, Osmanlı Devleti tasfiye edildi ve Misakımillî sınırları içinde cumhuriyet kurularak dünya tarafından tanınmıştır. Bu dönemde dış politikada yapılmış olan önemli anlaşmalar/mütarekeler şunlardır:

Misakımillî
Mustafa Kemal Paşa’nın destekçileri, İstanbul’daki Meclis-i Mebusan içinde “Felâh-ı Vatan” adında bir grup oluşturmuştur. Bu grup, Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti ile ilişkiliydi. Meclis-i Mebusan, Erzurum ve Sivas kongrelerinde kabul edilen barış şartlarını öngören Misakımillî’yi kabul etmiştir. Buna göre, Arapların çoğunlukta yaşadığı Osmanlı toprakları ve Mondros Mütarekesi sırasında işgal edilen bölgeler Türklere geri verilecektir. Ateşkes hudutlarındaki Müslümanların (Türkler ve Kürtler) yaşadığı bölgeler bir bütün olarak korunacaktır. Bu kabul, İstanbul Hükûmeti’ni endişelendirmiş ve İtilaf Devletleri’ni kızdırmıştır. Türkler, tam bağımsızlık talep ederek asgari haklarını istemiştir.

Mondros Mütarekesi

Birinci Dünya Savaşı’nın müttefiklerinin mağlubiyeti sonucunda, Osmanlı İmparatorluğu 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzalamak zorunda kalmıştır. Bu antlaşma, diğer müttefiklere göre daha hafif yaptırımlar içerse de gerçekte imparatorluğun tarihten silinmesine neden olmuştur. Galip devletler, antlaşmanın hükümlerine dayanarak Musul, İskenderun, İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nı işgal etmiştir. Mustafa Kemal Paşa, antlaşmanın sonuçlarını öngörerek itiraz etmiştir.

Sevr Antlaşması

Mondros Mütarekesi sonrasında yaşanan işgallerin ardından, Osmanlı Hükümeti barış arayışına girmiş ve İtilaf Devletleri’nin Paris’teki barış müzakerelerine temsilciler göndermiştir. 10 Ağustos 1920’de, son padişah Vahdettin Hükûmeti’nin gönülsüzce kabul ettiği Sevr Antlaşması ile İtilaf Devletleri’nin planları belirlenmiştir. Antlaşmaya göre İstanbul’daki Osmanlı hükümdarlığı devam edecekti ancak Boğazlar’ın kontrolü uluslararası bir komisyona bırakılacaktı. İzmir ve çevresi beş yıl süreyle Yunanistan’a verilecek, Doğu Trakya Yunanistan’a bırakılacak ve Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan Devleti kurulacaktı. Sevr Antlaşması, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmadığı için hiçbir zaman yürürlüğe girmemiştir.

Mudanya Mütarekesi

Başkomutanlık Meydan Muharebesi sonrasında, Yunan ordusu yenilince İtilaf Devletleri savaşı durdurmak ve Türklerle masaya oturmak için Mudanya’da bir konferans düzenlemiştir. Türkiye’yi, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa temsil etti ve uzun görüşmeler sonrasında mütareke 11 Ekim 1922’de imzalanmıştır. Mütarekeye göre, Türkiye ve Yunanistan arasındaki silahlı çatışma sona ermiş; Doğu Trakya Türkiye’ye bırakılmıştır. İnönü, bu mütarekeyi Trakya’nın geri alınmasında “tek bir kurşun dökmeden” elde edilen önemli bir başarı olarak görmüştür.
1923 – 1932 Dönemi Türk Dış Politikası

Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu resmen feshedilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti resmen kurulmuştur. Bu dönemki dış politika Atatürk inkılapları ve Misakımillî politikasına uygun bir şekilde gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu dönemin en önemli gelişmelerinden biri dönemin başvekili İsmet Paşa’nın (İsmet İnönü) TBMM’yi temsilen katıldığı Lozan konferansıdır. İsmet Paşa sayesinde, Lozan Konferansı büyük ölçüde Türkiye Cumhuriyeti lehine sonuçlanmasına rağmen yeni kurulan Cumhuriyetin tüm sorunları Lozan’da çözülmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Lozan Barış Antlaşmasında çözemediği ve Cumhuriyet hükûmetlerinin dış politikasını meşgul eden sorunlar şunlardır:

