Blog Yazılarımız

TUDPAM | Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi > Analizler > 1945-1960 Batı Bloğu Ekseninde Türk Dış Politikası

1945-1960 Batı Bloğu Ekseninde Türk Dış Politikası

Fatmanur Taşçı

TUDPAM Araştırmacısı

1945-1960 yılları arasında Türk dış politikası, uluslararası ilişkilerde önemli değişikliklere ve gelişmelere tanık olmuştur. Özellikle İkinci Dünya Savaşı tarihin gördüğü en yıkıcı savaşlardan biri olmuştur. Ülkeler yanmış, yıkılmış ve milyonlarca insan ölmüştür. Savaşın tesirlerini hissetmeyen ülke ve toplum kalmamıştır desek yerinde olur. Bu sancılı savaş döneminden sonra dünyanın ve insanlığın barışa hemen kavuşabilmesi mümkün olmamıştır. Milletlerarası mücadeleler, büyük devletlerin çatışması ve mahalli savaşlar zaman zaman insanlığı üçüncü bir dünya savaşının eşiğine getirmiştir. Ancak böyle bir sıcak savaş patlak vermemiş olması barışın sağlandığı anlamına da gelmemektedir. Ancak İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünya iki kutuplu bir sisteme bölünmüş ve soğuk savaş atmosferi içerisinde kalmıştır.

Soğuk Savaşın iki kutbu sayılan sosyalist ve kapitalist dünya ilk kez bir pazar sabahı 38. Paraleli aşan Kuzey Kore birliklerinin Güney Kore’de ilerlemeye başlamasıyla Kore’de karşı karşıya gelmiştir. İki gün içerisinde önce Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ardından Birleşmiş Milletler Güney Kore’ye askeri yardım kararı almıştır. Artık safların belirlendiği bu dönemde İkinci Dünya Savaşı’na girmeyen Türkiye hem Sovyetlerle ilişkilerini durdurmuş hem de Batı ile bütünleşememiş olması nedeniyle Türkiye, kendisini yalnız hissetmekteydi.  Batı Bloğu ve Doğu Bloğu arasındaki gerilimin yoğun olduğu Soğuk Savaş döneminde Türkiye, ABD liderliğindeki Batı Bloğu ekseninde şekillenerek, Sovyetler Birliği ve Doğu bloğuna karşı anti-komünist bir tutum sergilemiştir. Bundan savaş sonrası Sovyetler’in boğazlarda ve Doğu Anadolu’da hak iddia etmesi büyük önem arz etmektedir. Sovyetler Birliği’nin göz diktiği İstanbul Boğazı’na  Missouri’nin girişi Türkiye’nin artık yalnız olmadığını adeta müjdelemiştir bunun üzerine Missouri’nin şerefine ülkede pullar bastırılmıştır. Ülkenin Batı’ya yönelmesinde Truman Doktrini ve Marshall Yardımları’nın da etkisi olduğu bir gerçektir. Truman Doktrini ile Türkiye’nin Sovyet tehditlerine karşı desteklenmesini taahhüt etmekle beraber 100 milyon dolarlık askeri malzeme ülkeye gelmiştir. Aynı dönemde Marshall Yardımı programı kapsamında Türkiye’ye ekonomik yardımlar sağlanmıştır. Bunlar her ne kadar Batı ile ekonomik ve siyasi bağlarını güçlendirmesine yardımcı olmasına rağmen Türkiye siyasal yalnızlıktan kurtulamamıştır.

14 Mayıs 1950’de büyük bir oy desteği ile iktidar el değiştirmiş ve Demokrat Parti (DP) böyle bir tablonun içinde iktidara gelmiştir. DP’nin Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 1945’lerden sonra başlattığı Batı yanlısı dış politika anlayışını geliştirmiş ve Batı doğrultusunda ilerlemiştir. Sovyetler Birliği’nin saldırganlıkları sonucunda kendi güvenliğini sağlamak amacıyla Türkiye, iç ve dış siyaset anlayışını Batı’nın çıkarlarına endekslemiştir. Soğuk savaş döneminde Amerika, Komünizm tehlikesi ile karşı karşıya olan devletlere ve bu rejimle yönetilen ülkelere komşu devletlere açık destek vermeye başlamıştır. Bunlardan jeopolitik açıdan en önemli devletler Türkiye ve Yunanistan idi. Batı ile işbirliği sonucunda alınan dış yardımların ne yazık ki bir süre sonra ülkeyi dışa bağımlı hale getirdiğini ve ülkenin yarı-periferi konumuna düştüğünün altını çizmek gerekir. Ayrıca ABD’ye göre, Menderes’in veya İnönü’nün iktidara gelmesi çok fazla önem arz etmemekteydi. ABD için önemli olan mesele kendi çıkarlarını maksimize edebilecek bir iktidarın gelmesiydi.

