21. yüzyılın ilk çeyreği sona ererken uluslararası ilişkilerin güç tanımları kökten bir değişim geçirmektedir. Soğuk Savaş’ın nükleer caydırıcılık doktrini ve 20. yüzyılın sonundaki hidrokarbon (petrol ve doğal gaz) odaklı enerji güvenliği paradigması yerini dijitalleşme ve yeşil dönüşümün ham maddeleri olan “kritik mineraller” üzerine kurulu yeni bir güvenlik mimarisine bırakmaktadır. Bu analiz de Rusya-Ukrayna Savaşı’nın arka planında yatan ve Donbass havzasında yoğunlaşan trilyon dolarlık kaynak mücadelesi, Batı dünyasının Çin’e olan bağımlılığını azaltma çabaları ve Türkiye’nin bu kaotik denklemdeki “dengeleyici aktör” konumu ele alınmaktadır.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin küresel NTE tedarik zincirindeki madencilikte %60, işlemede %90 ve mıknatıs üretiminde %90’ı aşan tekelini “Toprağın Altındaki Çin Seddi” metaforu ile tanımlamaktadır. Henry Kissinger, “Petrolü kontrol ederseniz ulusları, gıdayı kontrol ederseniz insanları kontrol edersiniz.” demişti. Bugün bu doktrin, “Kritik mineralleri kontrol ederseniz, teknolojiyi ve geleceği kontrol edersiniz.” şeklinde revize edilmelidir. Akıllı füzelerden elektrikli araçlara rüzgâr türbinlerinden cep telefonlarına kadar modern yaşamın ve savunma sanayisinin her alanı, periyodik tablonun en altında yer alan ve isimleri pek az bilinen 17 elemente (Nadir Toprak Elementleri – NTE) bağımlıdır.
Bu bağımlılık, uluslararası sistemde yeni bir hiyerarşi yaratmıştır. Bir yanda kaynakları ve işleme teknolojisini elinde tutan “Tekelci Güçler” (başta Çin), diğer yanda sanayisi bu kaynaklara muhtaç olan “Bağımlı Güçler” (ABD, AB, Japonya) ve bu iki blok arasında kendi yolunu çizmeye çalışan “Kaynak Zengini Yükselen Güçler” (Türkiye, Brezilya, Vietnam) bulunmaktadır.
Çin’in efsanevi lideri Deng Xiaoping’in 1992 yılında sarf ettiği, “Orta Doğu’nun petrolü varsa, Çin’in de nadir toprak elementleri var.” sözü, Pekin’in bu stratejik vizyonu çeyrek asır önce kurguladığını göstermektedir.
Çin devlet sübvansiyonları, gevşek çevre regülasyonları ve stratejik satın almalarla küresel NTE pazarında kendi tabirleriyle “Toprağın Altındaki Çin Seddi”ni inşa etmiştir. Bu set, Batı’nın teknolojik üstünlüğünü tehdit eden en büyük asimetrik güç unsurlarından biridir.
Türkiye’nin Eskişehir Beylikova sahasındaki keşfi, bu monolitik yapıda bir çatlak oluşturma potansiyeline sahiptir. 694 milyon tonluk rezerv, Türkiye’yi küresel sıralamada Çin’in hemen ardına, ikinci sıraya yerleştirmektedir. Ancak uluslararası ilişkilerde potansiyel güç ile fiili güç arasındaki farkı belirleyen unsur kapasite ve stratejidir. Türkiye’nin bu rezervi topraktan çıkarıp, işleyip uç ürüne dönüştürme kapasitesi ve bunu dış politikada bir pazarlık unsuru olarak kullanma stratejisi, önümüzdeki on yılın kaderini belirlemede çok önemli bir rol oynayacaktır.
