Faruk Baybars: Terörün oluşma evresinde birçok etken ve farklı faktörler yer alsa da, asıl gaye bu örgütlerin siyasi hedef ve beklentileri üzerinden halkta korku ve panik etkisi yaratarak, siyasi karar vericilerin politika süreçlerinde baskı altına alınıp, terör örgütlerinin kendilerine göre kazanç sağlamak adına şiddete başvurdukları alçakça yöntemler bütünüdür. Terörle etkin bir mücadelenin ortaya konulması için ise askeri önlem ve yöntemler caydırıcılıkta başat aktör olsa da şayet, bunun kalıcı hale gelmesi arzulanıyorsa bu mücadeleye eş zamanlı olarak gerekli siyasi adımların politika üretenler tarafından atılması ile birlikte sivil toplum kuruluşlarının bu süreçlerde gerekli sorumluluğu almaları gerekir. Teröre sağlanan dış destek konusuna gelecek olursak, bu durum hem ülkemizde hem de dünyanın çeşitli bölgelerinde cereyan eden bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Hemen hemen her ülke, gerçekleşen terör eylemlerinin yanı sıra tüm toplumsal olaylarda tam olarak adını tanımlayamadığı konular sebebiyle çözümün tespit edilmesinin yerine ”Dış Güçler” kavramına sarılarak, vakanın yinelenmemesi ve problemlerin kökünden hal olunmasına yönelik politikalardan kaçınmaktadır. Buna karşın, dış destek anlamında sorun ve eksikliklerini tanımlayarak konunun üzerine giden ülkeler, terörle mücadele kapsamında sürecin akamete uğratılmaması için halka komplo teorileri sunmak yerine noktasal tespitler yaparak halkında bu süreçlerde bilgilendirilmesi sağlandığında başarı oranı kalıcı manada yükselecektir. Ancak hem siyasi hem de askeri önlemler günümüzde terörle mücadelede yetersiz kalmaktadır. Yani terörün kimlik ve motivasyon kaynağı her ne olursa olsun bunun çözülmesi adına iktidar olanların iradesini ortaya koyması önemliyken, terörün dış destek anlamında maddi kaynaklarına yönelik hamleler hayata geçirilmediğinde ülke içerisindeki faaliyetlerinin tamamen sona erdirilmesi mümkün değildir. Tüm bunlar düşünüldüğünde terörün dış destek boyutu noktasında mücadele süreçlerinde çok önemli bir konuma sahip olduğu ortadayken ülkemizde bu konu üzerine yeterli çalışma yapılmadığını görmekle birlikte, alan hakkında konuyu en iyi araştırıp, çalışanlardan biri olan Sayın Ömer Kalaycı ile temel sorular üzerinden konuyu bizlere anlatmasını isteyeceğim.
Faruk Baybars: Kıymetli hocam, umarım bu söyleşi ile birlikte alan hakkında bir nebzede olsa dikkat çekmiş olacağız. Dilerseniz ilk sorumu konumuzun başlığı üzerinden sormak isterim. Terör-Terörizmin dış destek boyutu nedir? Ayrıca bu soruya ilave olarak dış destek boyutu hangi alanları kapsıyor ve ne anlamalıyız hocam?
Ömer Kalaycı: Öncelikle şunu bir netleştirelim. Terör; İnsanlık tarihi kadar eski ve özünde şiddet barındırır. Her şiddet terör değildir ancak her terör eyleminin içerisinde kesinlikle şiddet vardır. Ayrıca terör, aşağıdan yukarıya gerçekleşebileceği gibi yukarıdan aşağıya da gerçekleşirken, çok eski çağlardan günümüze dinsel, etnik ve siyasal nedenlerle uygulandığı gibi dönem dönem devlet yöneticileri tarafından da kullanılmış ve içinde bulunduğumuz asırda da kullanılmaya devam etmektedir.