Musul Sorunu

Musul, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından 1920 yılında İngilizler tarafından işgal edilmiştir. Ancak bölgenin kaderi henüz belirlenmemişti. Musul, petrol rezervleri açısından stratejik bir öneme sahip olmakta ve Türkiye ile İngiltere arasında ciddi anlaşmazlıklara yol açmaktaydı. 1925’te Musul’da yerel Kürt aşiretleri, İngiliz işgaline karşı isyan etmiştir. Bu isyan, Türklerin de desteğiyle Musul’un Türk topraklarına katılmasını savunmaktaydı. Türkiye Cumhuriyeti ve İngiltere, Ankara Antlaşması’nı (1926) imzalayarak iki ülke arasındaki sorunların barışçıl yollarla çözülmesini amaçlamışlardır. Ancak Musul konusunda herhangi bir anlaşmaya varılamamıştır. 1927’de ise Milletler Cemiyeti, Musul’un geleceğini belirlemek üzere bir komisyon oluşturulmuştur. Bu komisyon bölgenin geleceği konusunda bir öneri hazırlamıştır. Milletler Cemiyeti, Musul’un geleceğini belirlemek üzere bir referandum (1932 Musul Referandumu ) yapılmasına karar vermiştir. Referandum sonucunda, halkın büyük çoğunluğu Musul’un Irak’a ait olmasını tercih etmiştir.  Bu durum, Türk-İngiliz ilişkilerini olumsuz etkiledi ancak her iki ülke de barışçıl bir çözümü tercih etmiştir. Bu dönem, Türk dış politikasının şekillenmesinde önemli bir aşamaydı. Musul Sorunu, Türkiye’nin uluslararası alanda tanınmasının ve sınırlarının belirlenmesinin bir parçası olarak dönemin en önemli diplomatik meselelerinden biriydi.

Nüfus Değişimi Sorunu

Türk-Yunan ilişkilerindeki sorunların başında, Türk ve Yunan nüfusunun mübadelesi gelmekteydi. Bu, 1923-1932 yılları arasında Türk ve Yunan ilişiklerindeki en dikkat çekici ve önemli sorunlardan biriydi. Antlaşma gereği Türkler Yunanistan’dan, Yunanlar ise Türkiye’den kendi vatandaşlarıyla birlikte ayrılmışlardır. Bu değişim süreci, her iki ülkenin de kendi topraklarındaki etnik dengeleri değiştirmesine yol açmıştır. Ancak bu sürecin insan hakları açısından bazı tartışmaları da beraberinde getirdiği unutulmamalıdır. Lozan Antlaşması’nın bir diğer önemli noktası da azınlıkların haklarına dair maddeleri içermesidir. Türkiye ve Yunanistan’daki azınlıkların hakları ve korunmaları, bu dönemde ciddi bir konu haline gelmiştir. Her iki ülke, kendi topraklarındaki azınlıkların haklarını güvence altına almak için çeşitli yasalar ve düzenlemeler yaparak bu sorunu çözmeye çalışmıştır. Bu dönemde, Türk ve Yunan hükûmetleri arasında diplomatik ilişkiler de gelişmiştir. İki ülke ortak çıkarlar doğrultusunda iş birliği yaparak bölgesel istikrarı sağlama yolunda adımlar atmıştır. Ayrıca bu dönemdeki diplomatik temaslar, iki ülkenin uluslararası alandaki statülerini güçlendirmelerine de katkıda bulunmuştur. Nüfus değişimi sorununun çözümü, bölgesel istikrarın sağlanması ve iki ülkenin uluslararası alandaki itibarının artırılması açısından kritik bir dönemdir. Lozan Antlaşması, bu sürecin temelini atmış ve iki ülke arasında uzun süreli bir barışın temellerini atmıştır. Bu dönemin olayları, bugün bile Türk-Yunan ilişkilerinin temelini oluşturmaktadır ve tarih boyunca yaşanan bu dönem, her iki ülkenin de geçmişlerinde önemli bir yer tutmaktadır.
Yabancı Okullar, Borçlar ve Diğer Sorunların Çözümü