Karşılıklı Bağımlılığın Silahlaştırılması
Uluslararası ilişkiler teorisinde Keohane ve Nye’ın “Karşılıklı Bağımlılık” (Interdependence) tezi, ekonomik bağların çatışmayı azaltacağını öngörüyordu fakat Farrell ve Newman’ın “Karşılıklı Bağımlılığın Silahlaştırılması” (Weaponized Interdependence) kavramı günümüzdeki NTE savaşlarını çok daha iyi açıklamaktadır. Merkezi ağlarını kontrol eden devletler (örneğin NTE işlemede Çin veya finansal sistemde ABD), bu ağlara erişimi keserek rakiplerini zor duruma sokma gücüne sahipler.
Türkiye ise bu teorik çerçevede dengeleyici aktör konumundadır. Ne Çin gibi tam bir tekelci ne de Avrupa gibi tam bir kaynak fakiridir. Beylikova rezervi, Türkiye’ye Batı Bloku’nun tedarik güvenliği ağında “vazgeçilmez bir düğüm noktası” olma şansı vermektedir.
Türkiye, Batı ile entegre olurken Çin ile bağları koparmadan ilişkilerini geliştirebilirse maden tedariğini savunma ve ticari iş birlikleri süreçlerinde masadaki elini güçlendirmek için kullanabilirse sadece ham madde ihracatçısı olmayıp teknoloji transferi ile kendi sanayisini kurabilirse oldukça önemli kazanımlar elde edebilecektir. Bu strateji, Türkiye’nin eksen kayması tartışmalarının ötesinde, kendi eksenini tahkim etme çabası olacaktır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar’ın “ABD’ye ham madde satışı yok, endüstriyel iş birliği var.” çıkışı ise bu otonomi arayışının diplomatik dildeki karşılığıdır.
Jeolojik ve Teknik Gerçeklik
Siyasetçilerin ve medyanın sıkça kullandığı “Dünya’nın En Büyük İkinci Rezervi” ifadesi jeolojik ve metalurjik açıdan detaylı bir incelemeye muhtaçtır. Strateji veriler üzerine kurulur, sloganlar üzerine değil.
Resmî verilere göre Beylikova (Kızılcaören) sahası, 694 milyon tonluk toplam cevher varlığına sahiptir. Madencilikte “rezerv” ve “cevher” aynı şey değildir. Cevherin içindeki değerli metalin yoğunluğunu ifade eden “tenör” oranı, projenin ekonomik kaderini belirlemektedir.
Tablo 1: Beylikova ve Küresel Rakiplerin Karşılaştırmalı Analizi
| Parametre | Çin (Bayan Obo) | Türkiye (Beylikova) | ABD (Mountain Pass) | Avustralya (Mt. Weld) |
| Toplam Kaynak | ~800+ Milyon Ton | 694 Milyon Ton | ~1.9 Milyon Ton (NTO) | ~4 Milyon Ton |
| Ortalama Tenör (REO) | %3 – %6 (Yüksek) | %0.2 – %2 (Düşük/Orta) | %6 – %8 (Çok Yüksek) | %8 – %10 (Çok Yüksek) |
| Cevher Tipi | Karbonatit (Kompleks) | Bastnazit, Barit, Florit (Kompleks) | Bastnazit | Karbonatit |
Beylikova’nın ortalama %1 civarındaki Nadir Toprak Oksit (NTO) içeriği, 694 milyon tonluk kayanın içinden yaklaşık 7 ila 14 milyon tonluk saf NTE elde edilebileceğini göstermektedir. Bu miktar dahi küresel ölçekte devasa ve Türkiye’yi stratejik bir oyuncu yapmakta ancak düşük tenör, işleme maliyetlerinin yüksek olacağı ve çok büyük miktarda kayaç hafriyatı yapılması gerektiği anlamına gelmektedir.
Beylikova sahasında bulunan elementlerin dağılımı Türkiye’nin hangi sektörlerde söz sahibi olabileceğini de belirler. Sahada Lantanyum (La), Seryum (Ce), Neodimyum (Nd) ve Praseodimyum (Pr) ağırlıktadır.