Özellikle II. Dünya Savaşından sonra terör, terörizmle mücadele konuları, uluslararası politika başta olmak üzere pek çok alanda gündemin başında yer almaktadır. 11 Eylül 2001 ABD New York Dünya Ticaret Merkezine yönelik terör eylemleri ile terör ve terörizme olan duyarlılık ve artan dış destek boyutu daha da önem kazanmıştır.
Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi hasım ve rakip ülkeler birbirlerine karşı konvansiyonel savaşı, savaşın finansı başta olmak üzere pek çok nedenden ötürü göze alamadıkları için terör örgütlerini aparat/vekâlet güç olarak kullanarak hedef ve rakip ülkeye siyasi, ekonomik zararlar vermişlerdir. Bu durum günümüzde de devam etmektedir. 11 Eylül 2001 terör saldırıları, dönemin ABD başkanın söylemiyle terörizmle mücadele haçlı seferleriyle eşdeğer tutulmuştur. ABD dış politikasının çıkarları doğrultusunda terörizmle mücadele, hedef ülkelere yönelik yeni bir boyut kazanmıştır.
Bu dönemden itibaren terörizmle mücadelede terör örgütleri ilgili ülkelerin küresel, bölgesel güç ve çıkarları noktasında aparat/vekil güç olarak kullanılmaktadır. Bu maksatla; benim tanımımla Parçalanmış El Kaide atomunun güçlü çekirdeği olarak öne çıkartılan IŞİD terör örgütüne karşı yine bölücü Kürtçü terör örgütü PKK ve Suriye uzantısı PYD-YPG siyasi, askeri ve diğer alanlarda desteklenerek devletleşme sürecine evrilmiştir. Özellikle Suriye özelinde bölücü Kürtçü terör örgütü çatısı altında pek çok terör örgütü, değişik ideoloji ve güdülere sahip olsalar bile ortak hedefler doğrultusunda bir arada yer almaktadır. Bu durum, özellikle bölücü Kürtçü terör örgütü ve Suriye uzantısı PYD/YPG’yi uluslararası alanda siyasi olarak meşru bir zemine çekmiştir. Avrupa’nın 7 ülkesinde ve Moskova’da PYD ofis/bürolarının aktif olması bunun en somut örneklerindendir.
Gelinen bu durumda teröre ve terör örgütlerine verilen desteğin sadece askeri, militan eğitimi, kamp yeri, finans ve lojistik boyutuyla sınırlı kalmadığını yanı sıra siyasal, ekonomik, sağlık hizmeti, psikolojik, basın-yayın, eğitim, propaganda desteği, istihbarat ve teknik destek olarak sürdürüldüğü gerçeği azımsanmayacak boyutlardadır.
Faruk Baybars: Şimdiye kadar terörün dış destek boyutunda; destek veren ülkelerin daha çok askeri malzeme, kamp, silah, sağlık malzemesi, lojistik destek gibi konular biliniyordu. Siz; bunların dışında siyasi, propaganda, hukuki, psikolojik ve basın-medya, istihbarat desteği ve en önemlisi de bölücü Kürtçü terör örgütünün siyasallaştırılmasına vurgu yaptınız. Biraz daha detaylandırır mısınız hocam?
Ömer Kalaycı: Elbette. Terör örgütlerine verilen dış destekleri çok geniş yelpazede ele almak mecburiyetindeyiz. Örgüt liderinin 12 Eylül’den sadece 9 ay önce doksan kişi ile Türkiye’yi terk etmesi, örgüt liderinin uluslararası mevcut durumu iyi okuduğuna değil; bölücü Kürtçü terör örgütünü kuran ve yönlendiren stratejik aklın planlarını görürüz. Yanı sıra örgütün özellikle beşinci kongre kararları iyi okunduğunda da bu kararların gelişi güzel alınmadığı, örgütün uluslararası bir konuma gelerek siyasallaşma çalışmalarının yurtdışından sürdürülmesi ve ardında bir stratejik aklın olduğu gerçeği vardır.
