Blog Yazılarımız

TUDPAM | Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi > Röportajlar > Röportaj: “Afrika’da Türkiye’nin Nüfuzu Üzerine” – Türkiye-Afrika İşbirliği Platformu Kurucu Başkanı Sn. Osman Genç

Röportaj: “Afrika’da Türkiye’nin Nüfuzu Üzerine” – Türkiye-Afrika İşbirliği Platformu Kurucu Başkanı Sn. Osman Genç

Anıl Uğur: Avrupa, Türkiye’yi Afrika’da neden bir tehlike olarak görüyor?

Osman Genç: Varisi olduğumuz Osmanlı Cihan İmparatorluğu, 1517 yılında Mısır’ın fethi ile Afrika’ya siyasi idare anlamında giriş yapmış ve İtalyanların Trablusgarp işgalini müteakiben 1912 Uşi Antlaşması ile de siyasi idare anlamında Afrika’dan fiilen çıkış yapmıştır. Yani 395 yıl bilfiil Afrika’nın 1/3’üne sömürgecilik gayesi gütmeksizin adaletle hükmetmiştir. Avrupa ve ABD dahil dünyanın hiçbir ülkesinin Afrika üzerinde bu kadar uzun süren bir hakimiyeti olmadığı gibi Avrupa’nın Afrika hafızası kan ve gözyaşı doludur.

Başta Doğu Afrika ülkeleri olmak üzere Afrika ülkeleri, Türk milletinin 400 yıl boyunca adaletle hükmettiği günleri özlemekte; Türkiye ile ekonomik, siyasi ve sosyal bağlarını güçlendirmek istemektedir. Esasen Avrupa’nın Afrika’da Türkiye’yi tehlike olarak görmesinin asıl sebebi Afrika ile Türkiye arasındaki bu 400 yıllık beyaz hatıralarla dolu hafızadır. Bir diğer nedeni de bilindiği gibi Avrupa’nın Afrika’ya bakışının tamamen liberal ekonomik prensiplerle ve sömürü düzeni ekseninde olmasıdır. Evvela Avrupa, Afrikalıya “insan” gözü ile bakmaya yani Afrikalıyı “insan saymaya” son 70-80 yılda, o da kerhen karar vermiştir. Oysa Türkiye, Afrika’ya tarihin hiçbir döneminde sömürü ciheti ile bakmamış; devletin imkanları nispetinde yollar, su yolları, köprüler, ibadethaneler, imarethaneler inşa etmiştir. Bugün Etiyopya’nın Harar bölgesinden, Somali’nin Barbera şehrine, Nil havzasından, Cezayir liman şehirlerine kadar Osmanlı eserleri hâlen yerel halk tarafından kullanılmaktadır. Dolayısı ile Afrikalının Türk’e “Kardeş”, Avrupalıya “Beyaz Adam” gözü ile bakması, Avrupalıyı gelecek kuşakların ülkeler ve toplumlar arası ilişkileri yönünde endişelendirmektedir.

Son olarak, toplam kıta nüfusunun %55’i Müslüman olan Afrika toplumu, Türkiye Cumhuriyeti’ni hilafetin devamı olarak addetmekte; Türkiye’nin siyasi, askeri ve ekonomik olarak Müslümanların lider ülkesi olduğunu her fırsatta dile getirmekte ve yüzyıllarca sömürülen mazlum milletler açısından Türkiye’yi sığınacak bir liman olarak görmektedir. Tabi olarak yukarıda neden olarak saydığımız tüm unsurlar, Avrupalılar açısından Afrika’da yürüttükleri düzenin sürdürülebilirliğine bir engel olarak telakki edildiğinden, Türkiye’yi bir tehlike olarak görmektedirler.

Anıl Uğur: Türkiye, Afrika’daki kapasitesini arttırabilmek için nasıl bir yol izlemelidir? Bu yol kültürel, insani anlamda mı yoksa askeri ve siyasi anlamda mı ağırlık kazanmalıdır?