- Neodimyum (Nd) ve Praseodimyum (Pr):Bu iki element, “Kalıcı Mıknatısların” (NdFeB) ana ham maddesidir. Elektrikli araç motorları, rüzgâr türbinleri, robotik sistemler ve güdümlü füzeler bu mıknatıslar olmadan çalışamaz. Beylikova’nın asıl “altın” değeri buradadır.
- Lantanyum (La) ve Seryum (Ce):Pil teknolojileri, cam parlatma ve katalizörlerde kullanılır. Görece daha bol bulunur ve fiyatları daha düşüktür.
- Florit ve Barit:Cevherin yan ürünleridir. Sanayide (demir-çelik, sondaj) kullanılır ve işletme maliyetlerini düşüren ek gelir kalemleridir.
Eti Maden tarafından kurulan pilot tesis, yıllık 1.200 ton cevher işleme kapasitesine sahiptir ve burada ilk kez %99 saflıkta NTE üretimi hedeflenmektedir. Planlanan endüstriyel tesis ise yıllık 570.000 ton cevher işleyerek 10.000 ton NTO üretecektir. Kısacası madencilik kolay, metalurji zordur. Bu bağlamda ise Çin’in tekeli madende değil, bu cevheri ayrıştırma teknolojisindedir. Türkiye’nin bu teknolojiyi geliştirmesi veya transfer etmesi rezervin varlığından daha kritiktir. Aksi takdirde Türkiye tıpkı Afrika ülkeleri gibi cevheri çıkarıp işlenmesi için Çin’e gönderen bir “ham madde sömürgesi” konumuna düşebilir. Türkiye’nin “teknoloji transferi” şartındaki ısrarı bu tuzağa düşmemek içindir.
Türkiye’nin Beylikova hamlesi, küresel bir hegemonya savaşının tam ortasına denk gelmiştir. Bu savaşın taraflarını ve stratejilerini anlamadan Ankara’nın hamlelerini yorumlamak imkânsızdır.
Çin Halk Cumhuriyeti
Çin, NTE sektörünü 1980’lerden beri stratejik bir planla ele geçirmiştir. Düşük işçilik maliyeti, devlet desteği ve çevre standartlarının yok sayılmasıyla ABD’deki madenlerin kapanmasına neden olmuş ve pazarı ele geçirmiştir. 2010 yılında bir Çinli balıkçı teknesinin Japon sahil güvenlik gemisiyle çarpışması sonrası çıkan krizde Çin, Japonya’ya NTE ihracatını durdurmuştur. Japon otomotiv ve elektronik devi bir anda felç olma riskiyle karşılaşmıştır. Bu olay, Batı için milat olmuştur.
Ayrıca Çin artık sadece ham madde satmak istememektedir. NTE’leri kendi ülkesinde işleyip mıknatıs, motor ve batarya olarak satmak istemektedir. Bu nedenle Türkiye gibi ülkelere “Madeni çıkaralım ama Çin’de işleyelim.” teklifleri sunmaktadır. Türkiye, Çin’i bir “yatırımcı” olarak kabul etmekte ancak “stratejik kontrolü” Pekin’e vermemektedir.
Türkiye, Çin ile ilişkilerinde “Kazan-Kazan” prensibini savunmaktadır. 2024 yılında imzalanan madencilik iş birliği anlaşması, Türkiye’nin Batı ile pazarlık yaparken Çin kartını da elinde tuttuğunu göstermektedir. Ancak Çin’in teknoloji paylaşımındaki isteksizliği ve Türkiye’nin NATO üyeliği bu iş birliğinin stratejik derinliğini sınırlamaktadır.
Türkiye’nin Beylikova keşfi ise Çin medyasında (Global Times) “etkisi sınırlı olacak” şeklinde küçümsenmeye çalışılmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri
ABD, savunma sanayisinin (özellikle F-35 programı, Virginia sınıfı denizaltılar) Çin menşeli mıknatıslara bağımlı olduğunu fark etmiştir. Pentagon, 2022’de F-35’lerde Çin alaşımı kullanıldığını tespit edince teslimatları geçici olarak durdurmuştur.