Bakınız, x bir terör örgütünün varlığını sürdürebilmesi, eylemlerini gerçekleştirebilmesi için askeri malzemeden tutun istihbarat bilgisine varıncaya kadar pek çok desteğe ihtiyacı vardır. Keza bu örgüte mensup teröristin de hayatını idame ettirecek gıda, su, ilaç, silah gibi temel maddelere ihtiyacı vardır. Dağdaki bir teröristin, girdiği çatışmalar da dâhil toplam yaşam süresi en fazla 12-15 yıldır. Eğer çatışmalarda ölmemişse ya böbrek yetmezliğinden ya da farklı bir kronik hastalığa yakalanıp hayatını kaybetme oranı çok yüksektir. Bu durum örgütün dağ kadrosundaki sözde liderleri içinde geçerlidir. Bazı örgüt liderlerinin diyaliz desteği aldığı bilinmektedir.
Terör örgütlerinin ideolojik/güdülerine yönelik gerçekleştirdikleri eylemlerin yanı sıra, destek veren ülkelerin stratejik akılları (istihbarat teşkilatları ve askeri kurmay kadrosu) tarafından biçilen hedefler doğrultusunda da eylemler gerçekleştirmektedirler. Bu bağlamda kendilerine verilen görevleri yerine getirebilmek için örgütler, istihbarat başta olmak üzere özellikle hızla gelişen teknoloji sayesinde teknik konularda destek almaktadırlar. Ayrıca Batı’nın, terör-terörizm ve terör örgütleri kavram ve tanımlamalarına bakıldığında da hangilerinin kendileri için bir vekil güç ve aparat olarak hizmet ettikleri netlik kazanacaktır.
İstihbarat konusu ise özellikle son yıllarda oldukça önem kazanmıştır. Arkasında ciddi şüpheler bırakarak düşen askeri helikopterler, dışarından gönderilen cep telefonu sinyaline güdümlü füzeyle patlatılan hedefler veya devlet birimlerinde yükselen birinin geçirdiği şüpheli trafik kazaları gizli servisler için sıradan bir olay olarak değerlendirilmektedir.
Hangi terör örgütü olursa olsun, hiçbir terör örgütü güçlü bir istihbarat teşkilatının bilgi desteği olmadan geniş/büyük çaplı bir terör eyleminde bulunamaz. Türkiye’ye karşı kullanılan herhangi bir terör örgütünün tek başına büyük/geniş çaplı bir terör eylemi gerçekleştirmesi asla mümkün değildir. Bir örnek verecek olursak; 22-23 Aralık tarihlerinde Pençe Kilit Harekâtının sürdürüldüğü Irak’ın kuzeyindeki 1740 ve 1754 rakımlı tepelerdeki üs bölgelerine düzenlenen iki ayrı saldırıda 12 askerimiz şehit edildi, biri ağır 13 askerimiz de yaralanmıştı. Bu mevsimde eğit/donata tabi tutulmuş hangi terör örgütü olursa olsun, fiziki sızma ve keşfin mümkün olmadığı bölgede uydu görüntüleri ve koordinatlar olmadan/verilmeden eylem gerçekleştirme olasılığının imkânsız olduğunu ve bu kapasitenin bölgede sadece TR ve ABD’de olduğunu belirtmiştim.
Siyasi, basın-medya ve propaganda desteğine gelecek olursak; bu konuda özellikle merkez Avrupa ülkesi olarak tanımladığım Almanya’nın eline kimse su dökemez. Almanya’nın, özellikle Türkiye ile çıkarlarının çatıştığı bölgelerde ve tarihsel olarak 150 yılı aşkın istihbarat dalaşında bulunduğu Türkiye’ye karşı husumete varan politikalarını yıllardır yazar ve anlatırım. Alman devletinin, bölücü Kürtçü terör örgütü PKK’yı kâğıt üzerinde terör örgütü olarak görüyor olsa da örgütün faaliyetlerine, ülkedeki varlığına, illegal yöntemlerle gelir elde etmesine, gösteri düzenlemesine, kara para aklamasına, uyuşturucu başta olmak üzere göçmen kaçakçılığı, silah kaçakçılığı ve haraç toplamalarına yıllardır seyirci kalması da verilen desteklerin kanıtıdır.
