Blog Yazılarımız

TUDPAM | Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi > Analizler > Bir Gerilimin Anatomisi: T-4 Üssü, Diplomasi ve Bölgesel Satranç

Bir Gerilimin Anatomisi: T-4 Üssü, Diplomasi ve Bölgesel Satranç

Burak Can Çelik

Dış Politika Araştırmacısı

Giriş

İsrail ve Türkiye arasında olan diplomatik ve doğrudan ilişkiler, Suriye’de yaşanan son gelişmeler sebebiyle tekrardan yüksek tansiyonlu bir seyir izliyor. Özellikle Suriye’nin Orta Sahra kesimlerindeki Tiyas (T-4) Hava Üssü çevresinde gerçekleşen hadiseler, iki ulus devletin çıkarlarının çatışma riskini ortaya koydu. Türkiye’nin Suriye’de artırmaya yönelik gerçekleşen askerî planı ve varlığı, İsrail tarafından kendi operasyonel serbestisine yönelik bir tehdit olarak algılanıyor. Bu durum ise genel anlamda İsrail medyasında düşünce ve topluluk kuruluşlarında kendine çok yer verirken, Türkiye tarafından son güne kadar bir açıklama gelmediği görülmektedir. İlaveten, sahada karşılıklı güç gösterilerine ve diplomatik temaslara yol açarak bölgesel dengelerin sorgulanmasına neden oldu. Aşağıda, Türkiye’nin Suriye’deki askerî pozisyonu, İsrail’in hava üstünlüğünü koruma stratejisi ve bu çerçevede yürütülen üst düzey temaslar analitik bir bakışla ele alınmaktadır.

T-4 Hava Üssü Krizi ve Yükselen Tansiyon

Suriye’de iç savaş sonrası denklemde köklü değişimlerin gerçekleştiği bir dönemde, T-4 Hava Üssü kritik bir sembol hâline geldi. Suriye muhalefetinin aralık ayında Beşar Esad’ı devirerek iktidara gelmesiyle Türkiye, yeni Şam yönetiminin en önemli müttefiki konumuna yükseldi. Ankara, yıllardır desteklediği muhaliflerin kurduğu bu yeni yönetimin güvenliğini sağlamak ve Suriye’nin istikrarını pekiştirmek amacıyla ülkede askerî varlığını derinleştirmeyi de planlıyor. Bu kapsamda Türk askerî heyetleri son haftalarda Humus bölgesindeki T-4 ve Palmira üsleri ile Hama’daki askerî havaalanını inceleyerek bu tesislerin altyapısını değerlendirdi. Ankara’nın Suriye ile bir ortak savunma paktı kapsamında bu üslere konuşlanma olasılığını değerlendirdiği belirtiliyor.

Ancak bu plan ve değerlendirme gelişmesi İsrail tarafından alarm verici bulundu. Tel Aviv hükûmeti, Suriye’deki hava üstünlüğünü ve İran ekseninden oluşabilecek tehditlere karşı kararlı olduğunu açıkça ortaya koydu. Ardından İsrail Hava Kuvvetleri, mart ayı sonunda söz konusu T-4 Üssü’nü ağır bir bombardımanla vurdu. Bu saldırıda pist, kontrol kulesi, hangarlar ve üste bulunan uçaklar imha edildi. İsrailli yetkililer bunun “Türkiye’ye mesaj vermek” amacı taşıdığını dile getiriyor. Mesajın içeriği, Suriye’de artan Türk askeri varlığının ve yeni üs girişimlerinin “kabul edilmeyeceği” yönünde oldu. Gerçekten de İsrail Savunma Bakanı Israel Katz, bu hava harekâtını “İsrail’in güvenliğinin zarar görmesine asla izin vermeyeceklerine dair bir uyarı” olarak nitelendirdi. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar ise Türk yetkililerin Suriye’yi âdeta bir “Türk himayesine” dönüştürmeye çalıştığını iddia ederek rahatsızlığı dile getirdi.

