Blog Yazılarımız

TUDPAM | Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi > Analizler > Geçmişten Günümüze Türklük Bilinci: Harp Esirlerinden Kamu ve İnsani Diplomasinin İnşasına

Geçmişten Günümüze Türklük Bilinci: Harp Esirlerinden Kamu ve İnsani Diplomasinin İnşasına

Prof. Dr. Ali ASKER

Karabük Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

Birinci Dünya Harbi’ne Osmanlı Devleti’nin iştiraki, bu devletin tarihindeki en mühim dönüm noktalarından biridir. 1914 senesinde Almanya ile ittifak kurarak harbe katılan Osmanlı İmparatorluğu, yalnızca askeri alanda değil, aynı zamanda sosyal ve siyasi sahada da büyük dönüşümlere maruz kalmıştır. Harbin başlarında, Kafkas Cephesi’ndeki muharebeler, Osmanlı askeri açısından son derece talihsiz bir süreçti.  Rusya’ya esir düşen Osmanlı tebaası sadece askerlerden ibaret değildi; bu süreçte sivil halktan da kayda değer sayıda esir alınmıştır. Bu esirlerin büyük bölümü, Rusya’nın idaresindeki Tiflis’e ve ardından Bakü’ye sevk edilmiştir. Zorlu koşullarda hayatta kalmaya çalışan esirlerin durumu giderek daha da müşkül bir hâl almıştır. Tiflis ve Bakü’deki esir toplama merkezleri ve kamplarda yaşam şartları son derece kötüydü. Buralarda hijyen yeterli seviyede sağlanamamış, gıda ve su kaynakları azalmış; esirler yetersiz beslenme, kötü sağlık koşulları ve şiddetli soğuklarla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Bakü açıklarındaki Nargin Adası, Osmanlı esirlerinin yaşadığı en acı ve en elim deneyimlerden birine sahne olmuştur. Rusya idaresinde bir esir kampı olarak kullanılan bu adada, Türk esirlerinin durumu her geçen gün daha da kötüleşmiştir. Esirler, ağır çalışma şartları ve salgın hastalıklar sebebiyle büyük sıkıntılar yaşamış; tifüs ve diğer bulaşıcı hastalıklar hızla yayılmıştır. Esirlerin yaşam hakları neredeyse tamamen ellerinden alınmış, sağlık hizmetleri ise fevkalâde yetersiz kalmıştır.

Osmanlı Devleti, esirlerine yardım etme hususunda büyük imkânsızlıklar içinde kalmış; bu da esirlerin durumunu daha da ağırlaştırmıştır. Rusya’daki çeşitli etnik ve dinî topluluklar, özellikle Azerbaycan Türkleri ve diğer Müslüman halklar, Osmanlı esirlerine yardım etmek için büyük çaba sarf etmişlerdir. Azerbaycan Türkleri, insani ve millî dayanışma hisleriyle esirlerin hayatta kalabilmesi için yoğun gayret göstermiştir. Azerbaycan halkının yardım faaliyetleri yalnızca yerel dayanışma ile sınırlı kalmamış, aynı zamanda Rus idaresi nezdinde de resmî müracaatlarda bulunulmuştur. Azerbaycan’daki hayır cemiyetleri, gazeteler, iş insanları ve aydınlar, esirlerin sağlık ve yaşam koşullarını iyileştirmek için çeşitli organizasyonlar kurarak her türlü desteği sunmaya çalışmışlardır. Bu yardım girişimleri yalnızca maddi değil, aynı zamanda esirlerin moral ve psikolojik yönden de desteklenmesine yöneliktir.