Menderes döneminde Türkiye’nin temel hedefi Batı’ya Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) kanadıyla girmek olmuştur.  Ancak yapılan başvurular kibarca hep reddedilmiştir. Kore Savaşı adeta bunun için bir zemin oluşturmuş NATO’ya giriş ortamı hazırlamıştır. Demokrat Parti hükümeti, Türkiye’ye NATO üyeliğinin yolunu açacak ABD’nin BM’ye aldırdığı Güney Kore’ye askeri yardım kararına, hiç tereddütsüz uymuş ve 4500 kişilik Türk Tugayı General Tahsin  Yazıcı komutasında Kore’ye uğurlanmıştır. Ülkede bu dönemde muhalefete yol açan tek dış politika konusu ise Kore Savaşı’na Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) onayı alınmadan asker gönderilmesidir. Yıllar süren diplomatik çabaların sonucunca Lizbon’daki imza töreninde Kore kahramanı Türkiye Yunanistan ile NATO’ya katılmıştır. NATO üyeliği, Türkiye’nin Batı Bloğundaki stratejik konumunu güçlendirmiş ve askeri anlamda Batı ile entegrasyonu sağlanmıştır.

NATO ve Kore’den sonraki dış politika kararları, gittikçe kötüye giden bir ekonomi ve siyasal süreç içerisinde alınmıştır. Daha evvel Arapların yanında yer alan Türkiye 1948 yılında Filistin Uzlaştırma Komitesine olumlu oy verdi, 1950’den itibaren Kıbrıs’ta İngiltere’yi destekledi, 1954’ten itibaren Cezayir sorununun BM’de gündeme alınmamasına oy verdi, 1955’te Bağdat Paktı olarak bilinen İngiltere, Irak, İran ve Pakistan ile bir güvenlik ittifakı kurdu. Bu Türkiye’nin Orta Doğu’daki güvenlik ve politik çıkarlarını desteklemeyi amaçlayan bir adımdı. Türkiye, Orta Doğu’da anti-komünist politikalar izlemek ve bölgesel güvenlik işbirliği sağlamak amacıyla bu ittifaka katıldı. Çoğu Arap ülkelerini kendisine düşman etmeyi göze almıştı. 1955’de Bandung’a ABD’nin ısrarıyla giderek bu ülkenin çıkarlarını savunup tüm azgelişmiş ülkeleri küstürmüştür. Avrupa İşbirliği ve Ekonomik İşbirliği (AİET) gibi kuruluşlara katılarak Avrupa ile ilişkilerini güçlendirmiştir. Ancak tam üyelik başvurusu için gerekli reformları gerçekleştirme süreci daha sonraki yıllarda gerçekleşmiştir.

Batı bloğuna yakın durmayı güvenlik ve ekonomik işbirliği sağlamayı, anti-komünist politikalar izlemeyi ve bölgesel güvenlik çıkarlarını desteklemeyi hedefleyen Türkiye izlemiş olduğu bu politikalar Batı ile yakınlaşmasını ve uluslararası ilişkilerde aktif bir rol oynamasını sağlamıştır.

İzlenen politikaların batı ekseninde seyretmesinin artıları olduğu gibi tartışmasız eksilerinin de olduğu bir gerçektir. Bu eksilerin başında Doğu bloğu ve Sovyet tehdidi gelmektedir. İlişkiler daha da gerilmiştir. Bu durum da ne yazık ki Türkiye’yi Doğu bloğu ülkeleri ve Sovyet tehdidi hususunda uluslararası gerilimin merkezinde bulunmaya zorlamıştır ve Türkiye’nin komşu ülkeler ile olan ilişkisi de olumsuz etkilenmiştir. Böylece ülkenin bölgesel ilişkileri zayıflamıştır. Özellikle Orta Doğu’da Türkiye’nin etkinliği azalmış, Arap ülkeleriyle ilişkilerde gerilimler yaşanmış ve bölgesel işbirliği fırsatları kaçırılmıştır. Ekonomik durum açısından bakarsak eğer batı ekseninde olan politikalar Türkiye’nin Batı’dan gelecek ekonomik ve askeri yardımlara bağımlı hale gelmesine yol açmıştır. Bu durum ülkenin kendi ekonomik ve siyasi hedeflerini bağımsız bir şekilde gerçekleştirmesini sınırlamış ve dış politika alanında bağımsız hareket etme kapasitesini azaltmıştır. Batı yanlısı politikalar, ulusal kimlik, bağımsızlık ve milliyetçilik vurgusuyla çelişebilir iç siyasi istikrarsızlık yaratabilir. Bu sebeplerdendir ki iç siyasette bölünmelere ve tartışmalara neden olmuştur. Bir diğer olumsuz etkisinin ise kültürel alanda olduğunu dile getirebiliriz. Çünkü Batı kültürü ve değerlerinin benimsenmesi, yerel kültürel öğelerin önemini azaltmış ve toplumda birtakım kimlik krizlerine yol açmıştır.

Ele almış olduğumuz bu olumlu ve olumsuz sonuçlar, Türk dış politikasının sadece Batı eksenine odaklanmasının getirdiği bazı zorlukları yansıtmaktadır. Ancak unutmamak gerekir ki dönemin siyasi, stratejik ve güvenlik koşulları göz önüne alındığında, Türkiye’nin batı ekseninde hareket etmesi o dönem için stratejik bir tercihtir.

Webinara
Kayıt Ol !

Son 2 Gün