Bu olaydan sonra ABD, “Friend-shoring” (Dost ve Müttefik Ülkelerden Tedarik) stratejisini benimsemiştir. Türkiye, NATO üyesi olması ve Beylikova rezervi ile bu strateji için ideal bir adaydır. ABD liderliğinde kurulan “Minareller Güvenlik Ortaklığı”na Türkiye’nin entegrasyonu, Ankara-Washington hattındaki en somut iş birliği alanlarından biri olma potansiyeline sahiptir.
Avrupa Birliği
AB, “Yeşil Mutabakat” (Green Deal) ile 2050’de karbon nötr olmayı hedeflemekte ancak rüzgâr türbinleri ve elektrikli araçlar için gereken NTE’lerin %98’ini Çin’den ithal etmektedir. AB, 2030 yılına kadar stratejik ham madde tüketiminin %10’unu kendi topraklarından, %40’ını ise işlenmiş olarak güvenli ortaklardan sağlamayı yasalaştırmıştır. Türkiye, AB Gümrük Birliği üyesi olarak AB’nin tedarik zincirine en hızlı entegre olabilecek ülkedir. Beylikova, AB sanayisi için hayati bir potansiyel taşımaktadır.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılma isteği siyasi düzlemde donmuş olsa da ticari düzlemde önemini korumaktadır. Beylikova, bu ilişkiye yeni bir can suyu olabilir. Türkiye, Gümrük Birliği’nin dijital ve yeşil ekonomiyi kapsayacak şekilde güncellenmesini talep etmektedir. AB’nin Kritik Mineraller Yasası (CRMA) hedefleri doğrultusunda Türkiye‘nin madenlerine olan ihtiyacı, Brüksel’in bu güncellemeyi kabul etmesi için güçlü bir motivasyon kaynağıdır.
Rusya, Ukrayna ve Donbas
Rusya-Ukrayna Savaşı, medyada toprak ve egemenlik savaşı olarak yansıtılsa da jeo-ekonomik açıdan Avrupa’nın en büyük maden rezervlerinin kontrolü savaşıdır.
Ukrayna, savaş öncesinde Avrupa’nın lityum, titanyum, demir ve uranyum deposu olarak görülüyordu. Özellikle Donbas bölgesi (Donetsk ve Luhansk) ve güneydeki “Ukrayna Kalkanı” jeolojik yapısı, muazzam bir zenginlik barındırmaktadır. Rusya’nın işgal ettiği bölgelerde değeri 12,4 trilyon doları bulan maden yatakları olduğu hesaplanmaktadır.
Bu yataklar arasında elektrikli araç bataryaları için kritik olan, Lityum ve havacılık sanayisi için kritik olan Titanyum rezervleri başı çekmektedir. Ukrayna’nın 500.000 tonluk lityum oksit rezervine ve önemli miktarda NTE yatağına sahip olduğu tahmin edilmektedir.
Rusya’nın Stratejisi
Rusya, Donbas’ı kontrol ederek sadece Ukrayna‘yı ekonomik olarak çökertmekle kalmamış, aynı zamanda AB’nin enerji dönüşümü için güvendiği en önemli alternatif kaynağı da elinden almıştır. Rusya Doğal Kaynaklar Bakanlığı, ülkenin 658 milyon tonluk NTE rezervine sahip olduğunu iddia ederek Rusya’nın bu alanda da küresel bir oyuncu olduğunu hatırlatmaktadır.
Türkiye İçin Fırsat
Ukrayna rezervlerinin savaş nedeniyle ölü sermayeye dönüşmesi, Batı’nın alternatif arayışında ibreyi Türkiye’ye çevirmiştir. Beylikova, savaş riskinden uzak, NATO güvencesinde, lojistik altyapısı hazır ve Avrupa pazarına entegre en büyük ve en güvenilir alternatif rezervdir. Türkiye Beylikova rezervini sadece bir ekonomik gelir kapısı olarak değil, dış politikadaki kronik sorunları çözmek için bir “maymuncuk” olarak kullanmaktadır.