Azerbaycan halkının bu çabalarının yanı sıra Rusya’daki Tatarlar da benzer yardımlarda bulunmuşlardır. Rusya’nın uzak vilayetlerindeki köylüler ve şehir halkı, savaş esirlerinin insani şartlarda yaşamalarını sağlamak için büyük gayret göstermiştir. Tatar toplum önderleri ve din adamları da dinî ve kültürel sorumlulukları gereği, Türk esirlerinin karşılaştığı zorlukları hafifletmek için tüm güçleriyle çalışmışlardır. Başlangıçta bu tür yardım hareketlerine kayıtsız kalan Çar yönetimi, zamanla Rusya’daki Müslüman halkın gösterdiği dayanışma sonucu esirlerin durumunu iyileştirecek bazı adımlar atmaya başlamıştır. Çar hükümetinin duyarsızlığına rağmen bu toplulukların sergilediği insani dayanışma, Osmanlı esirlerinin hayatta kalabilmesi için olduğu kadar, savaşın acımasız yüzüne karşı verilen insanlık mücadelesi açısından da önemli bir örnek teşkil etmiştir.

Dönemin kaynakları, savaşan tarafların halk üzerinde yoğun propaganda faaliyetleri yürüttüğünü göstermektedir. Bu faaliyetler yalnızca halkı değil, aynı zamanda elit tabakaları da derinden etkilemiştir. Çar yönetiminin gücüne inanan halk, savaşın kısa sürede zaferle sonuçlanacağına ve Rusya’nın hedeflerine ulaşacağına inanıyordu. Ancak zamanla bu güven azalmış; savaş ekonomisinin sürdürülebilirliğindeki aksaklıklar, cephelerdeki büyük kayıplar ve beklentilerin gerçekleşmeyeceği anlayışı, halkın yönetime duyduğu güveni sarsmış ve toplumsal huzursuzluğu artırmıştır. Bu etki yalnızca halk ve Çar yönetimine yakın çevreler için değil, aynı zamanda liberal kesim için de geçerli olmuştur.

Osmanlı ordusuna karşı yürütülen yoğun propaganda faaliyetleri, gönüllü birlikler oluşturma çabaları ve orduya maddi destek sağlama girişimleri, Rusya İmparatorluğu’ndaki Türk aydınları üzerinde büyük bir psikolojik etki yaratmış; Türk-Müslüman entelektüel kesimin kimlik bilincinin güçlenmesine yol açmıştır. Bu koşullar altında Türk aydınları bir yandan Çar yönetimine karşı tepkilerini dile getirirken, diğer yandan Osmanlı Devleti’ne rağbet duyduklarını açıkça ifade etmişlerdir.

Çar hükümeti, Osmanlı harp esirlerini mümkün olduğunca Müslüman ve Türk nüfusun yoğun olduğu bölgelerden uzak tutmaya çalışmış; bu sebeple onları Orta Asya yerine Rusya’nın iç bölgelerine, bilhassa Sibirya’ya sevk etmiştir. Rus yönetimi, Avusturya-Macaristan ordusuna mensup Ortodoks esirlerin yerel halkla temasa geçmelerine engel olmamış; bu kişilere bayram günlerinde kilise ziyareti ve akrabalarıyla yazışma hakkı tanımıştır. Ancak Türk esirlerine bu haklar verilmemiştir. Bu durum, yerel Türk ve Müslüman halkın soydaşlarına yardım etme ve onların yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli destekleri sağlama yönünde yoğun çaba göstermelerine yol açmıştır.

