Hüseyin YELTİN
TUDPAM Başkanı
Giriş
Bugün 100. yaşını kutlayan Türkiye Cumhuriyeti, dış politikada geleneksel olarak belirtildiği üzere statükocu ve Batıcı bir yaklaşım sergileyerek kendi hareket alanın bu minvalde belirlemiştir. 100 yılda farklı farklı arayışlar içerisine giren Türkiye, geleneksel dış politik anlayışını günümüzde hâlen sürdürmeye devam etmektedir. Bazı dönemlerde farklı politik eğilimler sergileyen Türkiye, her ne olursa olsun bulunduğu çizginin dışına çıkmaya ve son dönemdeki aktif politikasına erişmeyi genellikle tercih etmemiştir.
2000’li yıllarla birlikte uluslararası sistemde meydana gelen değişim ve dönüşümler elbette Türk dış politikasını da yakından etkilemiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) iktidara geldiği 2002 yılından itibaren dış politikada bazı gelişmeler yaşanmış ve uygulanan dış politik hamlelerden dolayı Türkiye’nin ufkunun genişlediği yönünde olumlu yorumlar yapılırken, Türkiye’nin ekseninin kaydığı ve geleneksel dış politika anlayışından koptuğu yönünde de ciddi eleştiriler olmuştur. Tam da bu noktada, Türkiye’nin ikinci yüzyılında Batı ile nasıl bir seyirde olacağı üzerine bahsetmek yerinde olacaktır.
Türkiye’nin Batı’ya Yaklaşımı
Bilindiği üzere Türkiye, geleneksel çizgisi olarak yansıtılan Batıcılıktan tamamıyla kopmuş bir ülke olmamakla birlikte Batı’ya da tamamıyla bağımlı olabilecek bir yapıda değildir. Gün geçtikçe orta büyüklükte anılan devlet olmaktan çıkan ve bölgesel/küresel bir güç olmaya doğru ilerleyen Türkiye, uluslararası sistemde meydana gelen değişiklikleri dikkatle okumasını öğrenmeye başlamıştır. Hâl böyle olunca da Türkiye’nin Batı ile kuracağı diyalog zemini ve dirsek teması farklı bir sürece evrilebilmektedir.
Batı denilince ilk akla gelen örgütün Avrupa Birliği (AB) olduğu aşikârdır. Dolayısıyla Batıcılık teması üzerine kurulduğu ve yönünü daima Batı’ya döndüğü iddia edilen Türkiye’nin AB ile son dönem ilişkilerine bakıldığında bir gerileme yaşandığı görülmektedir. Özellikle insan hakları ve terörle mücadele gibi konular kapsamında sert eleştirilere maruz kalan Türkiye, cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra AB ile ilişkilerini canlandırmak istediği yönünde irade beyanında bulunmuştur. Türkiye’nin AB ile ilişkilerini geliştirmesi hiç şüphesiz demokratik değerlerle ve ülkemize gelebilecek ekonomik katkılarla paralel düşünülmelidir. Avrupa kıtasında artan Türk ve Müslüman düşmanlığı, Türkiye’nin AB ülkeleriyle ikili ilişkilerinde ihtiyatlı davranmasını getirecektir.
Bir diğer Batı temalı örgütlerden görülen Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) ile Türkiye ilişkilerinde ciddi bir sınav mevcuttur. Bu sınavın da uzunca bir dönem sürmesini beklemek yerinde olacaktır. NATO ile ilişkilerinde Türkiye’yi bekleyen en önemli sınavların başında İsveç’in üyeliği ve terör konusu gelmektedir. Türkiye’nin yüzüncü yılında da çokça konuşulacak bu meselelerin nereye evrileceği merak konusu olmaya devam edecek gibi gözükmektedir. Özellikle terörle mücadele kapsamında NATO üyesi Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile ters düşmeye devam eden Türkiye, zorlu süreçlerden geçecektir. NATO’nun kendisine kazandırdığı kartı da tıpkı Finlandiya için kullandığı gibi İsveç için de kullanmalıdır. Dolayısıyla Türkiye, İsveç konusundaki tutumunu sürdürmeye devam etmeli ve kendi güvenliğini sağladığına inanmalıdır. İlerleyen aşamalarda belki de ABD başta olmak üzere, NATO’nun önemli aktörü olan ülkelerden baskılama politikası gelecek olabilme ihtimaline karşı dahi Türkiye’nin pozisyonu değişmemelidir. Türkiye’nin bu tarz krizleri fırsata çevirebilmesi ikinci yüzyılında ciddi bir güç kazandıracaktır.
