Blog Yazılarımız

TUDPAM | Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi > Analizler > ABD’nin Orta Doğu Politikasında Türkiye’yi Baskılama Stratejisi

ABD’nin Orta Doğu Politikasında Türkiye’yi Baskılama Stratejisi

Nesrin KALKAN OKUR

Tarih Bilim Uzmanı

1776’da Bağımsızlık Demeci’ni yayımlayıp Amerika Birleşik Devletleri (ABD) adıyla bağımsızlığını ilan eden ABD, bağımsızlık mücadelesini 1783 yılına kadar sürdürmüştür. [1] Avrupa’daki iç savaşlardan kendini korumak adına bazı önlemler almışsa da Avrupa’dan uzak durmayıp onlarla ticarete devam etmiştir. ABD’nin ilk Cumhurbaşkanı George Washington’dan itibaren Amerika yöneticileri, Amerika’yı Avrupa politikasından uzak tutmaya dikkat etmişlerdir. Bu politikaya Amerika’nın İnfirat (Isolation) Politikası denir. [2] Dönemin Cumhurbaşkanı James Monroe’nin mesajıyla bu politika, 2 Aralık 1823 günü Amerikan Kongresi’nde Monroe Doktrini adıyla onaylanmışlardır. [3] ABD’nin Avrupa’dan sonra Osmanlı Devleti’yle yakın teması 19. yüzyılda yapılan bir antlaşmayla başlamış, dönem dönem denge politikalarıyla günümüze kadar ulaşmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Osmanlı’yı ilk ziyareti George Washington zamanında, fırkateynle 9 Kasım 1800 yılında olmuştur. Osmanlı Devleti’nin 1827 yılında gemileri Batılı müttefikleri tarafından Navarin’de batırılmış ve dönemin padişahı olan II. Mahmut, Batılı devletlere güvenmemesi gerektiğini düşünerek Amerika ile Osmanlı Devleti arasında Seyr-i Sefain [4] adında antlaşma imzalanmıştır. Antlaşmanın bir maddesine göre Osmanlı’da yaşayan Amerikan vatandaşları kapitülasyon ve ayrıcalıklardan yararlanacaktı. [5] Bahsi geçen madde Osmanlı Devleti’nde ilerleyen zaman içerisinde hem siyasal hem de sosyal olarak problem oluşmasına sebep olmuştur. Anlaşma sonrasında Osmanlı topraklarında ABD tarafından misyonerlik okulları ve konsolosluklar açılmıştır.

İlişkiler genel anlamda ticari yapıda olsa da ABD, Osmanlı topraklarında misyonerlik faaliyetleri yürütmüş; bu bağlamda Protestan okulları açmıştır. Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı’nı fırsat bilerek bu okullara yenilerini eklemişlerdir. Amerikan kiliselerinin “American Board of Commisioners for Foreign Missions” [6] kanalıyla yaptıkları misyonerlik çalışmaları Osmanlı sınırlarında yaşayan Rum ve Ermenilere nüfuz etmeye başlayınca, Babıali 1860 yıllarından başlayarak misyonerlerin çalışmalarını denetlemek ve daha sonraları da Türk olmayan unsurlarda milliyetçilik şuuru uyandırmasından korktuğu ve Ermeni ayaklanmalarını desteklediklerini tespit ettiği Amerikan okullarını kapatmak istemiştir. Sonrasında Amerika Birleşik Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında Birinci Dünya Savaşı’na kadar süren anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştır. [7] Açılan bu Protestan misyonerlik okullarıyla Ermeni azınlığın bir kısmı Protestan olmuştur.

1877-1878 yılında 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı yaşanmış, Osmanlı Devleti’nin aldığı ağır yenilgi sonucunda bir antlaşma imzalanmıştır. Bu savaş sonunda günümüze kadar ulaşan ‘Ermeni Sorunu’ ve Kürtçülük meselesine dair maddeler içeren Berlin Antlaşması imzalanmıştır. [8] Bu antlaşmadan sonra Osmanlı Devleti’ne dış baskılar giderek artmış; ABD meclisi ise Ermenileri din birliği düşüncesiyle koruma altına alarak, Osmanlı aleyhine Ermeni haklarının daha fazla korunması talebinde bulunmuştur. Bu sebepten dolayı ABD, Osmanlı tebaası olan Ermenilerin isterlerse Amerikan vatandaşlığa geçerek Osmanlı’daki Amerikan haklarından yararlanmaları konusunda hak tanımış ve bunu kendi lehlerine çevirmiştir.