Osmanlı Devleti esirlerine doğrudan yardım etme imkânından yoksundu ve bu yardımları organize etme konusunda da sınırlı olanaklara sahipti. Kafkasya Cephesi’nde esir alınan Osmanlı askerlerinin yaşadığı dram karşısında duyarsız kalmayan Azerbaycan Türkleri, esir kardeşlerine yardım etmek amacıyla birçok insani faaliyet başlatmıştır. Azerbaycan’daki hayır cemiyetleri, gazeteler, iş insanları ve aydınlar, savaş esirlerine yönelik çeşitli girişimlerde bulunarak Türk-Müslüman dayanışmasını en güçlü şekilde sergilemişlerdir. Bakü Müslüman Hayriye Cemiyeti, 1917 yılında Anadolu ve Rumeli’den Bakü’ye sığınan mültecilerin barınma, beslenme ve giyim ihtiyaçlarını karşılamış; Bakü’nün varlıklı kesimleri ise bu mültecilere erzak ve un yardımları yapmıştır. Azerbaycan’ın Türk ve Müslüman halkı, şehir eşrafı ve aydınları, adadaki esirlerin sağlık, yaşam ve iaşe ihtiyaçlarını karşılamak için sürekli gayret göstermiştir. Osmanlı esirlerinden Ahmet Göze, anılarında, Bakü’nün petrol zengini ailelerinden Ayşe Hanım’ın Nargin Adası’na giderek esirlere yardım ettiğini yazmıştır. Ayşe Hanım, “Asker evlatlarımı ziyarete geldim” diyerek tüm servetini onlara feda etmeye hazır olduğunu ifade etmiş; “Bütün Türk esirlerine maaşları kadar maaş; yani albaya albay, yüzbaşıya yüzbaşı maaşı, bayram harçlığı ve herkese birer kat çamaşır, ayakkabı vesaireyi içeren bohçalar” dağıtmıştır. Bakü halkı, fırsatını bulunca, esirlerin kaçışına da her türlü destek sağlamıştır. Esirlerin himayesini üstlenen hayır cemiyeti, belirli günlerde esirler için Bakü’ye çıkış izni alabilmiştir. Sarıkamış Muharebeleri sırasında esir düşen 9. Kolordu Komutanı İhsan Paşa, Erkân-ı Harbiye Reisi Fethi Bey ve diğer 27 subayın Sibirya’daki esir kampından kaçışına bir Azerbaycan Türkü yardım etmiştir. Zamanla kamplardan kaçış olayları artış göstermiştir. 63. Alay 1. Bölük’te görevli Kıdemli Yüzbaşı Mehmed Zeki, 26 Eylül 1917 tarihli raporunda, “Bakü’deki Osmanlı esirlerine Rus İslâmlarının olağanüstü yardım ettiklerini” vurgulamıştır.

Osmanlı harp esirlerinin durumu ile ilgilenmek ve onlara yardım toplamak gayesiyle, Moskova, Petrograd, Kazan, Ufa ve Orenburg başta olmak üzere Kazan Türkleri tarafından komiteler teşkil edilmiştir. Bu komiteler, yerel “milli şûralar” nezaretinde faaliyet göstermiştir. Bazı şehirlerde, Türk esirleri için hastaneler dahi tesis edilmiştir. Esirlere yardım maksadıyla Kazan Türklerinin gazeteleri, yardım kampanyaları tertip etmiş ve bu yardımda bulunanların isimleri gazetelerde neşredilmiştir. Ayrıca, esirlerle ilgili haberler de bu gazetelerde yer almıştır.

Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmesi, Osmanlı harp esirleri üzerinde önemli tesirler yaratmıştır. Bolşevik yönetimi, bir yandan bu esirleri kendi saflarına çekmeye yönelik propaganda faaliyetleri yürütürken, diğer yandan esaretin sona erdirilmesine imkân sağlayan yeni fırsatlar doğmuştur. Esaretten kurtulan Osmanlı asker ve subaylarının bir bölümü, Rusya’da yaşanan kaos ve otorite boşluğu ortamında, Türk ve Müslüman cemiyetlerin ilk askerî yapılanmalarına katılmış; Azerbaycan Millî Ordusu’nun kuruluş sürecine iştirak etmiş ve Kafkas İslâm Ordusu’na dâhil olmuşlardır.