Türk tarafı ise İsrail’in Suriye topraklarına yönelik bu tür tek taraflı saldırılarını bölgesel istikrar için tehlikeli görüyor. Ankara, İsrail’in son hava operasyonlarının Suriye’nin toprak bütünlüğünü ihlal ettiğini ve bölgede kaosun tohumlarını ektiğini savunuyor. Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan bir açıklamada, “İsrail, bölgemizin güvenliği için en büyük tehdit hâline gelmiştir… Stratejik bir destabilizatör olarak terörü beslemektedir.” ifadeleri kullanıldı. Bu sert açıklamalara rağmen Türk hükûmeti doğrudan çatışmadan kaçınmak istediğini de vurguluyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Türkiye’nin Suriye’de İsrail’le karşı karşıya gelmek istemediğini” açıkça belirtmesi bu tutumu ortaya koymaktadır. Ankara, Suriye’deki askerî adımlarının İsrail’e karşı bir tehdit oluşturmadığı konusunda müttefiklerini, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ni ikna etmeye çalışmıştır

İsrail’in Hava Üstünlüğü Stratejisi

İsrail, Suriye’de yıllardır süregelen iç savaş boyunca kendisine yönelen veya yönelebilecek tehditleri engellemek adına agresif ve istikrarlı bir hava harekâtı stratejisi yürüttü. İran ve Hizbullah gibi vekil güçlerin Suriye’deki konuşlanmalarını hedef alan sayısız hava saldırısıyla İsrail Devleti’nin öne sürdüğü “kırmızı çizgilerini” koruyan Tel Aviv, Suriye hava sahasında fiilî bir üstünlük sağladı. İsrail Hava Kuvvetleri’nin bu prensibi, potansiyel tehdit barındıran tüm unsurlarını ister İran destekli milisler ister yeni Suriye yönetiminin radikal unsurları veya dış destekçileri ve stratejik bölge ve yapıları olsun, önleyici vuruşlarla sınırlanmasına dayanıyor. Bu bağlamda İsrail ordusu son olarak aralık ayından bu yana Suriye’nin güneybatısında belirli alanları fiilen kontrol altına almış, Golan sınırının karşısındaki bölgelerde insansız hava araçları ve özel birliklerle operasyonlar yürütmüştür. 2025 başlarında Esad rejiminin çökmesinin ardından İsrail ordusu, sınırın Suriye tarafında Birleşmiş Milletler (BM) kontrolündeki tampon bölgeye kadar ilerleyerek güvenlik hattını genişletmiştir. Bu adımlar, İsrail’in yeni duruma hızlı adapte olarak saha inisiyatifi aldığını göstermektedir.

Tel Aviv’in stratejik ve nihai hedefi, Suriye’nin geleceğinde kendisine yönelik tehdit oluşturabilecek hiçbir güç boşluğunun oluşmasına izin vermemektir. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, şubat ayında ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile Kudüs’te yaptığı görüşmede “Eğer bugün Suriye’de herhangi bir güç İsrail’e karşı bir tehdit oluşturabileceğini düşünüyorsa yanılıyor demektir. İsrail, sınırına yakın Suriye topraklarından gelecek her tehdidi önleyecektir.” diyerek bu kararlılığı vurgulamıştır. Dolayısıyla İsrail, Suriye’de ister İran ister başka aktör kaynaklı olsun, kendi güvenliğine risk teşkil edecek gelişmelere karşı hava üstünlüğünü kullanarak hızlı yanıt verme yaklaşımını sürdürecektir. T-4 Üssü’ne yönelik son saldırılar da bu politikanın bir uzantısıdır. İsrail ordusu, Türkiye’nin bu üssü kullanım ihtimalini fiilen ortadan kaldırarak burada herhangi bir yeni askerî yığınak yapılmasının önüne geçmiştir. Reuters’a konuşan bölgesel bir istihbarat yetkilisinin ifadesiyle, “T-4’e yönelik baskın, çok sert bir mesajdır. İsrail, Suriye’de genişleyen bir Türk varlığını kabul etmeyeceğini göstermiştir.” Nitekim saldırı sonrası T-4 Üssü “kullanılamaz hâle gelmiştir.”