20. yüzyıla gelindiğinde 1909 yılında Amerikalı Albay Chester, Türk meclisine demiryolları ve madenlerle ilgili Chester Projesi’ni sunmuştur. [9] Projedeki amaç, Bağdat’taki demir yoluna ek demir yolu hatlarının açılması ve bu hatların alanında maden çıkarma imtiyazı elde etmektir. Bu plan daha sonra Lozan Barış Antlaşması için Türk Devleti’nin lehine verilmesi istenen bir destek hamlesi olarak görülmüş ve 1923 yılında anlaşma imzalanmıştır. ABD tarafından Lozan’a destek gelmeyince anlaşma iptal edilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından Avrupalı devletler Osmanlı’yı parçalama düşüncesiyle kendi aralarında gizli antlaşmalar imzalamışlardır. Savaşa Amerika’nın girmesiyle savaş seyri değişmiş, sonucunda ise Amerikalı Başkan Woodrow Wilson, 8 Ocak 1918’te barış ilkelerini belirlemek amacıyla 14 maddelik bir bildiri yayınlamıştır. [10] Bu bildiriye göre Osmanlı Devleti’ne çoğunluğu Türk olan bölgelerde güvenli hâkimiyet sağlanacak, ekonomik yaptırımlar uygulanmayacaktı. Güvenliği sağlamak amacıyla ise uluslararası bir örgüt kurulacaktı. 18 Ocak 1919’da Paris’te bir konferans düzenlendi ve Milletler Cemiyeti kuruldu. [11]

Türkiye Cumhuriyeti Devleti-ABD İlişkileri

1918 Wilson İlkeleri’ni yayınladıktan sonra tekrar yalnızlaşma politikasına giden ABD, Türkiye’yle ticarete devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşı’yla güç dengeleri değişmiş ve Türkiye, Avrupalı devletlerce savaşa çekilmek istenmiştir. ABD ise tarafsız kalmayı tercih ederek Avrupa’da savaş sırasında oluşan ekonomik sorunlara kendi nüfuzunu göstermek için Pasifik’te oluşan tehdide karşı silahlanmaya hız vermiştir. Bu amaçla 1941’de Ödünç Verme ve Kiralama Kanunu’nu senatosundan geçirerek kabul etmiştir. İngiltere’ye askerî yardımda bulunmuştur. [12] Savaş sırasında Japonya, Amerika’yı tehdit edip saldırıda bulunmuş, Pearl Harbor baskınına maruz kaldıktan sonra ABD, Midway hava saldırısıyla Japonya’ya karşılık verip aktif olarak savaşa katılmıştır. Bu durumdan dolayı kanunu ödünç verme, kiralama ve takas etme yetkisiyle genişletmiştir. Kanunun ilanından önce Refik Saydam’a böyle bir tasarıdan söz etmiş olan Roosevelt, Türkiye’nin de bu kanundan yaralanabileceğini belirtmiştir. Savaş sırasında silah yardımı konusunda talepte bulunan Türkiye’ye yardım edilmeyince İngiltere durumu ABD’ye bildirerek ABD’den Türkiye’ye silah yardımında bulunulması gerektiğini talep etmiştir. Bunun üzerine ABD, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü koruma konusunda destek olacaklarını bildirerek bu talebi kabul etmiştir. Bunun üzerine savaş sırasında toplanan Kahire Konferansı’nda gündem Türkiye olmuştur. İsmet İnönü’yle görüşen Roosevelt ve Churchill, Türkiye’nin savaşa girme konusunda İnönü’den üs istediklerini belirtmişlerdir. [13] Savaş sırasında yapılan tüm konferanslara rağmen Türkiye savaşa fiilen girmemiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında iki etkin güç olarak Sovyet Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri, dünya siyaseti ve ekonomisi üzerinde etkili olmaya başlamıştır. Sovyet Rusya’nın Orta Doğu, Balkanlar ve Avrupa’da yayılmacı politikasına ve komünizm yayma fikrine dur demek isteyen ABD, önce Truman Doktrini sonra ise Marshall Planı adı altında ekonomik politikaları piyasaya sürmüştür. Truman Doktrini’nin temelinde ise Sovyet yayılımı korkusu vardır. Doktrin, 12 Mart 1947 yılında Başkan Truman’ın bildiri okumasıyla kabul edilmiştir. Aynı yıllarda Yunanistan’da iç savaş olması Yunan ekonomisinin yara almasına sebep olmuştur. Truman, Sovyet Rusya’nın Yunanistan’ı etkisi altına aldığı düşüncesiyle hareket etmiş ve Sovyet Rusya’nın aynı politikayla Türkiye’yi etkisi altına alacağını düşünerek ABD tarafından Yunanistan ve Türkiye’ye ekonomik destek verilmesi öngörülmüştür. 22 Mayıs 1947’de Truman yardımı başlamıştır. [14]

