Blog Yazılarımız

TUDPAM | Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi > Analizler > İran’daki Azerbaycan Türklerinin Stratejik Konumu: İsrail-İran Çatışması Bağlamında Türkiye’nin Fırsat Penceresi

İran’daki Azerbaycan Türklerinin Stratejik Konumu: İsrail-İran Çatışması Bağlamında Türkiye’nin Fırsat Penceresi

Ahmet Ziya GÖKALP

TUDPAM Uzmanı

İran-İsrail çatışması, Ortadoğu’nun güvenlik mimarisini köklü şekilde dönüştürme potansiyeli taşıyan dinamik bir krizdir. Bu ortamda Türkiye için en kritik fırsat, İran’ın kuzeybatısında yaşayan 25-30 milyon Azerbaycan Türkünün (Güney Azerbaycan) varlığıdır. İran’ın kuzey bölgelerinde yoğunlaşan Azerbaycan Türkleri, ülke nüfusunun yaklaşık %20-25’ini oluşturarak Tahran yönetimi için demografik, kültürel ve siyasi açıdan hayati bir gerçekliktir. Tarihsel olarak İran devlet yapısı içinde entegre olmalarına rağmen sistematik asimilasyon politikaları (Türkçe eğitim yasağı, kültürel ifade kısıtlamaları) ve siyasi temsiliyet eksikliği, bu topluluğu İran’ın “yumuşak karnı” haline getirmiştir. Günümüzde Tractor Spor Kulübü maçlarında yükselen “Biz Türk’üz, Fars değiliz!” sloganları veya çeyrek asırdır süren “Türkçe eğitim” talepleri, bu toplumsal gerilimin somut tezahürleridir. İsrail ile İran arasında Haziran 2025’te patlak veren ve “Yükselen Aslan Harekâtı” olarak adlandırılan askeri kriz, bölgesel dengeleri altüst ederken Türkiye’nin bu dinamik nüfus vesilesiyle stratejik kazanımlar elde etmesine yönelik fırsat penceresini aralamıştır.

Kriz Ortamının Dinamikleri ve Azerbaycan Türklerinin Jeopolitik Kaldıraç Etkisi

İsrail’in Tahran’daki nükleer tesisler ve üst düzey askeri hedeflere (Devrim Muhafızları Komutanı, Genelkurmay Başkanı dahil) yönelik saldırıları, İran’ı öngörülemez bir askeri-politik sarmala sokmuştur. Bu durum, İran devletinin üç temel zafiyetini derinleştirmektedir.  Bunlardan ilki, kaynak dağılımı baskısıdır. İran’ın askeri kaynaklarını İsrail cephesine kanalize etmesi, iç güvenlik aygıtını (özellikle etnik azınlık bölgelerinde) zayıflatabilir. Türkiye, bu dönemde İran’daki Azerbaycan Türklerine yönelik kültürel-diplomatik kanalları (örneğin TRT Avaz yayınları, akademik değişim programları) yoğunlaştırarak yumuşak güç (soft power) etkisini artırabilir. Bir diğer zafiyet, ekonomi alanında tezahür edecektir. Petrol fiyatlarındaki %10’luk artışa rağmen, uluslararası yaptırımlar ve savaş maliyetleri, İran ekonomisini krize sokacaktır. Azerbaycan Türklerinin yoğun olduğu kuzey eyaletlerinde (Doğu Azerbaycan, Batı Azerbaycan) işsizlik ve enflasyonun yükselmesi, toplumsal hoşnutsuzluğu Tahran’a karşı mobilize edebilecek bir potansiyel barındırır. Zafiyete konu olabilecek son husus mezhepsel gerilimdir. Şii perspektife dayalı rejim meşruiyeti, Sünni Kürtler veya seküler Azerbaycan Türkleri nezdinde zaten sorgulanmaktaydı. İsrail ile savaş retoriğinin “mezhepçi” tonu, bu toplulukların rejimle mesafesini artırabilir.