İsrail tarafı, gerçekleştirdiği bu politik ve askerî hamleleri mümkün olduğunca kontrollü bir tansiyon çerçevesinde tutmaya gayret ediyor. Tel Aviv’den yapılan resmî açıklamalarda hedefin doğrudan Türk güçleri olmadığı ancak “Suriye’nin İsrail’e karşı bir operasyon üssüne dönüştürülmesine müsamaha gösterilmeyeceği” dile getiriliyor. İsrail için kritik olan, sınırlarında İran benzeri ikinci bir tehdidin belirmemesidir. Bu nedenle hava sahasındaki mutlak üstünlüğünü korumak adına gerekirse Türkiye ile diplomatik kriz pahasına bu tür önleyici operasyonlara başvurabileceğini net bir şekilde dünya kamuoyunun gözleri önüne sermiştir. Ancak İsrail içinde de bu gerilimin uzun vadeli etkileri tartışılmaktadır. Eski İsrail Büyükelçisi Alon Liel, Türkiye’deki mevcut yönetimin İsrail’e yönelik sert tutumu nedeniyle “İsrail’in Türkiye ile diplomatik ilişkileri derhal kesmesi gerektiğini” savunmuştur. Bu tür uç değerlendirmeler bir yana, İsrail kabinesi de konuyu ciddiyetle ele almaktadır. Başbakan Netanyahu’nun “Türkiye’nin Suriye’deki rolünü” görüşmek üzere savunma şefleriyle bir toplantı daha yaptığı ve meselenin hızla “birinci öncelik” hâline geldiği basına yansımıştır. Hatta bazı İsrailli savaş uzman ve teorisyenleri, 2025 yılı için en önemli askerî önceliğin Gazze mi, İran mı yoksa Türkiye mi olacağı sorusunu gündeme getirerek Tel Aviv’in karşı karşıya olduğu stratejik ve politik ikilemi ortaya koymuştur. Bu çerçeve İsrail’in hava üstünlüğü normunu sürdürürken, bir yandan da Türkiye ile açık bir çatışmayı göze almak istemediğine işaret ediyor; zira her iki ülke de gerginliği tırmandırmanın bölgesel çapta kontrol edilemez sonuçlar doğurabileceğinin farkında.

Diplomatik Temaslar

Suriye özelinde yaşanan bu gerilim, diplomatik arenada da yoğun mekik diplomasilerini beraberinde getirdi. Türkiye ve İsrail istihbarat kurumları ile diplomasi trafiğini devreye sokarak doğrudan çatışmanın önlenmesine odaklandı. Bu tabloda, Kuzey Atlantik Antlaşma Örgütü (NATO) Dışişleri Bakanları Toplantısı için Brüksel’de bulunan Hakan Fidan’ın, görüşmelerin perde arkasında İsrail Mossad Başkanı David Barnea ile bir araya geldiği belirtiliyor. NATO zirvesinin sağladığı çok taraflı atmosferde gerçekleşen bu temasın iki ülkenin Suriye’deki hamlelerini birbirine izah etmeyi ve yanlış hesap riskini azaltmayı amaçladığı düşünülmekte. Her ne kadar bu görüşmenin detayları kamuoyuna açıklanmasa da zamanlaması ve içeriği itibariyle T-4 Üssü ve Suriye denklemindeki tansiyonun ele alınmış olması muhtemeldir. İki tarafın istihbarat başkanlarının böyle bir dönemde buluşması, doğrudan liderler düzeyinde dillendirilmeyen mesajların kapalı kapılar ardında iletilmesine imkân tanır. Nitekim, geçmişte de Ankara ile Tel Aviv arasında kriz zamanlarında istihbarat kanallarının açık tutulduğu bilinmektedir. Bu gayriresmî görüşmeler, tarafların kırmızı çizgilerini netleştirmesine ve olası yanlış anlaşılmaların önüne geçilmesine hizmet ederek gerilimin kontrollü yönetilmesine katkı sunar.

Bununla birlikte, ABD’nin de devreye girerek iki müttefiki arasındaki tansiyonu düşürmeye çalıştığı gözlenmektedir. 2025 başında göreve gelen ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, bölgeye yönelik temaslarında hem Türkiye hem İsrail ile yüksek düzeyli görüşmeler yaptı. Rubio, şubat ayında Kudüs’te İsrail Başbakanı Netanyahu ile bir araya gelerek ABD’nin İsrail’e sarsılmaz desteğini vurguladı. Kamuoyu önünde yaptığı açıklamalarda İran’ın bölgedeki istikrarsızlığın birincil kaynağı olduğunu ve İsrail’in güvenliğine yönelik tehditlerin kabul edilemeyeceğini belirtti. Bu mesajlar, dolaylı olarak Suriye’deki yeni düzene de gönderme yapıyordu. Washington, İsrail’in güvenlik endişelerini ciddiye aldığını ve bölgede İran benzeri yeni bir cephe açılmasını istemediğini netleştirdi.