Osman Genç: Türkiye’nin Afrika’daki kapasitesinin artırımına ilişkin anahtar kelime “kazan-kazan” politikası olmalıdır. “Kazan-kazan” politikası bir yandan ikili ilişkilerde tarafların hak ve menfaatlerini korurken diğer yandan da bu ikili veya çok taraflı ilişkilerin sürdürülebilirliğini sağlayacaktır. Ancak bu politikada ilk kazanç daima Afrikalı tarafta olmalıdır. Çünkü Afrika, yüzyıllar boyunca “beyaz adam” tarafından sömürülme ve kandırılma hafızası nedeni ile ikili ilişkilerde “en azından zarar görmeyeceği” garantisini görmek istemektedir. Bu itibarla, ikili ilişkilerde öncelikle insani veya kalkınma yardımları ciheti ile yaklaşılmalı; tarım, hayvancılık ve el emeği sektörlerinde kalkınma yardımları yapılarak TİKA vb. kuruluşlar aracılığı ile toplumun genelinde, Türkiye’nin gücü ve Türk halkının yardımseverliği bilinci oluşturulmalıdır.

İkinci aşamada, Yunus Emre Vakfı, Maarif Vakfı aracılığı ile kültürel iş birliği programları geliştirilmeli ve son olarak bu işlerin tamamının bir meyvesi olarak “kazan-kazan” esasına geçilerek ticari ilişki tesis edilmelidir. Askeri iş birliği konusu çok daha detaylı ve çok taraflı ilişkiler içerdiğinden bilahare ele alınabilecektir.

Anıl Uğur: Türkiye’de düzenlenen IDEF’23 G5-Sahel Ortak Gücü’ne nasıl bir etki bırakmıştır?

Osman Genç: Bana göre etkiyi görmek için sonuçlara bakmak yeterlidir ve beni en çok heyecanlandıran sonuç, G5-Sahel Ortak Gücü ile MKE ile Vestel arasında imzalanan savunma iş birliği anlaşmalarıdır. G5-Sahel ortak gücü bundan böyle MKE silah ve mühimmatlarını kullanacak, Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinin bu yöndeki tekeli kırılacaktır. IDEF’23 sadece bu anlaşma ile sonuçlansa dahi bana göre büyük bir başarıya imza atmıştır. Bundan böyle Türk Savunma Sanayii, Sahel bölgesi için asli tedarikçilerden birisi olacaktır.

Anıl Uğur: Türkiye’nin terörle mücadelede gösterdiği başarı Afrika ülkelerinde nasıl bir etki bırakıyor? Bıraktığı bu etki özellikle askeri alanda ekonomik ve ticari bir iş birliğine zemin hazırlıyor mu?

Osman Genç: Maalesef dünyanın her yerinde olduğu gibi Afrika’da da terörizm, “taşeron maşa” örgütler vasıtasıyla ülkelerin bağımsızlığına ve refaha kavuşmasına engel teşkil etmektedir. Afrika’nın doğusunda, Somali’de adı “Eş-Şebab” olan örgüt; Afrika’nın batısında, Nijerya’da “Boko Haram” olarak karşımıza çıkmaktadır ve ne var ki bu örgütlerin hepsi de aynı kumanda merkezinden idare edilmektedir.

Terörün temel amacı “tedhiş” yani korkutma ve yıldırmadır ve ne yazık ki Afrika’da terör bu anlamda başarılı olmuştur. Diğer taraftan Türkiye, son 35-40 yıldır kendi üstüne salınan bu “taşeron maşa” örgütlerle mücadele etmekte; terörü kaynağında vurup, ezmektedir. Terörün devletlerin iç ve dış politikalarını değiştirmek için bir silah olarak kullanıldığı Ortadoğu’da terörün baş eğdiremediği tek ülke Türkiye’dir. Bu yönüyle Afrika’nın mazlum milletlerinin rol modelidir. Bu etki, başta savunma sanayiinde geliştirilen silah ve mühimmatın Afrika’ya ihracatı konusunda bir ticari münasebeti kurmakta; ikincil fayda olarak da söz konusu ülkelerle ticaret dengesinin sağlanması maksadı ile yapılan uygun fiyat ve niteliği haiz hammadde ithalatına kapı açmaktadır.

Webinara
Kayıt Ol !

Son 2 Gün