Marshall Planı adıyla bilinen Avrupa Kalkınma Projesi, 16 devletin katılımıyla beraber Paris’te toplanan bir konferansıyla 12 Temmuz 1947’de başlamıştır. Projede temel amaç, yiyecek yardımının dışarıdan alınmaması ve dış kredilerle alışverişin yapılmaması adına Avrupa’yı kendine bağlamaktır. Avrupa Ekonomik İş Birliği Konferansı (CEEC) adı altında çalışan konferans, ihtiyacı olan devletlerin raporunu hazırlamış ve ABD hükûmetine göndermiştir. Böylece 1947-50 arası dönemde bu plan uygulanmaya başlamıştır.

1950 yılında Demokrat Parti’nin Türkiye yönetimine gelmesiyle beraber ABD’yle olan ilişkiler daha artmıştır. Alınan Marshall yardımlarıyla birlikte Türkiye ekonomisine geçici olarak fayda sağlanmışsa da karşılığında Amerika’ya, Türkiye’de bulunan maden ve petrollerin çıkarımı ve kullanım hakkı verilmiştir. 1950 yılında Türkiye, NATO’ya katılma isteğini bildirmiş akabinde Amerika Birleşik Devletleri’nin yanında yer alarak Kore Savaşı’na katılmıştır. Asıl amacı NATO’ya üye olmak olan Türkiye, ABD’yle olan ilişkilerine ilerleme kaydetmiştir. Aynı zamanda Amerika’yla ortak inşası yürütülen İncirlik Hava Üssü’nün 1951 yılında Adana’da inşasına başlanmış ve üs 1954’te hizmete açılmıştır. 1952 yılında ise NATO’ya giren Türkiye aynı zamanda 1955 yılında imzalanan Bağdat Paktı (CENTO)’nın kurucu üyesi olmuştur. İncirlik Hava Üssü’nden sonra Türkiye, ABD’nin 1959’da Jüpiter füzelerini topraklarına yerleştirmesine izin vermiştir. Türkiye, Avrupa Konseyi ile NATO’ya katıldıktan sonra 1957 yılında kurulan Avrupa Ekonomi Topluluğu’na katılmak istemiştir. 25 Haziran 1963 yılında Türkiye bu topluluğa kabul edilmiştir. [15]

1960’lara gelindiğinde Kıbrıs’ta Rumların Türklere karşı terör faaliyetleri vuku bulmuştur. Bunun üzerine Türkiye garantör devlet sıfatıyla Kıbrıs adasına asker çıkarmıştır. [16] Başkan Johnson ise Kıbrıs konusunda sert tutum sergilemiş, İnönü’ye bir mektup göndererek kendisine nota vermiştir. Mektupta müdahale yapılacaksa burada müttefiklere de danışılması gerektiğini vurgulamıştır ve iki devlet arasında mektuplaşmalar başlamıştır. Bu mektuplaşma süreci Johnson Mektupları olarak bilinmektedir. Türkiye’nin 1968 yılında Sovyet Rusya’ya yanaşmasıyla beraber Türkiye anti-Amerikan öğrenci hareketleri baş göstermiştir. Amerika’nın ambargo ve kapitalist uygulamaları protesto edilmiştir. Türkiye’nin ABD baskısıyla 1971’de yasakladığı afyon ekimi 1974’te serbest bırakılmıştır. 1974 yılını müteakiben Türkiye, NATO’da Amerika’dan aldığı silahlarla Kıbrıs’a çıkarma yapınca bu kez 1975 yılında ABD, Türkiye’ye silah ambargosu uygulamış ve dönemin başkanı Bülent Ecevit ise 1969’da imzalanmış olan Türk-Amerikan Antlaşması’na son vererek İncirlik Üssü’nü 1978’te ambargoyu kaldırmasına kadar ABD’ye kapatmıştır. 1980’lere gelindiğinde ABD, Türkiye’nin serbest piyasa geçmesini desteklemek amacıyla borç ertelemesi yardımında bulunmuş, 1980 yılında Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında Savunma İş Birliği Antlaşması imzalanmıştır. Türkiye’ye 13 milyar dolarlık kaynak aktarımı yapılmıştır. [17]

