Blog Yazılarımız

TUDPAM | Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi > Analizler > İkinci Soğuk Savaş Atmosferinde Artan Nükleer Silah Tehdidine Türkiye’nin Yaklaşımı

İkinci Soğuk Savaş Atmosferinde Artan Nükleer Silah Tehdidine Türkiye’nin Yaklaşımı

Erkin KARACA

Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, Yüksek Lisans

Giriş

İkinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren iki atom bombasının ardından konvansiyonel silahlara sahip olmak, devletlerin olası bir dünya savaşında askeri ve güvenlik kapasitesini artırmak için başvurduğu yöntem olmuştur. Günümüzde nükleer silahlara sahip olan ve bu konuda hazırlık yapan ülkelerin sayısının artması, özellikle insan hayatı için oldukça endişe vericidir. Rusya’nın 2008 yılından bu yana üçüncü kez işgal girişiminde bulunması ve nükleer silahlarını kullanma konusundaki muğlak açıklamaları birçok ülkeyi yeniden nükleer program hazırlamaya yöneltmektedir.

Nükleer Silahlanma Yarışı ve Son Durum

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından nükleer silah edinimi yalnızca Amerika ile sınırlı kalmamış; önce Sovyetler Birliği daha sonra da Britanya yapılan başarılı testlerin ardından nükleer silah üretimine başlamıştır. Japonya’daki yıkımı göz önünde bulunduran önce Birleşmiş Milletler (BM) sonra da Eisenhower; her ülkenin nükleer silahlara sahip olmasının insani güvenlik açısından büyük bir tehdit olduğunu belirtmiş ve yayılmanın önlenmesi adına önerilerde bulunmuştur. Buna rağmen 1960 yılında Fransa, 1964 yılında da Çin nükleer silahlara sahip olan ülkeler olmuştur.[1]

Küresel siyasi sistemde silahların yayılmasına ilişkin artan endişelerin önüne geçmek amacıyla 1968 yılında, günümüzde de geçerliliğini koruyan Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (NPT) imzalanmıştır. Hem antlaşmayı imzalamak için istekli olan ülkelerin sayısının artması hem de nükleer silaha sahip olan ve olmayan ülkelerin antlaşmaya taraf olması, bu antlaşmayı diğer barışçıl antlaşmalardan ayrı bir yerde tutmaktadır.[2]

Ancak içinde bulunduğumuz dönemde bu antlaşmanın ne kadar başarılı olduğu sorgulanmaktadır. Çünkü uluslararası siyasette artan “güvenlik ikilemi” endişesi,[3] Doğu’da Keşmir Sorunu’nun ardından Hindistan ve Pakistan’ın nükleer silah edinmesi; Kuzey Kore’ye karşı Güney Kore’nin; Çin ve Rusya’ya karşı Japonya’nın ve Tayvan’ın da Çin’e karşı olan korkusu, ülkelerin silah edinimini zorunlu hale getirmiş ve antlaşmanın önemini kaybetmesine neden olmuştur.[4] Ayrıca günümüzde Orta Doğu’da büyük bir tehdit olarak algılanan İran’ın yeniden nükleer silah hazırlıklarına başlaması, Amerika Birleşik Devletleri (ABD)  ve İsrail açısından rahatsız edici bir durum olmaktadır.

Türkiye’nin Nükleer Silahlanmaya Karşı Yaklaşımı

Türkiye’nin nükleer silahlarla ilk tanışması, ABD ile Sovyetler arasında yeni bir dünya savaşına kapısı aralayacağı düşünülen Küba Füze Krizi esnasında olmuştur. ABD’nin Türkiye’de Sovyet sınırına yakın bir bölgeye uzun menzilli nükleer füzeler yerleştirmesi, Sovyetlerin Küba’ya U2 füzeleri yerleştirmesiyle karşılık bulmuştur. BM’nin devreye girmesiyle her iki tarafın konuşlandırdığı nükleer füzeler geri çekilmiştir.[5] İki süper güç arasındaki bu çatışmanın ardından Türkiye Ocak 1969 tarihinde NPT’yi imzalamış, Nisan 1980’de ise onaylamıştır.[6] Böylelikle bu antlaşma Türkiye’nin ulusal güvenlik politikaları arasında yer almıştır.[7]