Alman Silah tüccarı “IPPNW” Almanya Bilimsel Danışma Kurulu üyesi Dr. Jan Van Aken; esasen Alman devletinin Türkiye’nin terörizmle mücadelesine bakış açısını en çıplak netlikte gözler önüne şu örneklerle sermiştir. TSK için “Kimyasal saldırı gerçekleştirdiği yönünde pek çok kanıt var ve bir araştırma başlatılması gerekiyor” demiş ve “PKK’ya yasak kalksın ve Türkiye ile olan İstihbarat İşbirliğinin noktalansın” sözlerini Alman meclisinde yaptığı konuşmada açıklamıştır. Alman Sol Parti vekili ve özünde silah tüccarı olan bu bölücü Kürtçü sevicinin haricinde de pek çok üst düzey siyasetçi ve devlet görevlisinin benzer açıklamaları vardır.
Alman devlet kanalları ARD ve ZDF TV, özellikle Alman Fransız ortak TV’yi ARGE kanalı, yıllarca bölücü Kürtçü terör örgütü PKK ve özellikle Suriye uzantısı YPG’yi, YPG içerisindeki kadın teröristleri, “sömüren ülkelere karşı özgürlük savaşçıları” olarak propagandasını yapmış; Kadın teröristlerin dağlarda, kamplarda ve çatışmalarda yer aldıklarının belgesellerini yayımlamışlardır.
Sadece medya-basın, propaganda desteği ile sınırlı kalmamış, Suriye’de PKK/YPG çatısı altında savaşmaya giden ve ölmeden geri dönen Alman vatandaşlarına karşı herhangi bir hukuki işlem başlatmamıştır. Yanı sıra Türkiye’nin, yıllarca örgütün Avrupa liderlerinden bazılarını ve örgütle bağlantısı olan teröristleri iade edilmesine karşı da “özgürlük savaşçıları” ya da “düşünce ve fikir özgürlüğü” adı altında Ankara’nın taleplerini geri çevirmiştir.
Alman devletinin bir yandan Alman Dernekler Yasası’na göre ve Kamu güvenliğini tehdit ettiği gerekçesiyle yasakladığı örgütün varlığına son vermemiş, her türlü faaliyetlerine göz yummuştur. Uluslararası hukukta; x bir ülkenin x bir terör örgütünün faaliyetlerine göz yummasının da bir çeşit örtülü destek oluğu ifade edilmektedir. Bu bağlamda Alman devleti, uluslararası hukuk nezdinde de bölücü Kürtçü terör örgütünün faaliyetlerine destek vererek terörü ve terörizmi destekleyen ülke konumuna gelmiştir.
Faruk Baybars: Uluslararası terörizmin ve terör örgütlerinin finans temini noktasında en büyük gelir kaynaklarından uyuşturucu konusunda terör örgütü PKK hangi boyuttadır?
Ömer Kalaycı: Bu sorunuz için teşekkür ederim. Zira bu konu, hem terörü, terörizmi hem de gerek yurtdışında gerekse de ülkemizde Türk gençliğini ve ülkemizi birinci derece tehdit eden bir konudur. Bölücü Kürtçü terör örgütü PKK ve uzantılarının uyuşturucu ile bağına girmeden önce kısaca şunları ifade etmek gerekiyor: Malumunuz Terör-terörizm, içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda da tüm dünyada varlığını sürdüren küresel bir sorundur. Dünya genelinde yasadışı suç örgütleri ve terör örgütlerinin, varlıklarını devam ettirebilme ve hedeflerine ulaşmaya çalışmalarının ana eksenini finans-politik araçlar gelmektedir.