1990’da başlayan Körfez Savaşı ise yine Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri’ni karşı karşıya getiren bir dönüm noktası olmuştur. 1980’li yıllarda yaşanan İran-Irak savaşlarında tarafsız kalan Türkiye, yine Irak’la olan siyasi ilişkilerinden dolayı tarafsızlığını ilan etmiştir. Bu durum krize sebep olmuş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapılan Genel Kurul Toplantısı’nda şu ifadeler yer almıştır: [18]

Dünyada ve çevremizde Türkiye’yi yakından ilgilendiren gelişmeler olmaktadır. Basra Körfezi’ndeki olaylar, bu bölgedeki bir devletin egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını ortadan kaldıracak düzeye ulaşmıştır. Dünyada yumuşamanın ve barışçı girişimlerin hız kazandığı bu aşamada, bölgedeki dengeyi ve nispî istikrarı sarsan bu saldırının yarattığı bunalım hızla tırmanma eğilimi göstermektedir. Körfezdeki olayların Türkiye’yi doğrudan etkilemesi söz konusudur. Bu kaygı verici gelişmeler karşısında kamuoyunun bilgilendirilmediği, Hükûmetin etkin olamadığı, konunun kapalı diplomasiyle ve bireysel ilişkiler düzeyinde ele alındığı endişe ile gözlenmektedir. Son dönemde izlenilen, memnuniyetle karşıladığımız barış, yumuşama ve iş birliği ortamının henüz dünyamızın bütün bölgelerine aynı biçimde yansımadığı, sınırlarımızın hemen ötesinde cereyan eden bir olayla, Irak’ın Kuveyt’i işgal ve ilhak etmesiyle, açıkça görülmüştür. Bugün Körfez’de, boyutları giderek artan bir bunalım mevcuttur.”

Türkiye’nin taraf olmaması sonrasında Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’de ayrılıkçı/bölücü Kürtlerin faaliyetlerine destek vermiştir. ABD ile Avrupa devletleri 1937 yılı sonrasında Avrupa’da ve Türkiye’de çeşitli kültür ve öğrenci dernekleriyle işçi dernekleri kurmuş; İstanbul’da ise 1938 yılında Dicle Talebe Yurdu ve 1950’de açtığı Diyarbakır Talebe Yurdu ile çeşitli faaliyetlerde bulunmuştur. [19] ABD’nin Türkiye’deki bölücü Kürtlerle ilk teması bu dönemlerde başlamıştır.

KCK/PKK terör örgütünün 1990 ve sonrasında ayakta kalmasını sağlayan ABD, örgüte Körfez Savaşları sonrası yer açmış ve Irak’ın kuzeyinde Irak Kürt Bölgesel Yönetimi kurulmuştur. [20] Terör örgütüne ekonomik ve askerî destekler veren ABD’nin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı baskı politikalarına dolaylı olarak terör faaliyetleriyle devam ettiği görülmektedir.

ABD-PKK stratejik ilişkileri incelendiğinde dört aşama görülür; birincisi 1980 Şemdinli-Eruh Baskınları ve Birinci Körfez Savaşı, ikincisi İkinci Körfez Savaşı ve akabinde KCK/PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanması, üçüncüsü Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi ve Irak’ın işgali, dördüncüsü ise Irak Savaşı’ndan günümüze olan süreçtir. [21] 1997 yılında bölücü terör örgütüne karşı Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nin yaptığı bir operasyonda ele geçirilen mühimmatın bedeli 2,6 milyon olarak hesaplanmıştır. Örgütten ele geçirilen silah, mühimmat ve malzeme arasında Doçka uçaksavar da bulunmuştur. 10 yıl sonrasında ise yapılan başka bir operasyonda 38 adet uçaksavar mevziinin vurulduğu TSK tarafından bildirilmiştir. Terör örgütünün elinde 1990’lı yıllarda kalaşnikof bulunurken 2000’li yıllarda uçaksavarların bulunmasının arkasında ABD olduğu bilinen bir gerçektir. [22] Irak’ın kuzeyine yaptığı operasyonda Türkiye, 2000’li yılların başında KCK/PKK’yı tamamen bitirme sürecine gelmiş fakat ABD’nin Irak’ı işgali, terör örgütünün yeniden palazlanmasına sebep olmuştur. 2004 yılı itibariyle terör örgütüne ABD yardımları artmış ve ABD’nin Orta Doğu’daki nüfuz politikasıyla beraber Türkiye’de KCK/PKK terör örgütünün saldırıları artarak devam etmiştir. Hendek Olayları bu minvalde Türkiye’ye ağır bedellerin ödetildiği bir örtülü operasyon olarak görülmektedir. [23]