Giyas Şüküroğlu’nun belirttiğine göre, savaş yıllarında esir düşen subayların ordu hizmetine alınmaması esasına istisna getirilmiş; fırka komutanlarına, bölgelerinde karşılaştıkları esaretten kurtulan subayları maiyetlerine katma yetkisi tanınmıştır. Nitekim firar ederek Gence’ye ulaşan Hüsamettin Tuğaç’a, Millî Komite Reisi Nesib Bey Yusufbeyli tarafından halkı teşkilatlandırarak askerî eğitim vermesi teklif edilmiştir. Yusufbeyli, “Burası da Türkiye sayılmaz mı? Buradaki hizmet de Türk milletine hizmet değil midir?” diyerek onu ikna etmeye çalışmış; bunun üzerine Tuğaç, sekiz ila on usta er ve Ankaralı Halil Onbaşı ile teşkilatın ilk çekirdeğini oluşturmuştur.

Osmanlı Ordu-yı Hümâyunu Başkumandanlığı Vekâleti Şubesi’nin 14 Şubat 1918 tarihli yazısında, Nargin Adası’ndan firar eden subayların istihdamına dair şu ifadeler yer almıştır: “Buradaki askerî teşkilatta, Bakü karşısındaki Nargin Adası’ndan tedricen kaçırdığım Türk zabitlerini istihdam etmeye başladım. Yalnızca burada kurduğumuz harp okulu ve ihtiyat okulunu Türk zabitlerinin idaresine verdim. Askerî işleri ise burada önemli simalardan Aşurbeyzade İsa Bey ile birlikte yürütüyoruz.”

Bununla beraber, günümüze kadar yapılan tarihî çalışmalar, Türk subaylarının Kafkasya’daki askerî ve siyasi faaliyetlerini yeterince kapsamlı bir şekilde incelememiştir. Bolşevik Devrimi sonrasında Sovyet yönetiminin iktidarını sağlamlaştırma mücadelesi, Anadolu’daki Türk İstiklâl Harbi ile eşzamanlı bir döneme denk gelmiş ve bu süreçte Türk harp esirleri hem propaganda aracı hem de askerî unsur olarak değerlendirilmiştir.

Döneme ait kaynaklarda, Türk komünistleri arasında yer alan Mustafa Suphi ve arkadaşlarının adı sıkça geçmektedir. Örneğin, Sarıkamış Harekâtı’ndan yaralanarak Ruslara esir düşen ve Semipalatinsk ile Krasnoyarsk’taki esir kamplarında tutulan Ziya Yergök, Bakü’de bulunduğu sırada Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Osmanlı esirleri arasında yürüttüğü Bolşevik propagandasına tanık olmuştur. Suphi ve çevresi, esirlere Kızıl Ordu’ya katıldıkları takdirde esaretin ve sefaletin sona ereceğini vaat etmiş; bu yönde yoğun telkinlerde bulunmuşlardır.

Bu propaganda faaliyetlerinin Osmanlı harp esirleri üzerinde etkili olduğu şüphesizdir. Ancak, Kızıl Ordu saflarına katılan Türk savaş esirlerinden oluşan birliklerin, diğer etnik gruplardan oluşturulmuş birliklere kıyasla sayıca oldukça az olduğu görülmektedir. Ayrıca, topyekûn bir katılımın sağlanamadığı da dikkate değerdir. Kızıl Ordu bünyesine dâhil olan bazı Türk esirler, özellikle Bakü’de, Bakü Sovyeti’ne ve Kızıl Kolordu’ya karşı açılan cephelerde görev almışlardır.

Birinci Dünya Savaşı’nın sarsıcı koşulları içinde Osmanlı harp esirlerinin Rusya topraklarında maruz kaldığı ağır muamele ve insanlık dışı şartlar, sadece askerî ya da diplomatik bir mesele değil; aynı zamanda vicdani, kültürel ve kimliksel bir sınav haline gelmiştir. Bu sınavı en olgun biçimde verenlerden biri de Rusya İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan Müslüman Türk toplulukları olmuştur. Başta Azerbaycan Türkleri ve Kazan Tatarları olmak üzere, çeşitli coğrafyalardaki Müslüman halklar, Osmanlı esirlerine yönelik yardım faaliyetleriyle yalnızca bir kardeşlik hukukunu yerine getirmemiş, aynı zamanda modern anlamda kamu diplomasisinin ve insani diplomasinin erken örneklerini sergilemişlerdir.