Bu dönemdeki diplomatik temaslar, eğitim alanındaki gelişmeler ve ekonomik meseleler, Türk-Fransız ilişkilerinin temelini oluşturmuştur. Bu dönemde Türk-Fransız ilişkileri, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasının ardından olumlu bir seyir izlemiştir. Lozan Antlaşması, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin temelini atmış ve Türk devletinin uluslararası alanda tanınmasına büyük katkıda bulunmuştur.

Yabancı okullar meselesi, bu dönemin önemli konularından biridir. Türkiye’deki yabancı okulların statüsü ve faaliyetleri hem Türk hem de yabancı yetkililer arasında tartışılan bir mesele olmuştur. Türk hükûmeti, eğitim alanındaki faaliyetleri düzenlemek ve denetlemek amacıyla çeşitli yasalar ve düzenlemeler yapmıştır. Tevhid-i Tedrisat Kanunu) Bu, Türk eğitim sisteminin ulusal bir kimlik kazanmasına yönelik bir adımdır.

Ekonomik meseleler de bu dönemin dikkat çeken konularındandır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerindeki borçlar ve ekonomik sorunlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında da devam etmiştir. Bu dönemde Türk hükûmeti, uluslararası alacaklılarla görüşmeler yaparak borçların yeniden yapılandırılması ve ödenmesi konularında çeşitli anlaşmalar yapmıştır. Türk-Fransız ilişkileri, bu dönemde kültürel ve bilimsel alanlarda da önemli gelişmeler yaşamıştır. İki ülke arasında kültürel değişim programları ve bilimsel iş birlikleri başlamış, bu da karşılıklı anlayışın artmasına katkıda bulunmuştur.1923-1932 dönemi, Türk-Fransız ilişkilerinin temellerini atmış ve iki ülke arasındaki dostane ilişkilerin gelişmesine olanak sağlamıştır. Bu dönemdeki diplomatik, ekonomik ve kültürel temaslar, günümüzde hâlâ Türk ve Fransız ilişkilerinin temelini oluşturmaktadır. Bu süreç ayrıca her iki ülkenin de tarihinde önemli bir yer tutmaktadır ve o dönemde yaşanan gelişmeler bugün bile uluslararası ilişkilerin anlaşılmasında önemli bir referanstır.

Türkiye Cumhuriyeti ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) İlişkileri

Türkiye Cumhuriyeti ve SSCB ilişkileri diğer batı devletleri ilişkilerine kıyasla daha olumlu bir şekilde başlamıştır. Millî mücadele döneminde SSCB’nin Ankara yönetimine yaptığı para ve silah desteği ile başlan Türkiye Cumhuriyeti ve SSCB ilişkileri, SSCB’nin batı devletlerinden faklı bir rejim (komünizm) benimsemesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikada denge politikası uygulamasında etkili olmuştur. Ayrıca SSCB ideolojik olarak da Türkiye Cumhuriyeti’ni etkilemek istemiş fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ideolojisi (Atatürk ilke ve İnkılapları) komünizm ve benzeri oluşumlara karşı olması sebebiyle Türkiye Cumhuriyeti ve SSCB ilişkilerinin normal seyrini engelleyici olmuştur. Buna rağmen 1923-1932 arası dönemde Türk dış politikası ve diplomasisinde Sovyetler birliği önemini korumuştur.
1932 – 1938 Dönemi Türk Dış Politikası

Bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti İlişkileri millî mücadele döneminden beri dış politikada gösterilen çabalar meyvesini vermeye başlamış, 1929 ekonomik krizine rağmen Türkiye Cumhuriyeti, “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesine uygun olarak yaşanan bunalımları çözme uygulamasına gitmiştir. Türkiye Cumhuriyeti uluslararası arenada tanınmış ve saygı görmüştür. Bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti gerek bölgesel gerekse uluslararası arenada etkinliğini artırmak için bölgesel ve uluslararası örgütler kurmuş veya örgütlere katılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasında bu dönemde gerçekleşen önemli gelişmeler şunlardır:

Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne (Cemiyet-i Akvam) Katılması

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne katılmasıyla başta İngiltere olmak üzere Avrupa’nın ilgisini çekmiştir. Ancak örgütün İngiltere’nin denetiminde olması ve Türkiye’nin aleyhine kararlar alması, başta Sovyetler Birliği olmak üzere bazı ülkelerin sıcak bakmamasına neden olmuştur. Türkiye, 1932’de Silahsızlanma Konferansı’nda resmi olarak MC üyeliğini talep etmiştir. Milletler Cemiyeti Konseyi’nin 1932 tarihli oturumuyla Türkiye, 43 devletin ittifakıyla Milletler Cemiyeti ‘ne üye olmuştur. Bu üyelik, Balkanlarda iş birliğini artırdı ve Sovyetler Birliği’nin sonradan üyeliği ile tamamlanmıştır. Türkiye, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesini benimseyerek barışı korumayı amaçlayan Milletler Cemiyeti’nden ayrı kalamazdı. Ancak İngiltere ve Fransa’nın tutumu ve Sovyetler Birliği’nin itirazı nedeniyle bu üyelik uzun süre gerçekleşmemiştir. Musul sorununun çözümü, Türkiye için önemli bir dönüm noktasıydı ve İngiltere’nin rahatlamasına neden olmuştur. Türkiye, Musul meselesinin aleyhine sonuçlanmaması için Milletler Cemiyeti’ne üye olmayı istemiştir. Sonunda Türkiye davet üzerine Milletler Cemiyeti’ne üye olmuştur ve bu başarı Türkiye’nin diplomatik etkinliğini artırarak uluslararası alanda daha etkili olmasını sağlamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti ile Balkan Devletleri İlişkileri ve Balkan Antantı/Paktı’nın Kurulması
Türkiye, dış politikasının bir gereği olarak dünya barışına katkıda bulunmayı amaçlamış ve özellikle Balkanlar’da kalıcı bir barışın tesisine yönelik çabalar sarf etmiştir. Bu politika 1925’te Arnavutluk, Bulgaristan ve Yugoslavya ile dostluk antlaşmaları imzalayarak başlamış, ardından Yunanistan ile nüfus değişim sorununu çözerek iş birliğini artırmıştır. 1933’te Yunanistan ile sınır güvenliği anlaşması imzalanarak Balkanlar’da olumlu bir atmosfer oluşturulmuş ve Balkan Antantı fikri daha da olgunlaşmıştır. Ancak Arnavutluk ve Bulgaristan, kendi talepleri ve politikaları nedeniyle bu iş birliğine yanaşmamışlardır. Balkan Antantı, 1934’te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında imzalanmıştır. Bu antlaşma, taraflar arasında siyasi ve askeri karşılıklı garantiler sağlamış ve sınırları güvence altına almıştır. Ancak, İtalya ve Almanya’nın bölgedeki tehditleri, Bulgaristan’ın iş birliği eğilimi ve bu durumun Romanya’yı hedef haline getirmesi gibi sebeplerle Antant’ın işleyişi zorlaşmıştır. Antant, 1939’da etkisini yitirse de bölgesel iş birliğinin önemini vurgulamış ve Türkiye’nin Batı Dünyası’yla ilişkilerini geliştirmesine öncülük etmiştir. I. Dünya Savaşı sonrası antlaşmalar, Avrupa ve Balkanlar’daki sorunları tam olarak çözemediği için huzursuzluk devam etmiştir. Türk dış politikası, bu dönemde Balkanlardaki gelişmelerden etkilenmiştir. Türkiye, Boğazları ve Trakya sınırını askerden arındırarak Batı sınırlarını koruma zorluğuyla karşı karşıya kalmıştır. İtalya, Balkan devletleri içinde ciddi bir tehdit oluşturmuştur. Bu tehditlere karşı korunmak için Türkiye, en azından Balkan komşularından biriyle ittifak antlaşması imzalamak zorunda kalmıştır. Yunanistan ile 1933 yılında Samimi Antlaşma Misakı imzalanarak bu strateji başlatılmış, ardından 1934 yılında Balkan Paktı kurulmuştur. Pakt, devletlerin birbirlerine saldırı durumunda sınırlarını savunmayı taahhüt ettiği bir anlaşma olarak önem taşımaktadır. Yunanistan ile Lozan sonrası süregelen azınlıklar sorunu 1930’da çözüme kavuşturulmuştur. Balkan Paktı, Balkanlar’daki güvenlik politikasının başarılı bir sonucu olmasına rağmen, Bulgaristan’ın Antant’a dahil olmaması eksiklik olarak belirtilmektedir. Türkiye ve Bulgaristan arasında 1925’te imzalanan Dostluk Antlaşması ve 1929’da yapılan Türk-Bulgar Tarafsızlık, Uzlaşma ve Hakemlik Anlaşması ise ülkelerin güvenliğine önemli katkılarda bulunmuştur.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi

Türk Boğazları’nın (İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı) tarihsel ve jeopolitik önemini vurgulamaktadır. 1936’da kabul edilen Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile bu stratejik su yolları uluslararası düzenlemelere tabi hale gelmiştir.

Lozan Antlaşması, Boğazlar meselesine geçici bir çözüm getirirken Türkiye’nin haklarını kısıtlamıştır. Türkiye, bu durumdan memnun kalmamış ve değişiklik yapılmasını istemiştir. Türkiye, 1935 yılında uluslararası platformlarda Boğazlar meselesini gündeme getirmiş ancak talepleri kabul görmemiştir. Ancak İtalya’nın Habeşistan’a saldırması gibi uluslararası olaylar, Türkiye’nin bu konudaki isteğinin gözden geçirilmesine olanak sağlamıştır. Montrö Sözleşmesi, İngiltere’nin liderliği ve Türkiye’nin diplomatik yaklaşımı ile imzalanmıştır. Bu sözleşme Türkiye’ye Boğazların savunmasını kontrol etme hakkı, silahsızlanma kısıtlamalarının kaldırılması ve savaş durumunda askeri gemilerin geçişinin Türkiye’nin iznine bağlı olması gibi önemli haklar tanımıştır. Bu gelişme, Türkiye’nin ulusal bir sorununu diplomasi yoluyla çözmesini sağlamış ve jeopolitik pozisyonunu güçlendirmiştir. Ayrıca Türkiye’nin İngiltere ile iş birliği yaparak bölgesel güvenliği koruma kararlılığını gösterdiğini belirtmiştir. Ancak bu yakınlaşma, Türk-Sovyet ilişkilerinin gerilmesine neden olmuştur. Türkiye, İngiltere ve Fransa ile “Karşılıklı Yardım Antlaşması” imzalayarak demokratik ilkeleri savunan Batılı ülkelerin yanında yer aldığını ilan etmiştir. Sonuç olarak Montrö Sözleşmesi, Türk Boğazları’nın tamamen Türkiye’nin hakimiyetine girmesi ve uluslararası düzenlemelere tabi hale gelmesini sağlamış ve Türkiye’nin stratejik önemini güçlendirmiştir. Bu sözleşme, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını koruma ve uluslararası ilişkilerde etkili bir rol oynama yeteneğini vurgulamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin İslâm Ülkeleri ile Olan İlişkileri ve Sadabat Paktının Kurulması
Atatürk döneminde Türk dış politikası, geleneksel bağları bulunan Müslüman ülkelerle dostluk ve iş birliği politikasını benimsemiştir. Bu politika, yaklaşan savaş tehlikelerini önlemeyi ve Ortadoğu’da barış ve istikrarı sağlamayı hedeflemektedir.