ABD yazılı ve sözlü olarak PKK’yı terör örgütü saymaktadır fakat masada yazdığı ile sahada uyguladığı politika tamamen farklıdır. Terör örgütü KCK/PKK’nın Suriye’deki siyasi uzantısı olan YPG’ye silah yardımlarında bulunmuştur. Amacı ise bölgede Türkiye’nin bölgesel güç olmasını engellemektir. Bush’un ortaya koyduğu “Orta Doğu Ortaklık Girişimi” projesiyle uyum olarak da 2016 yılında terör örgütü PKK’nın Suriye’deki silahlı uzantısı olan PYD’yi ve sonrasında İran’daki terör örgütü uzantısı olan PJAK’ı desteklemiş, bu örgütlere askerî yardımda bulunmuştur. [24]

ABD’nin Orta Doğu çıkarlarıyla baskılamak istediği Türkiye, bölgede söz sahibi olduğunu sınır ötesi askerî operasyonlarla bir kez daha göstermiş ve bölgedeki güç dengesini sağlamıştır. Türkiye’nin KCK/PKK ve unsurları ile DAEŞ’e yönelik faaliyetleri olarak Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyine düzenlediği askerî operasyonlar güç dengesini oluşturmaktadır. Askerî operasyonlar için ABD yalnızca Fırat Kalkanı Operasyonu’na kısmi olarak hava akınlarıyla destek verse de bölgede yaşanan operasyonları özellikle DAEŞ’e karşı olan askerî faaliyetleri “faydalı ve yararlı görmüyoruz” diyerek eleştirmiştir. [25] Türkiye üzerinde baskı politikası olarak kolektif terör faaliyetleri yürüten birbiri ile bağlantılı PKK, FETÖ, IŞİD/DAEŞ, DHKP-C, TKP-ML, FKÖ, ASALA, EOKA-EOKA-B, FHCK terör örgütleri [26] aktif olarak ayrılıkçı/bölücü unsur olarak rol almış ve almaya devam etmektedir.

Amerika Birleşik Devletleri her zaman çıkarlarını gözeterek hareket ettiğinde Türkiye’yi, uyguladığı politika ve yaptırımlarla kendine bağlamaya çalışmıştır. Bunun karşılığında Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 1960’tan sonra bir nevi Amerika’nın ambargolarına ve yaptırımlarına nota verip, karşı yaptırımlarla kendi gücünü ekonomik bağımsızlığını zedeleyecek her türlü emellere karşı korumuştur. Uyguladığı denge politikası ile Orta Doğu hâkimiyet mücadelesinde söz sahibi olan Türkiye, ABD’nin çıkarlarına ters düştüğünde ağır bedeller ödetilmek suretiyle çeşitli terör faaliyetlerine maruz bırakılmıştır. Değişen güç dengesi ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti çeşitli denge ittifakları gerek askerî gerekse siyasi olarak bölgede söz sahibi olmaya devam etmektedir.

Terörle Mücadele Kahramanlarına Minnetle…

Kaynakça

[1] Fahir Armaoğlu, “20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1995”, Timaş Yayınları, İstanbul 2016, s.69.

[2] İnfirat Politikası: Ayrı durma. İzolasyonizm ve Monroe doktrini kavramlarıyla kullanılır. Uluslararası sorunlara aktif olarak katılmamayı, ticari ilişkileri en alt düzeyde tutmayı öngören dış politika stratejisidir.

[3] Armaoğlu, Siyasi Tarih, s.73.

[4] 7 Mayıs 1830’da imzalanan ticaret antlaşmasıdır.