Uluslararası arenada ülkelerin nükleer silah hazırlıklarına başladığı dönemde, “Türkiye nükleer silah üretebilir mi?” sorusu tartışmaya başlanmıştır. Ancak Türkiye’nin mevcut kapasitesi göz önüne alındığında önemli miktarda toryum ve uranyum yatakları bulunmaktadır. Ancak bu madenlerin miktarı, tek başına nükleer silah santralleri üretilmesi için yeterli olmadığından ithal edilmesi de gerekmektedir.[8] Dahası bu madenlerin işlenerek enerji üretilmesinde ülkenin ekonomik yapısı oldukça önem taşımaktadır. Çünkü 2019 yılı verilerinde nükleer silahlara sahip olan 9 ülkede toplamda 13 binden fazla nükleer silaha yaklaşık olarak 73 milyar dolar harcanmıştır.[9] Dolayısıyla sorunun cevabı, Türkiye’nin son dönemdeki ekonomik koşulları, bu silahların elde edilememesinde rol oynayan iç dinamikler arasında yer almaktadır.

Dış dinamiklere gelindiğinde ise Türkiye, nükleer silahlara sahip olma konusunda BM’nin oturumlarına destek vermiş; ancak söz konusu imzalama olduğunda diğer nükleer silah sahibi ülkeler gibi onaylamamış ve çekimser kalmıştır. 1960 yılından itibaren Amerikan nükleer silahlarının konuşlandırıldığı ülkelerden bir tanesi olan Türkiye, günümüzde yalnızca “Orta Doğu Bölgesinde Nükleer Silahsız Bir Bölge Oluşturulması” ve “Orta Asya’da Nükleer Silahsız Bir Bölge Anlaşması”na katılmıştır.[10] Bu tutumun altında yatan neden ise hiç şüphesiz, Orta Doğu’nun 2000’li yıllardan itibaren içinde bulunduğu çatışma ortamı ve İran ile İsrail’in nükleer silahlarına ilişkin tartışmaların yeniden gündeme gelmesiyle Türkiye’de güvenlik endişeleri yeniden canlanmıştır. Bu gelişmelere rağmen Türkiye nükleer silahların yayılımına karşı olduğunu da belirtmeye devam etmiştir.

Ancak 2019 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nükleer silah üretilmesine ilişkin “Birilerinin elinde nükleer başlıklı füzeler var, ama benim elimde olmasın, ben bunu kabul etmiyorum” açıklaması Türk kamuoyunda ses getirmese de uluslararası arenada, özellikle de ABD ve Avrupa Birliği (AB) cephesinde büyük yankı uyandırmış ve Türkiye’nin de nükleer silah sahibi olan ülkeler arasında yer alacağı tartışmalarını gündeme getirmiştir.[11]

Sonuç Yerine

Türkiye’nin jeopolitik konumu nedeniyle güvenlik kaygıları tarih boyunca hep var olmuştur. Özellikle 21. yüzyılın başından itibaren güneyden gelen terör tehditleri ve Amerika ile Rusya’nın bölgede örtüşen çıkarları, Türkiye’nin dış politikasında farklı yaklaşımlara yönelmesine yol açmıştır. Geçtiğimiz yıl, Türkiye’nin Karadeniz’deki iki komşusu olan Ukrayna ve Rusya arasında patlak veren savaş, Avrupa ülkelerini olduğu kadar Türkiye’yi de tedirgin etmiş, nükleer silahlara sahip olan ülkeler denemelerine hız verirken; olmayanlar da bu silahları edinmeyi düşünmeye başlamışlardır. Yukarıda da değinildiği üzere, BM’nin son nükleer silahsızlanma anlaşmalarını imzalamayan ve imzalamaktan kaçınan Türkiye, yavaş yavaş bu silahları edinmeyi düşünmeye başlamıştır. Ancak Türkiye’nin NPT’den ayrılmaya ve bu silahları edinmeye yönelik en ufak bir girişimde bulunması Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), BM, AB ve ABD tarafından büyük bir tepki almasına, hatta yaptırımlara ve uluslararası sistemden dışlanması durumuyla da karşı karşıya kalmasına neden olma ihtimalini de beraberinde getirmektedir.[12]

