Blog Yazılarımız

PKK’nın Tasfiyesi

Prof. Dr. Osman KÖSE

Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi Dekanı

Özet

Türkiye yarım asırdır PKK terör örgütü ile mücadele etmektedir. Yıllardır enerjisi, maddi ve manevi kaynaklarını bu uğurda heba etmiştir.  Özellikle Türkiye’nin teknolojik ve ekonomik açılardan gelişmeler kaydetmesi ile PKK terör örgütüne büyük darbeler vurmuştur. Bunun sonucunda örgüt yok edilme noktasına yaklaşmıştır. PKK’yı tamamen ortadan kaldırmak için Çözüm süreci gibi girişimler olmuş fakat bu girişimler PKK ve on destek veren ülkelerin gayretleri ile başarılı olamamıştır. Bu analizde, 22 Ekim 2024 tarihinde MHP Genel başkanı Devlet Bahçeli’nin “PKK’nın kendisini feshetme” çağrısı ile başlayan süreç ve muhtemel sonuçları ele alınmaktadır.

PKK’nın Tasfiyesi

Terör, siyasi bir hedef uğruna toplumu yıldırmaya ve korkutmaya dayalı eylemlerin tamamını ifade etmektedir. Terör örgütleri ihdas etme ve destekler verme, sömürgeci devletlerin geçmişte ve günümüzde hedef ülkeleri zayıflatmaya veya yıkmaya yönelik olarak sıkça kullandıkları bir yöntemdir. Bu yöntemle hegemonik devletler, hedef ülkeler içinde zayıf alanlar tespit etmek suretiyle, terör eylemlerinde faaliyet gösterecek insan unsurunu ülkelerin bu zayıf alanlarından devşirerek eğitmek suretiyle silahlı güçler oluşturabilirler. Ortaya çıkarılan terör gruplarının eğitimi, lojistik ve siyasi destekleri arkalarındaki “güçler” tarafından sağlanırken, tüm giderleri de yine hedef ülkelerin kendi kaynaklarından temin edilir. Yani kendi hedefleri için terör gruplarını ihdas eden büyük güçler, hiçbir külfete girmeden kendi nam ve hesaplarına faaliyet gösteren “mankurtlaştırılmış” bireyler ve terör grupları ortaya çıkarabilirler.

Terörün hedefi olan devletler genellikle gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerdir. Yer altı kaynakları zengin fakat onları korumaya ve işletmeye güçleri ve imkânları yoktur. Türkiye de uzun yıllardır terörün girdabında olan, enerjisini ve imkânlarını büyük ölçüde bu uğurda sarf eden bir ülkedir.

Türkiye’nin terörün hedefinde olmasının sebebi, tarihsel süreçte Türkistan’dan Avrupa’ya kadar dünyaya hükmeden zincirleme çok sayıda devletin devamı mahiyetinde görünmesi ve o zengin tarihsel mirasın sahibi bir ülke olmasıdır. Geçmişten gelen bu zengin miras ve tarihsel birikim sebebiyle, bir zamanlar Osmanlı devletinin toprak parçası içinde yer alan etraftaki devletler ve milletlerin tekrar ayağa kalkarak Türkiye’nin etrafında kenetlenme ihtimali terörü ihdas eden ve destekleyen devletleri rahatsız etmektedir.

Türkiye, her anlamda Osmanlı devletinin devamıdır ve onun son kalan toprakları üzerinde kurulan bir devlettir. Bu nedenle 19. Asırda Sırpların, Rumların ve Balkanlarda yaşayan gayr-ı Müslimlerin, dönemin büyük güçlerinin destekleriyle toplumu bizar eden terör faaliyetlerini her zaman iliklerine kadar hissetmiştir. 20. asra girerken Ermeni terörünün açtığı yaralar hala toplum içinde konuşulmakta ve “acı veren dram” olarak hissedilmektedir. Osmanlı devleti son döneminde yaşanan terörün açtığı acıların etkileri ve sonuçları toplum içinde etkilerini hala deva ettirirken, hikâyeleri kuşaktan kuşağa konuşulurken 1970’li yılların sonlarına doğru ortaya çıkan farklı bir terör örgütü uzun yıllar devleti ve toplumu derinden sarsacak yeni yaralar açacaktır. Bu terör örgütü 27 Kasım 1978 tarihinde Abdullah Öcalan ve bir gurup arkadaşı tarafından kurulan PKK’dır.