Dünya ticaretinin % 10’unu uyuşturucu ticaretinden elde edilen gelir oluşturmaktadır. Dünyada uyuşturucu ticareti tek bir şebekenin kontrolü altındadır ve tüm dünyadaki en büyük ticari alandır. Uyuşturucu trafiği, tarladaki afyondan caddenin köşesindeki eroin satıcısına dünyada tek bir bütünleşmiş operasyon ağı ile çalışır. Anglo-Dutch (İngiliz-Hollanda) kıyı bankacılığı sistemi ve ilgili değerli metal ve mücevher ticareti kara para üzerinden, dünya uyuşturucu trafiği baştan aşağıya İngiliz ve müttefiklerinin kontrolü altında çalışır ve İngiliz İstihbarat servisi MI6, dünya uyuşturucu trafiğinin Lordu olarak ifade edilmektedir.
Daniel Estulin, Uluslararası uyuşturucu ticaretini, İngiltere’nin koruması altında ve ABD’nin görünmez büyük gelirler elde ettiği bir iş alanı olarak tarif etmektedir. Uyuşturucunun; dünya genelinde yasadışı petrol ve silah ticaretinden sonra en değerli üçüncü ticari gelir kapısı olduğu ifade edilmektedir. Dünyada uyuşturucu madde üretiminin, pek çok konuyla ilgili kurum/kuruluş raporlarında, iki ana bölgede gerçekleştiği ifade edilir. Bunlardan ilki; Afganistan, Pakistan ve İran’ın yer aldığı
bölgedir ve ‘Altın Hilal’ olarak ifade edilmektedir. İkinci bölge ise; Laos, Tayland ve Birmanya’yı kapsayan alandır ve ‘Altın Üçgen’ olarak isimlendirilir.
Türkiye, coğrafi konum olarak narkotik madde üretim merkezlerinden biri olan Altın Hilal Bölgesi’ne komşu olup, bu bölgede üretilen uyuşturucunun Avrupa’ya pazarlanması aşamasındaki rotanın kilit noktasında yer almaktadır. Bu güzergâha, “Balkan Rotası” adı verilmektedir ve bu rota uyuşturucu trafiğinin en yoğun yaşandığı rotadır. Avrupa uyuşturucu pazarına sevk edilen uyuşturucunun % 80’inin Türkiye üzerinden aktarıldığı ifade edilmektedir.
Terörün en önemli gelir kaynağı uyuşturucu kaçakçılığıdır. İstihbarat örgütleri hatta devletler de uyuşturucuyu özel bütçe haline getirmişlerdir. Uyuşturucu, birbiri ile örtüşen dört ayrı pazardan uyuşturucu edinmektedir. Bu dört pazarın her birinin ayrı üretim, ticaret ve tüketim eğilimleri vardır. Yasa dışı uyuşturucu ticareti her türlü suç örgütleri için bir önemli finans kaynağını teşkil ettiği gibi terör örgütleri içinde oldukça önemli gelir kaynağıdır. Terör örgütleri de tıpkı organize suç grupları gibi uyuşturucu kaçakçılığı içerisinde yer almaktadır. Bu süreçte terör örgütlerinin birbirleriyle olan ilişkilerinin yanında organize suç grupları ile stratejik ortaklıklar kurarak hareket ettiği durumlara da rastlanır. Örneğin; istikrarsız bir bölgede uyuşturucu sevkiyatı yapmak isteyen bir organize suç grubu o yerde kontrolü olan bir terör örgütünden silah, mühimmat, sahte belge vb. sağlama karşılığında destek alabilir.