Türkiye ve ABD arasındaki ilişkiler, S-400 krizi ve CAATSA yaptırımları ile tarihinin en gergin dönemlerinden birini yaşamıştır. Ancak “Türkiye-ABD Stratejik Mekanizması” çerçevesinde yürütülen görüşmelerde enerji ve madenler yeni bir iş birliği zemini oluşturmuştur. ABD savunma sanayisi devleri (Lockheed Martin, Boeing), Çin bağımlılığından kurtulmak için Türkiye’nin NTE ve Bor minerallerini alternatif olarak görmektedir. Türkiye ise “Bize savunma teknolojisi verin, size ham madde güvenliği verelim.” stratejisi izlemektedir. Ankara, ABD ile olası bir maden anlaşmasında cevherin Türkiye’de işlenmesi ve ilgili teknolojilerin transfer edilmesini “kırmızı çizgi” olarak belirlemiştir. Bu 19. ve 20. yüzyılın “ham madde sömürüsü” modelinin reddi ve eşit ortaklık talebidir.
Sonuç
Türkiye, madencilikte yetkin olsa da NTE saflaştırma (hidrometalurji) konusunda henüz yolun başındadır. %99,9 saflığa ulaşmak, milyarlarca dolarlık yatırım ve ciddi bir Ar-Ge birikimi gerektirmektedir. NTE madenciliği ve işlemesi, çevreye en çok zarar veren endüstriyel faaliyetlerden biridir. Asit havuzları, radyoaktif atıklar ve su kirliliği riski, Beylikova gibi tarım arazilerinin ve su kaynaklarının (Porsuk Çayı) bulunduğu bir bölgede İliç kazası gibi olay hâlâ hafızalarda tazeyken çevre güvenliği en üst düzeyde tutulmalıdır.
Türkiye’nin Batı ile maden üzerinden yakınlaşması Çin ve Rusya’nın tepkisini çekebilir. Özellikle Rusya’nın nükleer enerjideki (Akkuyu) pozisyonu ve doğal gaz tedariki, Türkiye üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanılabilir.
Kısaca Türkiye, Eskişehir Beylikova’da “toprağın altında” keşfettiği potansiyel ile küresel kritik mineral pazarındaki Çin Seddi’nde bir gedik açma fırsatına sahiptir. Ancak bu gediğin açılması sadece rezervin büyüklüğüyle değil, o rezervin nasıl işlendiği ve diplomatik masada nasıl bir pazarlık unsuru hâline getirildiğiyle ilgilidir.
Bu konuda Türkiye’nin izlemesi gereken politika önerilerim aşağıdaki gibidir:
- Maden ve Teknoloji: Cevher ihracatı yasaklanmalı veya yüksek vergi ile caydırılmalıdır. Hedef, mıknatıs ve batarya gibi uç ürünlerin Türkiye’de üretilmesi olmalıdır.
- Maden Diplomasisi Birimi: Dışişleri Bakanlığı bünyesinde, Enerji Bakanlığı ile koordineli çalışacak özel bir “Kritik Mineraller Diplomasisi” birimi kurulmalıdır.
- Çeşitlendirilmiş Ortaklıklar: ABD ile savunma sanayisi, AB ile yeşil enerji, Güney Kore ve Japonya ile teknoloji ortaklıkları kurularak tek bir bloğa bağımlılık engellenmelidir.
Türkiye, bu stratejileri uygulayabilirse 21. yüzyılın küresel güç mücadelesinde “Stratejik Otonomisini” tahkim eden, oyunun kurallarını kendi lehine esneten bir merkez güç olabilir. Çin Seddi’ni yıkmak zor olabilir ancak o seddin üzerinden atlayacak teknolojik ve diplomatik kanatları inşa etmek Türkiye’nin elindedir.
Fotoğraf: Anadolu Ajansı