İran’ın önerisiyle ortaya çıkan kolektif savunma sistemi fikri, Türkiye ve Irak tarafından desteklenmiştir. Sınır meselelerinin çözülmesinin ardından Afganistan’a da öneri götürülmüş, bu komşu ülkeler arasında ilk kez Sadabat Paktı olarak bilinen iş birliği ve saldırmazlık antlaşması 8 Temmuz 1937’de Tahran’da imzalanmıştır.

Sadabat Paktı’na Türkiye, İran, Irak ve Afganistan katılmıştır. Üyeler, beş yıllık antlaşma gereğince ilişkilerini geliştirmeyi ve devam ettirmeyi, Milletler Cemiyeti ve barış girişimlerine bağlı kalmayı, birbirlerinin iç işlerine karışmamayı, ortak sınırlara saygı göstermeyi, ortak çıkarlarını ilgilendiren konularda birbirlerine danışmayı, herhangi bir saldırı amacını güden siyasi oluşuma katılmamayı taahhüt etmişlerdir. Bu şekilde Türkiye hem Batı’da hem de Doğu’da bir güvenlik sistemi oluşturarak, bu iki bölgede barış politikasını kuvvetlendirmiştir. Sadabat Paktı, üye ülkeler ve bölgede mandater devlet olarak Irak’ı koruyan İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından olumlu karşılanmıştır. Atatürk dönemi Türk dış politikası, Batı’daki devletlerle olumlu ilişkiler kurmayı amaçlamıştır. Milletler Cemiyeti’ne katılım, Hatay sorununun çözülmesi ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi gibi adımlar bu çerçevede atılmıştır. Ayrıca bölge devletleriyle de iyi ilişkiler kurulmaya çalışılmıştır. Balkan Antantı ve Sadabat Paktı, bu çabaların birer örneğidir. Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri olumlu bir başlangıç yapmıştır. Ancak Atatürk’ün Orta Doğu’ya ve özellikle Suudi Arabistan’a ilgisinin olmadığı belirtilmiştir. Bu nedenle Türkiye, Orta Doğu’dan uzaklaşmıştır. Bu uzaklaşmada milliyetçilik ideolojisinin etkisi büyük olmuştur. Ayrıca, bölgenin sömürgeci devletlerin hâkimiyeti altında olması da etkili olmuştur. Halifeliğin 1924’te kaldırılması, Orta Doğu ülkeleri ile ilişkilerde önemli bir dönemeç olmuştur. Bu karar, sadece Türkleri değil, bütün İslam dünyasını ilgilendirmiştir. Bu dönemdeki iç politika reformları, bölge ve İslam ülkeleri ile ilişkilerin zayıflamasına neden olmuştur. Son olarak, Atatürk dönemi Türk dış politikası, Türk Devleti’ne karşı düşman oluşumunu önlemek amacıyla Balkan hükûmetleri ile ilişki kurmayı tercih etmiştir. Bağımsız devletlerle iş birliği yapma düşüncesi bu dönemde doğmuştur. Ayrıca dış güçlere güvenilmemesi gerektiği düşüncesi hâkim olmuştur.