Günümüzün kavramsal perspektifinden bakıldığında, Osmanlı savaş esirlerine yönelik gerçekleştirilen yardım girişimleri, yalnızca tarihî bir dayanışma örneği değil; aynı zamanda erken dönem insani ve kamu diplomasisinin somut tezahürleri olarak değerlendirilebilir. Devlet dışı aktörlerin (hayır cemiyetleri, gazeteciler, dinî liderler, iş insanları ve aydınlar) doğrudan sahaya inerek yürüttüğü yardım faaliyetleri, yalnızca devletin sınırlı müdahale kapasitesini tamamlamakla kalmamış; aynı zamanda Türk dünyası arasında ortak bir vicdanın, dayanışma dilinin ve tarihsel bağlılık bilincinin şekillenmesine zemin hazırlamıştır.

Bu yardımlar, sadece fizikî ihtiyaçları karşılamakla sınırlı kalmamış, aynı zamanda millî kimliğin derinleşmesini ve “ortak kader” anlayışının sosyal hafızada yer edinmesini de sağlamıştır. Rusya’daki Müslüman toplulukların Osmanlı esirlerine yönelik destekleri, bu halkların kendi kimlik ve tarihsel rollerini bir “ümmet” veya “millet-i İslamiye” çerçevesinde yeniden tanımlamalarına vesile olmuştur. Bu insani çabalar, aynı zamanda Çarlık Rusyası’nın baskıcı politikalarına karşı kolektif bir ahlaki duruşun temelini oluşturmuş, bir direniş refleksi olarak da işlev görmüştür. Öte yandan, esaretten kurtulan Osmanlı subaylarının Kafkasya’daki askerî teşkilatlara katılımı ve Türk-Müslüman halklarla birlikte silahlı mücadeleye dâhil olması, bu insani dayanışmanın siyasî ve askerî boyutlara da ulaştığını göstermektedir.

Bugün kamu diplomasisi, yalnızca devletlerin resmî söylemleriyle değil; halklar arası etkileşim, gönül bağı ve kültürel temaslarla inşa edilen bir yumuşak güç alanı olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda, Birinci Dünya Savaşı sırasında Azerbaycan, Tataristan ve diğer Türk/Müslüman toplulukların Osmanlı esirlerine sunduğu destek, günümüz kamu diplomasisi anlayışı açısından tarihî bir model niteliğindedir. Bu örnekler, modern dış politika araçlarında “ortak tarih”, “kültürel yakınlık” ve “insani bağlar” gibi unsurların ne denli güçlü etkiler yaratabileceğini ortaya koymaktadır.

Öte yandan, bu tarihî tecrübe, günümüzde yaşanan insani krizler karşısında devletlerin ve sivil toplum kuruluşlarının nasıl bir dayanışma refleksi gösterebileceği konusunda da önemli dersler içermektedir. İnsan haklarının, savaş hukukunun ve insani diplomasi ilkelerinin ön plana çıktığı çağımızda, yüz yıl öncesine ait bu örnekler hem tarihsel meşruiyet hem de etik sorumluluk açısından güncelliğini korumaktadır.

Sonuç olarak, Osmanlı esirlerine yönelik Müslüman Türk topluluklarının yürüttüğü yardım faaliyetleri, yalnızca dramatik bir tarihî tanıklık olarak değil; aynı zamanda günümüz dünyasında yeniden anlamlandırılması gereken bir diplomasi pratiği olarak görülmelidir. Bu çabalar; halklar arası dayanışmanın, kimlik inşasının ve kültürel diplomasinin güçlü birer yansıması olarak akademik ve diplomatik hafızada hak ettiği yeri almalıdır.

Kaynakça

Akçura, Yusuf. Birinci Dünya Savaşı Sonrası Rusya’da Esaret Yılları (sadeleştiren ve haz. Mehmet Karataş), Altın Post, Balıkesir 2012.