AB ile son dönemde yaşanan sorunlara ve dolayısıyla tam üyelik müzakerelerinin askıya alınmasına rağmen, iki taraf arasındaki bağların kopmamış olması Türkiye’nin nükleer silahlara olan ilgisinde ve sergilediği yaklaşımında önemli bir etkendir. Çünkü Türkiye hâlen dış ticaretinin büyük bölümünü AB ülkeleriyle gerçekleştirmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin, özellikle silahlanma konusunda Avrupa ve ABD’nin sıcak bakmadığı bir girişimde bulunması ve 2009’da İran’a, geçen yıldan bu yana da Rusya’ya uygulanan yaptırımların yarısının bile Türkiye’ye uygulanması ihtimali, Türkiye’yi içinden çıkılamayacak kadar zor bir duruma sokacaktır. Her zaman barışçıl bir dünya ile savaş yerine diplomasi sloganlarını benimseyen ve aynı zamanda Fransa ve İngiltere gibi nükleer silahlara da sahip olan Avrupa ülkeleri, Türkiye’nin nükleer silahlara sahip olmasına karşı bir duruş sergilemektedir. Son dönemde Batı ile ilişkilerinde aksamalar yaşayan Türkiye’nin, Rusya ile ilişkilerini de kötüleştirmek istemediği için Batı ile birlikte yaptırımlara katılmamıştır. Yakın ilişkilerden dolayı Rusya’ya güvenerek nükleer silahlanma konusunda böylesi bir riski alıp almayacağı ve Türk dış politikasının temel ilkelerinden olan Batı’ya yönelme çizgisinden çıkıp çıkmayacağı ise merak konusu.

Kaynakça

[1] Denk, E. (2011) “Bir Kitle İmha Silahı Olarak Nükleer Silahların Yasaklanmasına Yönelik Çabalar”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 66, No 3, ss.103.

[2] Jacek Durkalec (2018) “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması Elli Yaşında: Bir Orta Yaş Krizi” NATO Review, “Çevrimiçi”, https://www.nato.int/docu/review/tr/articles/2018/06/29/nuekleer-silahlarin-yayilmasini-oenleme-antlasmasi-elli-yasinda-bir-orta-yas-krizi/index.html

[3] Udum, Ş. (2007) “Turkey’s non-nuclear weapon status, A theoretical assessment”, Journal on Science and World Affairs, Vol.3, No.2, ss.59.

[4] Gözlügöl, S.V. (2013) “Nükleer Korku Gölgesinde Uluslararası Barış ve Güvenlik”, Ankara Barosu Dergisi, Sayı:2, ss.229.

[5] Suinbay Suyundikov, 2020, “Nükleer Silahlanma Yarışı ve START Anlaşması”, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: https://21yyte.org/tr/merkezler/nukleer-silahlanma-yarisi-ve-start-anlasmasi

[6] Türkiye nükleer silah üretir mi? “Çevrimiçi”, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-49592471

[7] Özgür, M. ve Yaşar, M. (2020) “Normatif Teori ve Türk Dış Politikası: Türkiye’nin Nükleer Silahsızlanma Politikasının Normatif Boyutu”, Liberal Düşünce Dergisi, Yıl:25, Sayı:99, ss. 13.

[8] Türkiye Uranyum ve Toryum Yatakları, 2018, Nükleer Akademi: https://nukleerakademi.org/turkiye-uranyum-ve-toryum-yataklari/

[9] Suinbay Suyundikov…

[10] Özgür ve Yaşar, ss. 21.

[11] Bkz. Türkiye nükleer silah üretir mi?

[12] a.g.e.

Webinara
Kayıt Ol !

Son 2 Gün