[5] Remzi Durmuş, “Geçmişten Günümüze Türk-Amerikan İlişkileri”, https://tasam.org/tr-TR/Icerik/4118/gecmisten_gunumuze_turk_-_amerikan_iliskileri_ Erişim: 15.06.2025.

[6] Amerikan Dış Misyonlar Komiserliği, 1810 yılında Williams Koleji mezunları tarafından kurulmuştur. İlk Amerikan Hristiyanlık misyoner örgütleri arasında yerini alır.

[7] Durmuş, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 3.

[8] Ömer Kalaycı, “Kürtçülüğün ve Bölücü Terör Örgütünün Avrupa Yapılanması”, Erişim: 24.05.2025 https://kalayciomer.wordpress.com/2024/02/09/kurtculugun-ve-bolucu-teror-orgutunun-avrupa-yapilanmasi/

[9] Demiryolları kurma ve maden çıkarma projesi olarak sunulan aslında ABD’nin imtiyazları almak istediği kendi nüfuz plandır.

[10] Rıfat Uçarol, “Siyasi Tarih 1789-2014”, Der Yayınları, İstanbul 2013, s.509.

[11] Uçarol, Siyasi Tarih 1789-2014, s. 509.

[12] Nuri Karakaş, “Amerika’nın Ödünç Verme ve Kiralama Yardımlarında Türkiye”, Tarih İncelemeleri Dergisi, C.24, S. 1, Temmuz 2009, s. 22.

[13] Oral Sander, “Siyasi Tarih 1918-1994”, İmge Kitapevi Yayınları, 2004, s.192.

[14] Sander, Siyasi Tarih, s. 258.

[15] Uçarol, Siyasi Tarih 1789-2014, s. 739.

[16] Kemal Akmeral, “Kıbrıs Türk’ünü İmhayı Hedefleyen Akritas Planı ve Annan’a dek Uzanan Planlar Süreciyle Kıbrıs”, İstanbul: Bilge Karınca Yayınevi, 2004, s. 99.

[17] Durmuş, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 6.

[18] Tekin Önal ve Abdullah Özdağ, “Körfez Savaşı ve Türk Dış Politikalarına Etkileri”, Turkish Studies, C:11/16, ss. 53-70, 2016, s. 57.

[19] Mehmet Kurum, Begüm Çardak vd, Türkiye’de Ayaklanmalar, Tedhiş Hareketleri ve Terörizm, ed. Mehmet Kurum, “Osmanlıdan Günümüze Türkiye’de Terörizm ve Terörizmle Mücadele”, Ankara: Nobel Yayınları, 2024, ss. 212-213.

[20]  Ömer Kalaycı, “Örtülü İttifaktan Resmi İşbirliğine: ABD-PKK/YPG Stratejik İlişkileri”, Erişim: 20.06.2025 https://stratejikortak.com/2024/04/ortulu-ittifaktan-resmi-isbirligine-abd-pkk-ypg-stratejik-iliskileri.html

[21] Kalaycı, Örtülü İttifaktan Resmi İşbirliğine.

[22] İbrahim Çevik, “Diplomasi ve İstihbarat Eliyle Kürt Toplum Mühendisliği “Kürt Srunu”mu Yoksa Örtülü Operasyon mu?”, Ankara: Ayrıntı Basım Yayım, 2010, s. 379.

[23] Kalaycı, Örtülü İttifaktan Resmi İşbirliğine.

[24] Ömer Kalaycı, “Bölücü Terör Örgütü PKK/KCK’nın Uluslararası Aktörlerle Stratejik İlişkileri”, Erişim: 20.06.2025 https://ulesam.org/bolucu-teror-orgutu-pkk-kcknin-uluslararasi-aktorlerle-stratejik-iliskileri/

[25] Ahmet Özcan-Emrah Özdemir, “Kore’den Suriye’ye Türk Ordusu Sınır Ötesi Harekâtlar”, İstanbul: Yeditepe Yayınevi, 2023, s. 191.

[26] İlyas Er-Gülten Güneş, “Türkiye’yi Hedef Alan Terör Örgütlerinin Kolektif Terör Faaliyetleri Örnekleri”, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, C:12, S:3, ss. 395-425, s. 397.

Fotoğraf: Anadolu Ajansı

Not: Bu makale, Dış Bakış dergisinin haziran 2025 sayısında yayınlanmıştır.

Webinara
Kayıt Ol !

Son 2 Gün