Türkiye bu üçlü zafiyet sarmalını, Azerbaycan Türklerini “jeopolitik kaldıraç” olarak kullanarak stratejik avantaja dönüştürebilir. Örneğin, İran’ın Batı Azerbaycan eyaletindeki sınır kapıları (Esendere veya Sero), İran’a yönelik ticari ambargolar döneminde kaçınılmaz olarak “ticari koridorlara” dönüşecektir. Türk istihbaratı, bu kapılardaki etnik bağları kullanarak hem ekonomik hem de istihbari operasyonel imkânlar elde edebilir.

Stratejik Senaryolar ve Türkiye’nin Aksiyon Repertuvarı

Senaryo 1: Sınırlı Çatışma ve Diplomatik Fırsat Penceresi

İran-İsrail geriliminin kontrollü seviyede kalması durumunda, Türkiye’nin arabuluculuk kapasitesi öne çıkabilir. Azerbaycan Türklerinin İran devlet aygıtındaki varlığı (ör. Devrim Muhafızları içindeki Azeri kökenli komutanlar), Ankara’ya dolaylı erişim sağlayabilir. Türkiye, 2022-2024 döneminde Rusya-Ukrayna savaşında üstlendiği tahıl koridoru diplomasisini burada da tekrarlayabilir. Özellikle Tahran’da etkin Azeri kökenli siyasetçiler (ör. Dışişleri bürokratları) vasıtasıyla nükleer müzakerelerin yeniden başlatılmasına katkı sunulabilir. Bu durumda Türkiye: İran’daki Azerbaycan Türkleri üzerinden kültürel diplomasi ile Tahran’da “güvenilir aktör” imajını pekiştirebilir. Karşılığında, İran’ın YPG’ye verdiği desteği azaltmasını veya Türkiye-İran doğalgaz boru hattı anlaşmalarında imtiyazlar elde edebilir.

Senaryo 2: Rejim İstikrarsızlığı ve Özerklik Taleplerinin Yükselmesi

İran’da Devrim Muhafızları’nın İsrail cephesinde ağır kayıplar vermesi veya ekonomik krizin derinleşmesi halinde, Azerbaycan Türklerinin yoğun yaşadığı Tebriz, Urumiye ve Erdebil gibi kentlerde protestolar yükselebilir. 1990’larda Ayetullah Şeriatmedari hareketi veya 2006’da “Karagöl Hareketi”nde olduğu gibi etnik kimlik siyasallaşabilir. Türkiye bu durumda: İran’ın toprak bütünlüğünü açıkça hedef almadan, Azerbaycan Türklerine “kültürel özerklik” taleplerinde destek verebilir. Bu, Türkiye’nin elini güçlendirirken uluslararası tepkiyi minimize eder. İran’daki Azeri gruplarla istihbarat paylaşımı veya sınır güvenliği iş birliği geliştirilebilir. Örneğin, İran’ın Türk sınırındaki Kürt milis hareketlerine yönelik operasyonlarda koordinasyon sağlanabilir. Bunlara ek enerji koridoru entegrasyonu sağlanabilir. Türkiye’nin “Orta Koridor” projesi (Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan hattı) ile İran’ın “Kuzey-Güney Ulaştırma Koridoru”nun rekabeti, Azerbaycan Türklerinin yaşadığı bölgelerde kilitlenmiştir. Bölgesel huzursuzluk, Türkiye’nin bu koridoru İran Azerbaycan’ına uzatma pazarlık gücünü artırabilir.

Senaryo 3: Bölgesel Savaş ve Güvenlik Paradigması

İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatması veya İsrail’in Lübnan/Suriye’deki İran yapılanmalarını vurmasıyla tırmanacak bir savaş, Türkiye’ye doğrudan tehditler (mülteci dalgaları, sınır çatışmaları) yaratırken fırsatlar da sunar. İran’dan kaçacak mültecilerin ilk durağı Azerbaycan Türklerinin bölgeleri olacaktır. Türkiye, buralarda insani koridorlar oluşturarak hem uluslararası prestij kazanır hem de bölgede fiili varlığını artırır. Böylece Güney Azerbaycan Tampon Bölgesi oluşturulmuş olur.