PKK, 1970’li yılların başlarından itibaren Abdullah Öcalan ve bir grup arkadaşının öncülüğünde şekillenerek sosyaliste bir öğrenci grubu olarak şekillenmiş ve kısa zaman içinde kanlı bir terör örgütüne evrilerek adını duyurmaya başlamıştır. Örgüt ilk eylemini 25 Ağustos 1984 yılında Eruh ve Şemdinli’ye saldırarak geçekleştirdiğinde, devlet tarafından bilinmekle beraber, toplum adını ve hedeflerini ilk defa duymuştur. Dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın ifadesiyle “üç beş çapulcudan” ibaret olmadığı anlaşılmış ve bu tarihten sonra ardı arkası kesilmeyen kanlı eylemelerle 1990’lı yıllara gelindiğinde Türkiye’nin gündemini tamamen meşgul etmeyi başarmıştır.

PKK, ayrılıkçı bir örgüt olarak kurulmuş olmasına rağmen, Türkiye’de hiçbir zaman Türk-Kürt ayrışmasını başaramamıştır. Yani örgütün ve ona destek verenlerin hedefledikleri Türkiye’deki Kürtler nezdinde bir taban bulamamıştır. Toplumu ayrıştıramamıştır. Örgüt, kurulduğu günden itibaren Türkiye ve bölge üzerinde emelleri olan çoğu devletin desteklerini almıştır. Bu ülkeler görünürde Türkiye ile dost ve samimi ilişkilerde olmalarına rağmen bazen açıktan ve bazen de gizli olarak PKK’ya destekler vermişler ve ona uluslararası alanda himayeler sağlamışlardır. Bu minvalde Amerika, Rusya, Almanya, Fransa, İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri görünürde Türkiye ile dost ve iyi ilişkilerde olmalarına rağmen bazen açıktan ve bazen de gizli olarak PKK’ya kucak açmışlardır. Bu ülkelerin neredeyse tamamında PKK’nın temsilcilikleri ve büroları bulunmaktadır. Görünürde Türkiye’ye dost olmakla beraber, asıl dostluklarını Türkiye’yi hedef alan bu terör örgütüne göstermektedirler.

Türkiye, kendi imkânları ve gücü ile 40 yılı aşkın bir zamandır söz konusu bu örgüt ile uğraşmaktadır. Bu süreç içinde Türkiye’de PKK teröründen canı yanmayan aile neredeyse kalmamıştır. Fakat tüm bunlara rağmen Türkiye, PKK terörüyle mücadelede başarılı olmuştur. Bu kapsamda Abdullah Öcalan 16 Şubat 1999 yılında yakalanarak İmralı’ya nakledilmiş ve bundan sonra örgüte öldürücü darbeler indirilmeye başlanmıştır. Türkiye, bu gaileyi tamamen yok etmek için bu süreçte köklü tedbirler almaya da çalışmış fakat PKK’ya destek veren ülkelerin entrikalarıyla bunda başarılı olamamıştır. Başbakanlık görevine 14 Mart 2003 yılında başlayan Recep Tayyip Erdoğan’ın en büyük gayelerinden biri de PKK terörünü tamamen ortadan kaldırarak Türkiye’yi Avrupa ülkeleri seviyesine çıkarmak için gayret göstermesi olmuştur. Bu kapsamda 2009-2015 yılları arasındaki “Çözüm Süreci” olarak adlandırılan dönemde yapılan hummalı çalışmalar ve iyi niyet girişimleri dikkate değerdir. Fakat bu dönemde PKK’ya destek veren ülkelerin “Kandil”deki yöneticiler eliyle ilerleyen süreci bozmaları ve farklı bir alana çekmeleriyle bu girişim başarılı olamamıştır. Maalesef bu süreci yanlış yöne çeken PKK’nın 2015-2016 yılında yaşanan “Hendek Olayları” sonucunda yaşattıkları toplum hafızasında acı bir tablo olarak yerini almaktadır. Hendek olaylarında şehit olan yüzlerce güvenlik görevlisinin acıları hala toplum vicdanında taze ve izleri kolayca silinecek gibi değildir.

PKK terörü devam ederken Türkiye bir taraftan da gelişme ve kalkınmayı ihmal etmemiştir. Özellikle silah sanayi alanında başlayan devasa ilerlemeler ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu yönde gösterdiği hedefler ve ihtimam ile Türkiye son on yılda kayda değer başarılar elde etmiştir. Bu gelişilmelerin sonucu olarak Türkiye’nin Suriye sınırı tarafında oluşturulan terörden arındırılmış koridor, terör örgütünün büyük oranda hareketsiz kalmasının ve tükeniş sürecine girmesinin yolunu açmıştır.  Bu şekilde Türkiye ilk defa 40 yılı aşkın süre sonunda yeni bir döneme girmiştir.