Rusya-Ukrayna Savaşı ve Türkiye
2022 yılının şubat ayında başlayan savaş, hiç şüphesiz Türkiye’nin ikinci yüzyılının ilk senelerinde de en çok konuşulan/tartışılan konularından biri olacaktır. Çünkü savaşın gidişatından çok savaşın uluslararası konjonktürde yaratacağı kırılmalar daha merak uyandırmaktadır. Dolayısıyla bu savaşın seyrini etkileyen aktörlerin, uluslararası sistemde oyun kurucu pozisyonuna yükselme ihtimali muhtemel gözükmektedir. Dolayısıyla savaşın başladığı ilk günden bu yana aktif bir dış politika sergileyen Türkiye, tarafsız tutum sergilemekten ve iki tarafa da itidal çağrısı yapmaktan vazgeçmemiştir. Dahası Türkiye, savaşın başından günümüze kadar geçen sürede Rusya ile diyalog gerçekleştirebilen ve dünya ile Rusya arasında hem siyasi hem de ekonomik köprü olmayı başarabilen bir pozisyon elde etmiştir. Bunun yanı sıra Ukrayna tarafıyla da yakın temasına devam eden Türkiye, BAYKAR şirketi vasıtasıyla da Ukrayna’nın savunma gücüne destek vermekten çekinmemektedir.
NATO üyesi olan bir ülkenin Rusya’yla bu denli yakın olarak süreçte aktif bir rol oynaması elbette NATO’nun da reddedemeyeceği bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. NATO’nun genişlemesinden çekinen Rusya ile Rusya’nın savaşı ileri taşımasından korkan bir NATO arasında Türkiye’nin köprü vazifesi görmesi ve bunu dikkatle ele alması, 2023 Türkiye’sinin hanesine kazanç olarak yazacaktır. Nitekim Rusya’nın Türkiye’yi, Avrupa’ya gaz ihraç eden bir “enerji üssü” olarak planlarına dahil etmiş olması bunun en önemli işaretidir. Enerji üssü potansiyeli taşıyan ya da taşıyacak olan bir Türkiye’nin, yeni yüzyılında Avrupa ülkeleri ile ilişkilerinde bir el değişikliğini de beraberinde getirecektir. Rusya’ya uyguladıkları yaptırımlar neticesinde enerji alanında kriz yaşaması muhtemel olan Avrupa’nın alternatif güzergâhlara yönelecek olması ve bu noktada da Türkiye’nin öne çıkması Batı ile Türkiye arasında bir yakınlaşma vesilesi ya da bir hesaplaşma unsuru da doğurabilir.
Türkiye’nin yeni yüzyılında, dış politikasındaki en önemli meselelerinden biri devam eden Rusya-Ukrayna savaşının çözüme kavuşturulması konusunda sağlayacağı desteğin etkinliği olacaktır. Türkiye’nin yürüttüğü bu diplomatik çabaların yeni oluşacak ya da oluşma sinyalleri veren uluslararası sistemde belirleyici bir rol alacağının işaretidir. Dolayısıyla Türkiye, cumhuriyetinin yeni yüzyılında da aktif diplomatik çabalarını sürdürecek ve hem Batı hem de diğer bölgelerle arasında konjonktürün gereği olarak köprü vazifesi görmeye devam edecektir.
Ortadoğu Ülkeleri ile Normalleşme
Geçtiğimiz yıl ile başlayan Türkiye’nin Ortadoğu ülkelerine dönük bazı politikalarını güncelleme ihtiyacı son dönemde İsrail, Mısır, Körfez ülkeleri ve Suriye ile normalleşme girişimleri ile de sürmektedir. Türkiye’nin Ortadoğu’daki halk hareketlerinin ardından takındığı tutum ve sonrasındaki bölge ülkeleriyle yaşanan nispi kopuşlar, bazı konularda Türkiye’nin aleyhine işlemiştir. Bu konuyu tecrübe ederek anlamlandıran Türkiye, özellikle son dönemde büyük önem kazanan Doğu Akdeniz meselesinde yalnızlaştırılmaya çalışıldığını da iyi analiz etmiş ve bölge ülkeleriyle normalleşme çabalarına ağırlık vermiştir. Bu noktada Mısır, Libya ve İsrail hamlelerini gerçekleştiren Türkiye, Suriye konusuna da ağırlık vermeye başlamıştır.