Hiç şüphesiz, dünya genelindeki terör örgütlerinde olduğu gibi ülkemizde ve komşu coğrafyada faaliyet gösteren PKK/KCK-PYD/YPG, DHKP/C, TKP/ML ve FETÖ/ PDY terör örgütlerinin de uyuşturucu kaçakçılığı ile yakın ilişkisi söz konusudur. Uyuşturucu madde imal ve ticareti yapmayı kolay ve kazançlı bir yol olarak gören PKK/KCK-PYD/YPG terör örgütü, uyuşturucu madde ticaretinin her alanında organize bir biçimde faaliyet göstermektedir. İlk önceleri uyuşturucu organizasyonlarının, faaliyetlerine göz yumma ve sözde güvenliklerini sağlama karşılığında komisyon alan PKK/KCK-PYD/YPG terör örgütü, uyuşturucu madde ticaretinin sağladığı kazancın büyüklüğünü anlayınca bizzat bu işin içinde yer almayı tercih eder olmuştur.
PKK/KCK-PYD/YPG terör örgütünün teşkilatlanması göz önüne alındığında; yurt dışı teşkilatının, Ortadoğu’dan Batı Avrupa ülkelerine kadar uzandığı görülmektedir. Bu geniş alan, Dünyanın en önemli uyuşturucu madde ticareti güzergâhlarından birisi olan Balkan Rotasının önemli bir bölümünü kapsamaktadır. Yoğun uyuşturucu madde akımının geçtiği bu rota üzerinde teşkilatlanması bulunan PKK/KCK-PYD/ YPG terör örgütü, ürettiği veya kaynağından temin ettiği uyuşturucu maddeleri bu güzergâh üzerinden kolaylıkla nakledebilmektedir.
EUROPOL tarafından 2011 yılında yayımlanan Avrupa Terörizm ve Trendleri başlıklı raporda; ‘‘PKK/KCK-PYD/YPG ve LTTE (Sri Lanka’da ayrılıkçı bir terör örgütü) gibi ayrılıkçı terör örgütleri, finansman sağlamak amacıyla uyuşturucu ve insan kaçakçılığı suçlarıyla uğraşmaktadır. Kürt diasporasının yerleştiği birçok Avrupa Birliği ülkesi PKK/KCK-PYD/YPG terör örgütünün organize suç faaliyetleri (özellikle uyuşturucu kaçakçılığından) ve finansmanına karşı mücadele etmektedir.’’ ifadeleri yer almaktadır.
Uluslararası Terörizm ile Mücadele Merkezinin (ICCT) 2017 tarihli Organize Suç ve Terörizm Arasındaki Bağlantıyı ve Bunun AB Programlamasına Etkilerini İnceleme Raporu’nda (ICCT, 2017, s. 3); “Türkiye’de terörizm ve organize suç örgütü arasında bir çizgide faaliyet gösteren ve PKK (Kürdistan İşçi Partisi) olarak bilinen örgütün insan kaçakçılığı, uyuşturucu kaçakçılığı, sigara kaçakçılığı gibi yasa dışı faaliyetlere karıştığı bilinmekle birlikte gasp ve kara para aklama gibi faaliyetler örgütün faaliyetlerini yürütmek için kullandığı kar elde etme kaynaklarıdır.