Bu yeni dönemde “Terörsüz Türkiye” yolunda nihai bir gayretle PKK terörünü tarihin sayfalarına gömmek üzere 22 Ekim 2024 tarihinde MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin çağrısı ile yeni bir süreç başlamış ve bu süreç tarihi milat olarak yerini almıştır. Bu çağrıya göre Devlet Bahçeli, 26 yıldır İmralı’da bulunan örgüt lideri Abdullah Öcalan’a tarihi bir sorumluluk yükleyerek PKK’yı feshetmesini istemiştir. Bu çağrının milliyetçi söylemlere sahip olan MHP ve onun lideri tarafından yapılması büyük anlamlar taşımaktaydı. Bu nedenle kamuoyunda bir taraftan şaşkınlık ve bir taraftan da terörün tamamen sona ermesine yönelik umutları zirveye çıkarmıştır.

Bu çağrıdan sonra kamuoyunda PKK’nın siyasi uzantısı olarak bilinen ve TBMM’de gurubu bulunan DEM partili yetkililerin İmralı’ya giderek 27 Şubat 2025 tarihinde Abdullah Öcalan ile görüşmeleri ve onun Devlet Bahçeli’nin çağrısını destekler mahiyetteki mesajını kamuoyuna duyurmalarıyla resmen PKK’nın kendisini feshetmesi yönündeki sürecin başlamasına ve beklentiye vesile oluşmuştur. Kandildeki PKK yetkilileri de bu çağrıya olumlu karşılıklar vermişlerdir. Şayet süreç planlandığı şekliyle ilerlese Türkiye’de yeni bir dönem başlayacaktır. Söz konusu kamuoyunda oluşan bu süreç Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve devlet birimleri tarafından da sahiplenilmiş ve millet nezdinde de genelde olumlu yankılar bulmuştur.

Bu yeni dönemin muhtemel adı “Terörsüz Türkiye” olarak adlandırılmış ve bu andan sonra oluşan tüm siyasi konuşmalar, yazılan ve çizilenler bu çizgide olmuştur.

Peki, PKK kendisini tasfiye eder mi, bu sürecin handikapları nelerdir ve “terörsüz Türkiye’ye” ulaşacak olan yolculuk başarılı olur mu?

PKK terörünün maliyeti Türkiye’ye çok ağır olmuştur. Şayet yarım asırdır devleti ve toplumu meşgul eden terör hadisesi olmamış olsaydı, Türkiye bugünkü geldiği gelişmişlik düzeyine yıllar önce gelebilir ve bu gün daha farklı hedefler konuşuluyor olunabilirdi. On binlerce insan kaybının yanında, trilyonlarca dolarlık ekonomik külfet Türkiye’nin kayıplarından sadece bir-iki başlıktır. Bu nedenle terörün belinin bükülmesi ile PKK’nın temelden tasfiye edilecek olması yönünde açılacak muhtemel yeni sayfa son derece önem arz etmektedir.

PKK’nın tasfiyesi ve terörsüz Türkiye imkânsız olmamakla beraber, bu sürecin nihai başarıya ulaşması çetrefilli, yorucu ve uzun ince bir yol olarak görünmektedir. Her şeyden evvel PKK terörünün tasfiyesinin önündeki en büyük engellerden birisi bu kanlı örgüte tüm zamanlarda destekler veren devletler olacaktır. Bu devletlerin temel hedefi Türkiye’nin kalkınmaması, etrafıyla ilgilenmemesi ve kendi meşgaleleri ile iştigal eden bir ülke olmaya devam etmesi arzusudur. Görünürde Türkiye’nin terörü tasfiyesine büyük methiyeler düzemelerine rağmen, terör destekçisi ülkelerin bu süreçteki el altından baltalama gayretleri sıkıntılar yaratabilir.

PKK neredeyse yarım asra varan geçmişi olan bir örgüttür. Bu süreçte ömürleri illegal yaşam içinde geçen örgüt yöneticilerini legal bir alana çekmek kolay olmayacaktır. Dünyada uyuşturucu sevkiyatı, göçmen ve insan kaçakçılığı, silah kaçakçılığı, tehditler, gasplar ve çok sayıda suç çeşitleri ile karanlık bir ağ bu örgütün kontrolü altındadır. Bu alanlardan örgütü salim noktalara çekmek veya PKK’nın bu alanda yaratacağı boşluğun nasıl ortadan kaldırılacağı sorunu, düşünülmesi gereken meseleler arasındadır. Bunun yanında örgüt içinde faaliyet gösteren militanların toplum içine kazandırılması meselesi ve normal hayata dâhil edilmesi uzun yılları alacak ve kolay olmayacak bir rehabilitasyon süreci olacaktır.