Türkiye’nin normalleşme çabalarında belki de en zor aşama Suriye ile olacaktır. Çünkü Türkiye, Suriye’de yaşanan halk hareketlerinden sonra iç savaşa dönüşen süreçte aktif bir şekilde rejim karşıtı gruba hem maddi hem de manevi anlamda destek verilmiştir. Ayrıca Suriye’nin kuzeyinde konuşlanan terör örgütlerine karşı da sınır dışı harekatları gerçekleştirerek, bölgede kurucu bir unsur olmayı tercih ederken; bunun da Türkiye’ye yansıması ağırlıklı olarak demografik konuda olmuştur. Türkiye tarafından oluşturulmak istenen güvenli bölge, Suriye rejimi tarafından farklı algılara neden olmaktadır. Bu sorunun çözümlenmesi ise bugünden yarına olabilecek bir süreç elbette olmayacaktır. Dolayısıyla Türkiye, konjonktürün bir gereği olarak Suriye rejimi ile ikili ilişkilerini geliştirme yolunu tercih etmelidir. Nitekim ülke içerisinde artan “göçmen karşıtlığı ideolojik söylemleri” ve bu söyleme verilen ciddi destek, Türkiye’yi normalleşmeye iten etkenlerin başında gelmektedir. Hülasa Türkiye’nin, yeni yüzyılında sorunlu olduğu Suriye konusuna ciddi bir eğilim göstermesi gerekmektedir. Tabii bu durumun gerçekleşebilmesi adına da Türkiye’nin güvenlik endişelerinin sona ermesi/erdirilmesi ve Suriye’nin kuzeyinde konuşlanmış terör yuvalarının bertaraf edilmesi de elzem bir konudur. Türkiye’yi Ortadoğu’da zorlayacak bir diğer konunun da İsrail-Filistin arasında süren savaşın olacağı aşikârdır. Bu noktada Türkiye, pozisyonunu diplomatik enstrümanların doğru kullanılmasından yana almalıdır. Özellikle insani yardımların yürütülmesi, savaşın şiddetinin hafifletilmesi, olası göç krizlerinin önlenmesi gibi meselelerde Türkiye’nin önerilerle ve çözüm yollarıyla sürece yön vermesi, bölgedeki gücüne güç katmaya devam edecektir.
İnsani Diplomasi Konusu ve Türkiye
2000’li yılların ortalarından itibaren Türkiye’nin Afrika kıtasına ciddi anlamda yönelim göstermesi ve oradaki ülkelerle tarihsel ve kültürel anlamda gönül bağı kurma çalışmaları “insani diplomasi” çerçevesinde gerçekleşmiştir. Bu bağlamda Türkiye, bölge ülkeleriyle ekonomik, siyasi, kültürel alanlarda ikili ve çoklu ilişkilerini geliştirmiş ve bölgeye sivil toplum kuruluşları (TİKA, Türk Kızılayı, YTB) vasıtasıyla ciddi destek sağlamıştır. Türkiye’nin 2000’li yılların ortalarından itibaren ilgi duyduğu ve yatırımlar gerçekleştirdiği Afrika’da bu olumsuz tabloyu önlemek adına birtakım girişimleri olduğu bilinmektedir. Nitekim bunların başında da “Tahıl Koridoru Anlaşması” gelmektedir. Anlaşma sayesinde temel gıda ihtiyaçlarının Afrika’ya da aktarılmasında büyük rol oynayan Türkiye, bölge ülkeleri ile ilişkilerini daha da geliştirmiştir. Yeni yüzyılında Türkiye Cumhuriyeti, Afrika kıtasında “insani” sebeplerle var olmaya devam etmelidir. Özellikle küresel güçlerin farklı amaçlar besleyerek kıtada yer almayı sürdürmesi, Türkiye’nin “insani diplomasi” yürüterek bölgede yer almasını daha değerli kılacaktır. Ayrıca Türkiye’nin bölge ülkeleriyle sağladığı/sağlayacağı gönül bağı; başta ekonomik, siyasi ve kültürel konularda da olumlu bir geri dönüşe vesile olacaktır.
Asya-Pasifik Bölgesi ve Türkiye
Asya-Pasifik coğrafyası, 2000’li yılların başından itibaren dikkate değer bir dönüşüm gerçekleştirerek dünyanın jeopolitik merkezine oturmaya başlamıştır. Bu değişim ve dönüşüm küresel aktörlerin ön planda olduğu ve uluslararası sistemin yeniden şekillendiği bir döneme işaret etmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere 21. yüzyıl Asya’nın yükselişine şahitlik etmektedir. Bu jeopolitik dönüşümü iyi okuyan aktörlerin, bölgeye yönelik politikalar üretmeye başladığı görülmektedir. Böylesi bir dönüşüme ve küresel merkezin kaymasına Türkiye’nin kayıtsız kalması mümkün değildir. Türkiye’nin Asya-Pasifik’e yönelik politikasında belirleyici unsurun gelişmekte olan ve büyük emellerle inşa edilen Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) olacağı aşikârdır. Asya coğrafyasında hem ekonomik anlamda hem de coğrafi büyüklük anlamında ciddi bir sahaya sahip olan örgüt, Türkiye’nin dolaylı yoldan da olsa Asya-Pasifik coğrafyasında etkin hareket etmesine yardımcı olacaktır. Dolayısıyla Türkiye, yeni yüzyılında TDT’nin gelişmesine yönelik hamlelerini sürdürmelidir.