İran’ın, Suriye’deki Şii milisleri (Haşdi Şabi, Hizbullah) kendi cephesine çekmesi, YPG üzerindeki Tahran etkisini zayıflatabilir. Türkiye, bu boşluğu Azerbaycan Türklerine yakın gruplarla (ör. İran sınırındaki Sünni aşiretler) doldurarak kuzey Suriye’deki güvenlik mimarisini güçlendirebilir. Böylece bölge vekâlet güçlerinin dönüşümüne sahne olur. İran’ın, İncirlik Üssü veya Türkiye’ye füze saldırısı ihtimali durumunda, Türkiye’nin NATO’dan savunma desteği talebi meşrulaşır. Bu süreçte Türkiye, Batı’ya İran’daki Azerbaycan Türklerinin “rejim muhalifi” potansiyelini pazarlayarak siyasi destek elde edebilir.

Riskler ve Kısıtlamalar: Realpolitik Denge Arayışı

Türkiye’nin bu fırsatları değerlendirmesi, üç temel riski yönetmeyi gerektirir. İlk olarak, İran’ın asimetrik tepkisi söz konusu olabilir. Türkiye’nin Azerbaycan Türkleri üzerinden yürüteceği operasyonel faaliyetler, İran’ın Türkiye’deki Alevi veya Kürt grupları kışkırtmasına yol açabilir. 2012’de İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün Türkiye’deki etnik-dini grupları hedef alan faaliyetleri bu duruma emsal teşkil etmektedir. İkinci olarak, Rusya-Çin karşı hamlesi göz ardı edilmemelidir. İran’ın zayıflatılması, Rusya’nın Kafkasya’daki ve Çin’in Kuşak-Yol Projesi’ndeki çıkarlarını tehdit edebilir. Bu iki güç, Türkiye’nin etnik kartını dengelemek amacıyla YPG gibi gruplara destek sunabilir. Üçüncü risk ise ABD-İsrail ikilemidir. Türkiye’nin İran’daki Azerbaycan Türkleriyle yakınlaşması, İsrail’i rahatsız edebilir. İsrail, İran’ı bölme stratejisinde kendi kontrolü altındaki Kürt örgütlere öncelik vermek isteyebilir.

Sonuç: Fırsat Penceresinin Üç Ekseni

İsrail-İran çatışmasının yarattığı kriz ortamı, Türkiye’ye İran’daki Azerbaycan Türkleri aracılığıyla üç temel stratejik kazanım alanı sunmaktadır. Birincisi, ekonomik entegrasyondur. Kuzey İran’ın tarım, enerji ve insan kaynağı potansiyeli, Türkiye’nin “Orta Koridor” projesine eklemlenebilir. İkincisi, güvenlik derinliği elde etme imkânıdır. Azerbaycan Türklerinin içinde bulunduğu toplumsal ağlar, Türkiye’nin sınır ötesi istihbarat ve operasyonel kabiliyetlerine katkı sunabilir. Üçüncü olarak, diplomatik manivela devreye girebilir. İran rejimindeki Azeri kökenli aktörler, Türkiye’nin bölgesel arabuluculuk rolünü kolaylaştırabilir. Unutulmamalıdır ki, Tahran’ın kuzeyindeki 30 milyon Türk, yalnızca demografik bir veri değil, Ankara’nın Asya’ya açılan kapısıdır.

Türkiye’nin bu fırsatları değerlendirirken “etnik kartı” açıkça değil, kültürel ve ekonomik iş birliği zemininde oynaması kritiktir. Aksi takdirde İran’ın toprak bütünlüğüne yönelik algılanacak bir tehdit, bölgesel ittifakları Türkiye aleyhine mobilize edebilir. Nihayetinde Güney Azerbaycan’ın geleceği, Türkiye’nin neorealist bir denge siyaseti ile demokratik evrenselcilik arasında kuracağı stratejik uyuma bağlı olacaktır.

Webinara
Kayıt Ol !

Son 2 Gün