PKK’nın şu anda fiili ve resmi olarak yönetimini elinde bulunduran Kandil’in, konumunu kaybetmemek için süreci baltalama ihtimali düşünülmelidir. Çünkü buradaki yöneticiler bir ömür boyu sürdürdükleri konumlarını ve ayrıcalıklarını kaybedeceklerdir. Türkiye’nin gelişmesini istemeyen devletlerin bu örgüt yöneticileri ürerindeki ağırlıkları ve ifsatları dikkate alınmak zorundadır. Kandil’deki örgüt yöneticileri Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Duran kalkan gibi isimlerin İmralı’dan gelen çağrıya ilk etapta olumlu cevaplar vermeleri ve daha sonraki açıklamalarında ipe un serme tavırları dikkatlerden kaçmamıştır.

PKK’nın Suriye, Irak ve İran’daki uzantılarının tavırları da bu süreçte önemlidir. Söz konusu bölgede Amerika, Rusya, İsrail, Fransa, İngiltere ve diğer ülkelerin yıllardan beri PKK’ya ve onun uzantıları olan terör örgütlerine destekleri ve faaliyetleri bilinmektedir. Amerika’nın Suriye’de PKK’nın uzantısı olan PYD’ye yıllar içinde verdiği beş bin tırdan fazla silah hala bölgededir. Bu silahlar henüz bir yerde kullanılmamış ve Amerika tarafından geri de alınmamıştır. Bu nedenle Amerika başta olmak üzere bölgede faaliyet gösteren ülkelerin el altından PKK ve uzantıları ile girişebilecek oldukları muhtemel iletişim süreçleri dikkate alınmalıdır. İmralı’dan gelen çağrının bu alanlarda karşılık bulması, süreci başarıya ulaştıracaktır.  Fakat Suriye, Irak ve İran’dan gelen ilk açıklamalar, söz konusu bu bölgedeki PKK uzantısı terör örgütlerinin kendilerini bu çağrının dışında tuttukları yönündedir. Hatta PKK’nın Suriye uzantısı olan PYD lideri Mazlum Kobani’nin Suriye’de yeni rejim ile entegre olma görüntüleri İmralı’dan gelen çağrı sonrası oluşan sürecin bir parçası olarak algılanmakla beraber, onun Şam’a Amerikalıların korumasında ve onların helikopteri ile gelmesi ve sonrasında yaşananlar soru işaretlerini berberinde getirmiştir.

Fakat her ne olursa olsun terörle mücadelede gelinen nokta Türkiye için başarılı bir aşamadır ve büyük önem arz etmektedir. Yarım asra varan geçmişi olan katmerleşmiş bir meselenin hemen birkaç ayda veya yılda sonlanması imkânsızdır. Çok dikkatli ilerlemek gerekmektedir. Bu sürecin tamamen başarıya ulaşmasında ve terörsüz Türkiye hedefinde sıkıntılar yaşanacak olsa da artık ufukta ışık görünmüştür. Yani tünelin aydınlık sonu yakındır. Terörün ilelebet devam ermesi imkânsızdır. Türkiye artık eski Türkiye değildir. Terör konusunda dünyada en çok tecrübeye sahip olan ve mücadelede başarılara imza atan tek ülkedir. Bu nedenle 22 Ekim’de başlayan, terörsüz Türkiye’ye ulaşmayı hedefleyen mayınlarla dolu, uzun ince çetrefilli bu yolu tecrübe ve tarihsel birikimi ile aşacak güç ve kudrete sahiptir. Şu anda Türkiye’yi yöneten kararlı irade, toplumun neredeyse kahir ekseriyetinin destek ve himmeti ile bu tarihsel fırsatın başarıya ulaşmaması için sebep kalmamıştır.

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın en büyük hedeflerinden birisi,  terörün tamamen sona erdirilerek Türkiye’nin kaynaklarını ve enerjisini artık tamamen kendi kalkınmasına ayırmasıdır. Daha önceki çözüm sürecinde olduğu gibi, bu süreci de dikkatle ve ihtimamla takip etmektedir. Bu nedenle “terörsüz Türkiye için cesur adım” atıldığını her daim vurgulamaktadır. Elbette gelecekte fark edilecektir ki atılan adım çok önemlidir ve cesurcadır. Muhalefetten devletin en tepesine varıncaya kadar, halkın temel katmanlarının güven eksenli destekleri bu sürecin başarıya ulaşması için en büyük sebeplerdir.

Bu süreci başlatan Sayın Devlet Bahçeli’nin PKK’nın kendini fesih için “4 Mayıs 2025” tarihini ve yer akarak da “Malazgirt’i” önermesi fevkalade önemlidir. Gözler bu tarihe ve yere çevrilmiştir. Terörsüz Türkiye yolculuğunda 2025 yılı bu açıdan fevkalade önem arz etmektedir.

Not: Bu makale, Dış Bakış dergisinin mart 2025 sayısında yayınlanmıştır.

Fotoğraf: Anadolu Ajansı

Webinara
Kayıt Ol !

Son 2 Gün