Öte yandan Rubio, Nisan ayı başında Brüksel’deki NATO toplantısında Hakan Fidan ile de görüştü. Bu görüşme sonrasında ayrıntılar kamuoyuna açıklanmasa da Amerikan tarafının Türkiye’ye Suriye hamlelerinde itidal ve şeffaflık telkin ettiği, İsrail ile doğrudan bir çatışmadan kaçınılması gerektiği mesajını verdiği diplomatik çevrelerde konuşuluyor. Nitekim Fidan, Brüksel’de Reuters’a verdiği demeçte Washington’da yaptığı temaslarda yeni Suriye yönetiminin komşularına tehdit oluşturmayacağı konusunda ABD’yi bilgilendirdiklerini aktarmıştır. Ankara’nın bu diplomatik söylemi, ABD üzerinden İsrail’e güvence verme çabasının bir parçası olarak değerlendirilebilir. Washington Institute uzmanı Soner Çağaptay da Türkiye ve İsrail’in “ideolojik bir çatışma rotasında” olsalar bile Washington’un arabuluculuğuyla askerî bir tırmanışı engelleyebileceklerini ifade ediyor. Bu durum, ABD’nin perde arkasında her iki tarafla da yoğun temas yürüterek ortamı yatıştırmaya çalıştığını göstermektedir.

Senatör kökenli Marco Rubio’nun bölgedeki son temaslarından çıkan en önemli sonuç, ABD’nin hem Türkiye’yi hem İsrail’i vazgeçilmez müttefikler olarak görmeye devam ettiğidir. NATO toplantısında ittifak dayanışmasını vurgulayan Rubio, Amerika’nın müttefikleri arasındaki gerilimi azaltmak için aktif çaba gösterileceği mesajını verdi. Bu denge politikası kapsamında Washington yönetimi İsrail’e Suriye’deki güvenlik çıkarlarını koruyacağına dair destek sunarken, Türkiye’yi de Suriye’deki adımlarını koordinasyon içinde atmaya davet ediyor. Rubio’nun çabaları aslında örtük bir biçimde Ankara ile Tel Aviv arasında köprü rolü oynamak şeklinde tezahür ediyor denilebilir.

Bu temaslar sonucunda iki ülkenin de daha temkinli ve iletişime açık davrandığı gözleniyor. Örneğin, İsrail tarafı Türkiye’ye karşı sözlü eleştirilerinde dozajı düşürürken (telkin ettiği üzere son saldırıların mesajının sadece “Suriye’deki terör unsurlarına” yönelik olduğunu vurgulamaya başladı), Türkiye tarafı da İsrail’e yönelik tepkisini diplomatik platformlarla sınırlandırdı ve “doğrudan çatışma niyetimiz yok” çizgisini korudu. Bu karşılıklı itidalli söylem değişikliğinde, Rubio liderliğindeki Amerikan diplomasisinin de payı olduğu söylenebilir.

Sonuç Yerine: Bölgede Örtük Stratejik Ortaklık İhtiyacı

Yaşanan hadiselerden sonra varılan nokta itibariyle, Türkiye ve İsrail açıkça karşı karşıya gelmekten imtina etmeye çaba sarf edilse de Suriye’nin geleceği konusundaki farklı perspektifler nedeniyle örtülü bir güç mücadelesi içindedirler. Ankara, güney komşusunda kendisine dost bir yönetim ve düzen kurulmasını hayati çıkarı olarak görürken Tel Aviv, Suriye topraklarının bir başka tehdit oluşturabilecek bir cephenin üssü hâline gelmesine kesin bir dille karşı çıkmaktadır. Bu iki bölgesel güç, Suriye satrancında rakip hamleler yapsalar da aslında uzun vadede çıkarlarının tamamen zıt olmadığı açıktır. Her ikisi de Suriye’nin parçalanıp terör örgütleri için üreme alanına dönüşmesini istemiyor; DAEŞ gibi radikal yapılanmaların engellenmesi hem Türkiye’nin hem İsrail’in ortak çıkarınadır. Ayrıca İran’ın bölgedeki nüfuzunun sınırlandırılması konusunda da örtüşen endişelere sahipler. Dolayısıyla, aralarındaki ideolojik ayrışmaya rağmen iş birliği yapabilecekleri geniş bir zemin bulunmaktadır.