Savunma Sanayi, Güvenlik ve Türkiye
Son yıllarda Türkiye’nin geliştirdiği savunma sanayine yönelik hamleleri hem ulusal hem de uluslararası platformlarda büyük bir başarı yakalamıştır. Öyle ki dünyanın birçok bölgesinde Türk savunma sanayine yönelik algının “dron diplomasisi” temelli olduğu hatırda tutulduğunda, Türkiye’nin savunma alanındaki atılımlarının ne denli başarıya ulaştığını görmek mümkündür. Bu başarı ivmesinin Türkiye’nin yeni yüzyılında da süreceği ve Türkiye’nin savunma sanayi alanındaki elini daha da güçlendireceği beklenmektedir.
Türkiye’nin savunma alanında artan başarısı güvenlik odaklı politikalarında da elini fazlasıyla güçlendirmektedir. Özellikle yurt içi ve yurt dışı askeri operasyonlarda kullanılan yerli ve milli silahlar, Türkiye’nin harekatlardaki başarı yüzdesini artırmaktadır. Dahası özgüvenini tazelemesine de vesile olmaktadır. Bu durum Türkiye’nin terörle mücadele kapsamında elini kuvvetlendirirken, savunma sanayinin ihracı konusunda da ciddi bir ekonomik gelir sahası yaratmaya devam edecektir.
Sonuç
Uluslararası konjonktürde meydana gelen değişim ve dönüşüm süreçleri, sistemsel bazda yeni bir yola doğru evrildiğinin mesajını vermektedir. Bu süreçte kendini en iyi şekilde konumlandırmayı başarmak isteyecek olan Türkiye, cumhuriyetinin yeni yüzyılı hedeflerinin sağlayacağı motivasyonla pro-aktif bir çizgide politikalarını geliştirmeyi ve sürdürmeyi arzulayacaktır.
Başta komşu ülkelerle olan diyalog süreçlerini artıracağına inandığımız Türkiye’nin, bölgesel ve küresel aktörlerle de ikili ve çoklu ilişkilerine ağırlık vermesi de kaçınılmaz bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyanın kucağında patlamaya hazır bir şekilde oturan yeni sıcak savaşların yarattığı olumsuz tablodan maksimum düzeyde siyasi kazanç elde etmesi Türkiye için kaçınılmazdır.
Yeni yüzyılında Türkiye’nin Ortadoğu coğrafyasıyla normalleşen, Avrupa ve Batı ile ilişkilerini geliştiren bir konumda olmasını tasavvur edilmelidir. Böylelikle Türkiye’nin her anlamda elinin güçleneceği unutulmamalıdır.
Türkiye’nin sadece yakın çevresine değil, uzak bölgelere yönelik de politikalar geliştirmesi daha mümkün hâle gelmiştir. İnsani diplomasi yoluyla Afrika kıtasında elini güçlendiren Türkiye, jeopolitik dönüşümün bir bölgesi olan Asya-Pasifik’e de TDT aracılığıyla müdahil olabilecektir. Ayrıca Türkiye, savunma sanayi alanında gerçekleştirdiği atılımlar sayesinde hem ulusal güvenliğini sağlamada ciddi bir askeri envantere sahip olurken hem de uluslararası alanda takdirle karşılanan bir ülke konumuna gelmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin bu konularda da siyasi hamlelerini sürdürmesi beklenmektedir.
Cumhuriyetinin 100. yılını kutlayacak olan Türkiye, yüz yıllık geçmişinden aldığı motivasyonla 2023 yılını ulusal ve uluslararası düzeyde önemli bir eşik olarak görmektedir. Bu minvalde politik hamlelerini sürdüren Türkiye, ikinci asrına girerken eklektik bir politik yapıdan ziyade daha kapsamlı ve kapsayıcı bir sistem tasavvur etmektedir. 100. yaşının vermiş olduğu motivasyonla hareket alanını ve ufkunu genişletecek olan Türkiye, mevzubahis konularda dikkatli ve itidalli politikalar üretmesi hâlinde, kırılım yaşayan uluslararası sistemde vazgeçilmez ve önemli bir aktör hâline gelecektir.