Türk-Alman İlişkileri ve Alman Bilim ve Sanat İnsanlarının Türkiye’ye Gelmesi
Türk-Alman ilişkilerinin 1930’lara kadar pek gelişmediğini ve her iki ülkenin kendi iç ve dış meseleleriyle meşgul olduğunu belirtilmektedir. Ancak 1930’lardan sonra Türkiye’nin iç gelişmeleri ve Almanya’nın siyasi etkinliğinin artmasıyla ilişkiler hız kazanmıştır. Türkiye’nin sanayi teçhizatı ihtiyacı, I. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın uygulanmasıyla artmış ve bu da Türk-Alman yakınlaşmasını hızlandırmıştır. 1936, ilişkilerde önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Alman Diplomasisi, Türkiye’nin İtalya tehdidi endişesini anlamayarak Türkiye’yi Batılılardan uzaklaştırmak istemiştir. Ancak bu gerçekleşirse, Almanya’nın Türkiye’yi Sovyetlere karşı stratejik bir konumda kullanabileceği belirtilmektedir. 1930’lardan itibaren rejim karşıtlığı nedeniyle ülkelerinden ayrılan çok sayıda bilim ve sanat insanının Türkiye’ye sığındığını vurgulanmaktadır. Bu durum, özellikle üniversitelerde reformların yanı sıra kültürel bir etkileşime de olanak sağlamıştır. Atatürk’ün bilim ve sanata verdiği önem, bu sürecin önemli bir parçası olarak görülmektedir. Son olarak, Türk ve Alman bilim insanları ve sanatçıları arasında iş birliğinin, II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerin kültürel temelini oluşturduğu belirtilmektedir.

Hatay’ın Türkiye Topraklarına Katılması

1936’dan itibaren Türkiye ve Fransa arasındaki siyasi ilişkiler, İskenderun Sancağı (Hatay) sorunuyla karmaşıklaşmıştır. 1921’de imzalanan Ankara Antlaşması ile Suriye sınırları içinde kalan Hatay’a özel bir idari düzenleme yapılmıştır. Fransa’nın Suriye ve Lübnan’dan çekilmesi, Hatay’ın statüsünü gündeme getirmiştir. Türk hükûmeti Fransa’ya, Hatay’a özerklik verilmesi talebinde bulunmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, Hatay’ın kaderinin Türk ulusal politikasındaki önemini vurgulamıştır. Fransa, Hatay’ın Suriye’den ayrılmayacağını belirtince gerginlik artmıştır. Mesele Milletler Cemiyeti’ne havale edilmiştir. Hataylılar, Türkiye’ye destek vermiş gösteriler düzenlemiştir. Türkiye, Hatay’ın kuzeyine askeri kuvvet yığmıştır. Fransa, Hatay’ın özerklik statüsünü kabul etmiş ancak anlaşmaların uygulanmasını köstekleyince gerginlik artmıştır. 1939’da Avrupa’da savaşa doğru yönelim olunca Fransa, Türkiye’nin ve Hataylıların isteklerini kabul etmek zorunda kalmıştır. 1939’da Hatay Türkiye’ye katılmıştır. Bu başarı Türk dış politikasının kararlılığı ve uluslararası ortamın Türkiye’nin çıkarlarına uygun olmasıyla sağlanmıştır. Özet olarak Hatay sorunu, Türkiye’nin milli çıkarlarını koruma ve uluslararası barışa katkıda bulunma kararlılığının bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Diplomatik müzakerelerle çözüm aranmış ancak güç kullanma seçeneği de göz önünde bulundurulmuştur. Sonunda, uluslararası baskılar ve doğru zamanda atılan adımlarla Hatay, Türkiye’ye katılmıştır. Atatürk’ün kararlı liderliği ve uluslararası diplomasi becerileri bu sürecin başarısında önemli rol oynamıştır.