Bu iş birliğinin hayata geçebilmesi için öncelikle karşılıklı güvenin tesis edilmesi gerekiyor. 7 Ekim’de Hamas’ın gerçekleştirmiş olduğu “Aksa Tufanı” operasyonundan önce iki ulus devletin diplomatik, ticari ve stratejik iş birliği demeçlerini hatırlayalım. Şu anki tabloya bakıldığında Türkiye ve İsrail, aleni biçimde müttefik olamasalar da perde arkasında stratejik bir diyalog geliştirmek bölge ve her iki ülke için elzem niteliğindedir. Nitekim analistler, Suriye konusunda uzlaşmazlıkların ABD’nin arabuluculuğuyla giderilebileceğini ve iki ülkenin çatışma yerine diyalog ve koordinasyon yoluna girmelerinin bölgesel istikrar açısından kritik olduğunu vurguluyor. Bu perspektiften bakıldığında, Ankara ve Tel Aviv’in kontrollü gerilim stratejisini sürdürerek kırmızı çizgilerine saygı duyulan bir denge kurmaları mümkündür. Son NATO zirvesi sırasında gerçekleşen üst düzey temaslar ve verilen ılımlı mesajlar da bu yönde bir başlangıç sinyali olarak değerlendirilebilir.

Unutmamak gerekir ki Türkiye ve İsrail, geçmişte örtülü de olsa stratejik iş birliği tecrübesine sahip iki ülkedir. Soğuk Savaş sonrasında 1990’larda askerî ve istihbarat alanlarında kurdukları yakın ortaklık, bölgedeki güç dengelerini şekillendirmişti. Bugün koşullar değişmiş ve politik iklim sertleşmiş olsa da jeopolitik çıkarlar anlamında benzer bir ihtiyaç yeniden doğmuş görünüyor. Bölgedeki yeni düzende Ankara ve Tel Aviv’in cepheleşme yerine gerekli konularda koordinasyon ve kriz yönetimi mekanizmaları geliştirmesi, her iki tarafın da kazanç hanesine yazılacaktır. Son tahlilde, Suriye’de istikrarın sağlanması da İran kaynaklı tehditlerin dengelenmesi de terörizmin engellenmesi de Türkiye-İsrail çıkar ortak paydasına girmektedir. Bu gerçeklik, iki ülkenin açıktan ilan edilmese bile fiilen stratejik ortaklar gibi davranmasını zorunlu kılmaktadır. Bölgesel denklem, çatışmadan ziyade ihtiyatlı iş birliğini ödüllendirecek şekilde evrilmektedir. Ankara ve Tel Aviv’in bunu görerek hareket etmesi sadece kendi güvenlikleri için değil, tüm Orta Doğu’nun barışı ve düzeni için de kritik öneme sahiptir.

Kaynakça

Exclusive: Turkey wants no confrontation with Israel in Syria, foreign minister says – https://www.reuters.com/world/middle-east/turkey-wants-no-confrontation-with-israel-syria-foreign-minister-says-2025-04-04/#:~:text=Sign%20up%20here

Exclusive: Israel hit Syrian bases scoped by Turkey, sources say – https://www.reuters.com/world/middle-east/israel-hit-syrian-bases-scoped-by-turkey-hinting-regional-showdown-sources-say-2025-04-04/#:~:text=Another%20planned%20visit%20to%20T4,the%20two%20Syrian%20military%20sources

https://www.hurriyetdailynews.com/fidan-reinforces-turkiyes-nato-role-at-key-brussels-summit-207660#:~:text=Fidan%20met%20with%20U,NATO%20meeting%20on%20April%203

https://www.jns.org/full-remarks-netanyahu-and-rubio-presser-in-jerusalem/

https://www.washingtoninstitute.org/policy-analysis/between-israel-and-turkey-implications-new-syria#:~:text=Israel%20and%20Turkey%20have%20taken,path%20toward%20dialogue%20and%20peace

https://gazeteoksijen.com/dunya/disisleri-bakani-hakan-fidan-suriyede-israille-karsi-karsiya-gelmek-istemiyoruz-238929

Fotoğraf: Anadolu Ajansı

Webinara
Kayıt Ol !

Son 2 Gün