Türkiye ve İspanya’nın İsrail karşıtı politikaları, Akdeniz’deki dengeleri anlamak açısından yalnızca bölgesel değil, aynı zamanda küresel bir resmin parçasıdır. Bu iki ülkenin pozisyonlarını birlikte değerlendirdiğimizde hem tarihsel bağlamın hem de günümüzün jeopolitik ve enerji güvenliği dinamiklerinin iç içe geçtiğini görürüz.
Türkiye, Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana Akdeniz havzasında kendi nüfuz alanını oluşturma çabası içindedir. Ancak 2000’li yıllardan itibaren daha aktif bir dış politika benimseyerek özellikle Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de yükselen güç mücadelesinde daha görünür hale gelmiştir. İsrail ile ilişkilerde yaşanan iniş çıkışlar, Filistin meselesindeki tavır ve Doğu Akdeniz’de enerji arayışları, Türkiye’nin dış politikada hem değerler hem de çıkarlar üzerinden hareket ettiğini göstermektedir.
İspanya ise Avrupa Birliği (AB) üyesi ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) içinde önemli bir aktör olarak İsrail karşıtı söylemleriyle dikkat çekmektedir. Ancak bu tavır, daha çok uluslararası meşruiyet, insan hakları söylemi ve Avrupa içindeki politik hesaplarla temellendirilmektedir. Filistin’in devlet olarak tanınması konusunda Avrupa’da öncü bir ülke olma eğilimi, İspanya’nın hem Avrupa içinde farklı bir diplomatik duruş sergileme hem de Akdeniz’de daha etkin olma isteğini yansıtmaktadır. İspanya’nın Endülüs geçmişi, İslam dünyasıyla kültürel bağları ve Akdeniz havzasındaki tarihsel rolü de bu pozisyonu güçlendirmektedir. Türkiye ile bu noktada yollarının kesişmesi, özellikle Filistin meselesinde ortak bir hassasiyetin öne çıkmasına neden olmaktadır. Ancak iki ülkenin İsrail karşıtı politikalarını benzer kılan yalnızca söylemsel düzeydeki yakınlık değil; aynı zamanda enerji güvenliği, ticaret yolları ve Akdeniz’de nüfuz alanı yaratma çabalarıdır.
Doğu Akdeniz’deki enerji yatakları bu tartışmanın merkezinde yer almaktadır. İsrail, Mısır, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin dahil olduğu EastMed projesi, Avrupa’ya enerji arz güvenliği sağlamayı hedeflerken Türkiye’yi dışarıda bırakmayı amaçlamıştır. Bu durum Ankara açısından yalnızca ekonomik bir kayıp değil, aynı zamanda jeopolitik bir kuşatma girişimi olarak görülmektedir. Türkiye’nin Libya ile imzaladığı deniz yetki alanları anlaşması bu kuşatmayı kırma çabası olarak değerlendirilebilir. İspanya’nın da enerji güvenliği açısından bu tür projelere kuşkuyla yaklaşması, Ankara ile Madrid’i ortak bir zeminde buluşturmaktadır. İspanya enerji arzında çeşitlendirmeyi temel strateji haline getirmiştir. Bu çeşitlendirmenin yolu yalnızca Doğu Akdeniz’den değil, aynı zamanda Kuzey Afrika’dan ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzanabilecek hatlardan geçmektedir. Cezayir ile İspanya arasındaki enerji iş birliği ve Türkiye’nin TANAP ile TürkAkım projelerindeki rolü, iki ülkenin çıkarlarının kesiştiği noktaları daha da belirginleştirmektedir.
Bu tabloda ABD, Rusya, Çin ve AB gibi küresel aktörlerin tutumlarını da göz önünde bulundurmak gerekir. ABD, uzun süredir İsrail’in güvenliğini garanti altına almak için bölgede aktif bir aktördür. Washington yönetimi açısından İsrail, Orta Doğu’da vazgeçilmez bir müttefiktir. Bu nedenle Türkiye ve İspanya’nın İsrail karşıtı politikaları, ABD ile zaman zaman çelişkilere yol açmaktadır. Ancak Türkiye’nin NATO üyesi olması, onu ABD için vazgeçilmez bir ortak haline getirmektedir. İspanya da NATO üzerinden ABD ile güçlü bağlara sahip olmakla birlikte, Avrupa içindeki İsrail eleştirilerinde daha esnek bir pozisyon benimseyebilmektedir. Böylece her iki ülke de ABD ile ilişkilerinde bağımlılık ile özerklik arasında bir denge kurmaya çalışmaktadır. ABD’nin Doğu Akdeniz enerji projelerine verdiği destek Türkiye açısından bir tehdit unsuru oluştururken, İspanya için daha çok Avrupa içi rekabetin parçası olarak görülmektedir.