Sonuç
Atatürk dönemi Türk dış politikasına baktığımızda ilkeli, rasyonel, millî menfaatleri gözeten, barışçı ve uluslararası şartları dikkate alan bir politika izlemiştir. Bu politika geçmiş sorunları intikam ve fırsatçılıkla değil uzlaşmacı, iş birliği odaklı ve karşılıklı çıkarlara uygun olarak diplomasi ile çözümlemeyi hedeflemiştir. Bu politikalar günümüzde de ulusal bağımsızlığa ve varlığa katkı sağlayacak ikili ve çok uluslu ilişkileri desteklemelidir. Dış politika ve uygulamalar, siyasi partilerin ideolojilerine değil dünyanın genel konumuna göre belirlenmelidir. Duygusal ve ideolojik bakış açılarından uzaklaşarak gerçekçi politikalar izlenmeli, büyük güçlerin kuvvet dengeleri dikkate alınarak dış politika oluşturulmalıdır. Ayrıca Atatürk sonrası dönemlerde, iç ve dış politikadaki belirsizlikler nedeniyle Türkiye’nin etkinliği ve iradesi azalmıştır. Millî mücadele döneminde savaş ve diplomasi bir arada yürütülmüş, Türk ordularının güçlendirilmesi ve düşmanın zayıflatılması hedeflenmiştir. Lozan Antlaşması ile başarılı bir barışçı politika izlenmiş, Türk Devleti’nin sınırları içinde bir ulus kurma amacı güdülmüştür. Genel olarak, milletin çıkarlarını gözeten, uğraştırmayan ve zarara sokmayan bir siyaset benimsenmiştir. Atatürk dönemi dış politikası, güç dengesi prensibine dayanarak millî egemenlik ve güvenliği koruma stratejisini benimsemiştir. Atatürk’ün liderliğindeki dönemde Balkan Paktı ve Sadabat Paktı gibi başarılı uluslararası ittifaklar kurulmuş, bölgedeki güç dengesinin lehimize kullanılması sağlanmıştır.

 

Cumhuriyet Hükûmeti; devletlerle ilişkileri, komşularla dostlukları ve meseleleri her birinin özelliğine göre düzenlemiş ve siyaseti ulusal dayanışmaya dayandırmıştır. Türkiye, bu politika doğrultusunda başarılı sonuçlar elde etmiştir.

Kaynakça
ÇAĞLAR, G. (2000). ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASININ TEMEL İLKELERİ. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 15(39).

DİNÇ, S. (2008). Atatürk Döneminde (1920- 1938) Türk Dış Politikasında Gelişmelere Genel Bir Bakış; İkili ve Çok uluslu İlişkiler. Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi.

SARINAY, Y. (2000). Atatürk’ten Günümüze Türk Dış Politikası Hakkında Genel Bir Değerlendirme. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 16(48).

SEMERCİOĞLU, H. (2015). ATATÜRK DÖNEMİNDE İZLENEN BÖLGESEL GÜVENLİK POLİTİKASI. Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 16(2).

SEMERCİOĞLU, H. (2019). TÜRK DIŞ POLİTİKASININ TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDEKİ TEMEL İLKELERİ BAĞLAMINDA GÜNÜMÜZ RUSYA FEDERASYONUİLİŞKİLERİNE BİR BAKIŞ.

GÖRCÜER, R; BÜYÜKBAŞ, H. (2022). TARİHSEL ÇERÇEVEDE TÜRKİYE-SUUDİ ARABİSTAN İLİŞKİLERİ VE DIŞ POLİTİKAYA YANSIMASI. Erciyes Akademi, 36(4).

KARAKOÇ DORA , Z. (2021). ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA MİLLÎ BİRLİK VE MİLLÎ EKONOMİ EKSENLİ KAMU DİPLOMASİSİ. Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 27.

AKILLI, E. (2012) Türk Dış Politikası Zemininde Arap Baharı. OrtadoğuAnaliz, 4(37).

Aksu, F; Çolak, Y. (2017). Dış Politika Krizlerinde Algısal Güven[siz]lik: 1935 Bulgaristan Krizi. Yıldız Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 01(02), 164-180.

ŞENER, B. (2018). ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA ÇOK YÖNLÜ BİR İNCE DİPLOMASİ UYGULAMASI: SİYASAL, HUKUKSAL ve ASKERÎ BOYUTLARIYLA HATAY’IN TÜRKİYE’YE KATILMASI SÜRECİ (1921-1939). Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 34(1), 139-178.

 

Webinara
Kayıt Ol !

Son 2 Gün