Avrupa Polis Teşkilatı EUROPOL başta olmak üzere Alman Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın (İç İstihbarat Teşkilatı) 2023 yılı terörizm ve durum değerlendirmesi raporuna göre; bölücü Kürtçü terör örgütünün Avrupa genelinde uyuşturucunun tüm trafiğinde yer aldığını ve uyuşturucudan elde ettiği gelirin yarısını Avrupa lider kadrosuna geri kalanının ise Kandil’e gönderildiği ifade edilmektedir. Yanı sıra Avrupa Uyuşturucu Raporu 2023 ve Türkiye Uyuşturucu Raporu 2023 verilerine göre bölücü Kürtçü terör örgütünün, uyuşturucu üretici ve kaçakçılarından da komisyon adı altında haraç aldıkları belirtilmektedir. 02 Eylül 2017 tarihinde Belçika haber ajansı Belga’nın yaptığı “PKK uyuşturucu sevkiyatını Belçika’dan yapıyor” başlıklı makaleye göre, Avusturya ve Belçika’da düzenlenen operasyonlarla PKK’nın Avrupa’daki uyuşturucu ağlarından birinin çökertildiği belirtilmiştir. Ayrıca makalede merkezi Flaman Bölgesi’ndeki Hasselt kenti olan şebekenin, uyuşturucuları Avrupa’ya Belçika’nın Anvers ve Hollanda’nın Rotterdam limanlarından soktuğu ve limanlardan alınan uyuşturucuları Hasselt ’teki bir evde 5’er kiloluk paketlere bölerek arabaların gizli bölmelerine yerleştiren şebeke üyelerinin, bunları Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda ve İsviçre dâhil Avrupa’nın yarısında piyasaya soktuğu söylenmiştir. Soruşturma kapsamında yapılan ve tarihi açıklanmayan bir baskında Hasselt ‘teki evde; 30 kg kokain, 12 kg eroin, Çok sayıda sentetik uyuşturucu hap, silah ve 800 bin Euro para ele geçirildiği ifade edilmiştir. Ayrıca Suriye’de cihatçı teröristlere Captagon hap tedarikinin de örgüt tarafından temin edildiği ifade edilmektedir.
Alman istihbarat ve Avrupa Polis Teşkilatı istihbarat raporlarında yer alan bu bilgiler; örgütün uyuşturucu konusunda hangi aşamada olduğunu ve ilgili ülkelerin uyuşturucu konusunda örgütle mücadeleden ziyade örgüte yol verdiğini açıkça göstermektedir.
Faruk Baybars: Yani hocam tüm bu anlattıklarınızdan görüleceği üzere terör kavramının, global anlamda tanımlarda uzlaşılmadığı müddetçe yani bir terör örgütünün A ülkesine göre kabul edilip B ülkesine göre kabul edilmediğinde, ilgili ülkeler demokratikleşme ve insan hakları açısından çeşitli adımlar atsa dahi yurt dışı müdahaleler neticesinde başta ekonomik destekler olmak üzere terör örgütlerine çeşitli destekler sunulurken ve bunun önüne geçmek anlamında aksiyonlar sergilenmediğinde işin içinden çıkılamaz boyutlara ulaştığı ortada. Tabi burada bir de ülkelerin kendi çıkar ve menfaatleri boyutunda vekalet savaşları konusu var ancak konumuz o olmadığı için değinmek istemiyorum. Ayrıca hocam teröre sağlanan dış destek konusu ilgili ülkede gündelik hayatı derinden etkilemesinin yanında piyasaları da olumsuz anlamda etkiliyor. Yani oluşturulan hava ile şirketlerin ilgili ülke ve bölgelere yatırım yapmamasını sağlarken bölgede faaliyet gösteren firma değerlerinin artmasını da engelliyor. Günün sonunda terör asayiş problemi olarak devam ederken buna maruz kalan ülkede ekonomik yatırımların yanı sıra siyasal ve toplumsal yatırımların yapılmasına engel oluyor. Tabi bu faktörlerin hiçbirisi ilgili süreçlerde başarılı siyaset üretilmesine engel değil. Kıymetli hocam, değerli vakitlerinizi ayırıp bu söyleşi imkânını tanıdığınız için size teşekkür ederim. Son olarak önümüzdeki günlerde fırsat bulabilirsek bu konu üzerinden bir de hukuki çalışma destek bölümleri hakkında da görüşlerinizi almak isterim.
Ömer Kalaycı: Elbette, ikincisini ele alacağımız terörün-terörizmin dış destek boyutunun hukuki çalışmaları ve diğer bakir alanlardaki gözle görülmeyen ancak ülke siyasetini, sosyolojisini, ekonomisini ve ulus devlet yapımızın geleceğini ilgilendiren çalışmaları da konuşma fırsatımız olur. Bana bu fırsatı tanıdığınız için teşekkür ederim. Umarım alanla ilgili çalışan arkadaşlarımıza bir nebze olsun faydalı olabilmişimdir.