Asker Ali, “Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya’daki Türk Esirleri Konusunda Bazı Tespitler”, 1914’ten 2014’e 100’cü Yılında Birinci Dünya Savaşını Anlamak, Uluslararası Sempozyum [20-21 Kasım 2014], Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, İstanbul 2014 (ss. 543-576).

Esaret Günlerinin Hatırası, Sabah, no. 10266 (14 Haziran 1334) vd.

Göze, Ahmet. Rusya’da Üç Esaret Yılı: Bir Türk Subayının Hatıraları, Bogazici Yayınlan, İstanbul 1991.

Hâriciye Nezâret-i Celîlesi’ne fî 17 Eylül sene [1]917 Târîhiyle İspanya Sefâreti’nden Vârid Olan 351 Numaralı Takrîr-i Şifâhîye Melfûf ve Petrograd’daki İspanya Sefîri Hazretleri’ne ve Sefâreti’ne Mürsel Mektûb Sûretinin Tercümesidir, Bâb-ı Âlî Nezâret-i Hâriciye Tercüme Müdîriyeti Numara: 2, HR.SYS, no. 2203/18, v. 3, s. 1-2. Birinci Dünya Savaşı ve Azerbaycan. Osmanlı Arşiv Belgeleri (Neşre hazırlayanlar: Vasif Qafarov, Qiyas Şükürov), TEASS Press, İstanbul 2018.

İlkin, Qılman. Bakı ve Bakılılar (Üçüncü nəşri). “Nurlar” Nəşriyyat-Poliqrafiya Mərkəzi, Bakı 2006 (kitabın elektronik versiyonu kullanılmıştır).

Kurat, Akdes Nimet. Türkiye ve Rusya: XVIII. Yüzyıl Sonundan Kurtuluş Savaşına Kadar Türk-Rus İlişkileri (1798-1919), TTK, Ankara 2011.

Osmanlı Ordu-yı Hümayunu Baş Kumandanlığı Vekâleti Şube, Numara. 14 Şubat 1918, BOA, HR.SYS, no. 2448/23, s. 2-4.

Önal, Sami. Tuğgeneral Ziya Yergök’ün Anıları- Sarıkamış’tan Esarete, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2007.

Rusya Ahvâl-ı Dâhiliyesi Hakkında Rapordur, 26 Eylül 1917, BOA, HR.SYS, no. 2337/4, v. 14.

Sıbgatullina, Alfina. İki İmparatorluk Arasında Rusyalı Müslüman Türkler (çev. Zümrüt Şirinova Emiroğlu), Doğu Kütüphanesi, İstanbul 2014.

Şüküroğlu, Giyas. Kafkas İslam Ordusu: Kuruluş, Teşkilatlanma ve Operasyonlar Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, (Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Anabilim Dalı Doktora Tezi), Ankara 2023.

Yeşilot, Okan. “Nargin Adası’nda Türk Esirler”, İçinde: Türk Tarihinde Savaş Esirleri (Ed. Okan Yeşilot, Bihter Gürışık Köksal), Vakıfbank Yayınları, İstanbul 2023.

Сибгатуллина  Альфина, Контакты тюрок-мусульман Российской и Османской империй на рубеже XIX-XX вв., Институт востоковедения РАН, Москва 2010.

Сибгатуллина, Альфина. “Некоторые сведения об Исхан-паше в Российской периодической печати”, Karadeniz, Yıl: 1, sy. 1, Kış 2008, (ss. 173-181).

Субаев-Казанлы, Нияз. Турецкие военнопленные в Поволжье: фрагменты истории, 1915-1919 гг., Гасырлар авазы – Эхо веков: науч.-документальный журн., № ½, 1999 (cc. 280-282).

Fotoğraf: Anadolu Ajansı

Not: Bu çalışma, Dış Bakış dergisinin nisan 2025 sayısında yayınlanmıştır.

Webinara
Kayıt Ol !

Son 2 Gün