Rusya açısından Akdeniz, özellikle Suriye iç savaşından sonra artan askerî varlıkla stratejik bir önem kazanmıştır. Moskova, İsrail ile bazı konularda iş birliği yaparken Filistin meselesinde Türkiye ve İspanya’nın söylemlerine daha yakın durabilmektedir. Ancak Rusya’nın asıl hedefi, enerji yollarını kontrol etmek ve Avrupa’nın enerji bağımlılığını artırmaktır. TürkAkım hattı bu stratejinin önemli bir parçasıdır. İspanya ise Cezayir’den sağladığı doğal gazda sık sık siyasi krizler yaşamış, bu nedenle enerji güvenliğini gündeminin merkezine yerleştirmiştir. Türkiye’nin enerji transit ülkesi olma rolü, İspanya için dolaylı da olsa kritik bir önem taşımaktadır. Çin ise Kuşak-Yol projesi üzerinden Akdeniz’de ekonomik nüfuzunu artırmaya çalışmakta, İsrail ile teknoloji ve liman yatırımları üzerinden iş birliği yapmaktadır. Bu durum, Türkiye ve İspanya’nın İsrail karşıtı pozisyonlarını daha karmaşık hale getirmektedir.
Avrupa Birliği çerçevesinde değerlendirildiğinde, Türkiye aday ülke statüsüne rağmen uzun süredir gerilimli ilişkiler sürdürmektedir. İspanya ise AB içinde İsrail karşıtı tutumuyla farklılaşan ülkelerden biridir. Avrupa genelinde daha dengeli bir tutum öne çıkarken, Gazze’deki gelişmeler, sivil kayıplar ve uluslararası hukuk ihlalleri İsrail’e yönelik eleştirileri artırmaktadır. Türkiye bu noktada daha sert ve açık bir tavır sergileyerek hem İslam dünyasında hem de Avrupa kamuoyunda güçlü bir söylem geliştirmektedir. Bu söylem, Ankara’nın yumuşak gücünü artırırken Batı ile ilişkilerinde gerilim kaynağı da olmaktadır. İspanya’nın AB içinde farklılaşan bu tavrı, ülkeye Akdeniz’de manevra alanı sağlamakla birlikte Avrupa içi diplomatik dengelerde tartışmalı bir konuma da taşımaktadır.
Akdeniz’deki nüfuz mücadelesi yalnızca enerji ve güvenlik üzerinden değil; göç, terörle mücadele ve ticaret rotaları üzerinden de şekillenmektedir. Türkiye’nin göç politikaları Avrupa için kritik öneme sahipken, İspanya da Afrika’dan gelen göçmen akınlarıyla benzer sorunlar yaşamaktadır. Bu ortak deneyim, iki ülkenin Akdeniz güvenliği konusunda daha yakın iş birliği yapmasına zemin hazırlamaktadır. İsrail karşıtı politikalar bu bağlamda ikincil görünse de Filistin meselesinde alınan sert tavır, iki ülkenin bölge halkları nezdinde meşruiyet kazanmasına ve kendi kamuoylarında destek bulmasına katkı sağlamaktadır. Ayrıca göç politikaları da İsrail karşıtı pozisyonları meşrulaştırıcı bir çerçeve sunmaktadır; zira bölgede yaşanan istikrarsızlıkların temel sebeplerinden biri olarak Filistin meselesi gösterilmektedir.
Bütün bu tablo bir arada değerlendirildiğinde, Türkiye ve İspanya’nın İsrail karşıtı politikaları Akdeniz’de yalnızca kısa vadeli diplomatik tercihler değil, aynı zamanda uzun vadeli stratejik yönelimlerdir. Türkiye açısından bu, enerji arz güvenliği, bölgesel nüfuz ve yumuşak güç kapasitesini artırma çabasıdır. İspanya açısından ise Avrupa içinde farklılaşma, Akdeniz’de etkinlik kazanma ve enerji arzında çeşitlilik sağlama isteğidir. Bu iki ülkenin politikalarının kesişmesi, Akdeniz’deki güç dengesini hem bölgesel aktörler hem de küresel güçler açısından daha karmaşık hale getirmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye ve İspanya’nın İsrail karşıtı politikaları Akdeniz’deki ilişkileri şekillendirirken bu ilişkiler yalnızca söylemler üzerinden değil, çıkarlar üzerinden de okunmalıdır. Enerji arz güvenliği, ticaret yollarının kontrolü, göç yönetimi, nüfuz mücadelesi ve küresel aktörlerle ilişkiler bu resmin tamamlayıcı parçalarıdır. Türkiye’nin bölgesel vizyonu ile İspanya’nın Avrupa içindeki farklılaşma çabası, Akdeniz’de yeni bir denge arayışının işaretlerini vermektedir. Bu bağlamda iki ülkenin politikalarının gelecekte daha da yakınlaşması, Akdeniz’deki güç mücadelesini çok daha karmaşık ve çok boyutlu hale getirecektir. Daha da önemlisi, bu yakınlaşma yalnızca iki ülkenin çıkarları açısından değil; Avrupa, Orta Doğu ve küresel enerji güvenliği açısından da uzun vadeli etkiler doğuracaktır.
Fotoğraf: Anadolu Ajansı