Gaziantep Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
Özet
Terörizm günümüzde özellikle emperyalist ülkeler tarafından vekil güç olarak diğer coğrafyalarda politika yürütme mekanizması haline gelmiştir. Önceleri ülkeleri tehdit eden terör örgütleri günümüzde tehditlerini başka ülkelerin vekili olarak sürdürmektedir. Tabi buradaki en temel sorun terör ve terörizmin tanımlanmasından ve kabulünden kaynaklanmaktadır. Silahlı grupların kime göre terör örgütü kime göre bağımsızlık mücadelesi veren bir örgüt olup olmadığı tartışmalıdır ve sorunun temelini teşkil etmektedir. Böyle olunca da silahlı gruplar özellikle post modern terörizm döneminde teknolojiye bağlı olarak taktik ve yöntemlerini çağın gereklerine uydurarak varlıklarını sürdürmektedir. Bu durum terör örgütlerinin küresel ve uluslararası hale getirmekte ve terör örgütlerinin sonlandırılması için klasik mücadele stratejisinin her zaman başarılı olmadığı görülmektedir. Bu durumda mücadele stratejisi kapsamında farklı içerikler ve mücadele stratejisinin yanı sıra müzakere stratejisi de sahneye uyarlanmaya başlanmıştır.
Bu çalışmada terör örgütlerinin ve terörizmin bitirilmesinde günümüzde uygulanan mücadele ve müzakere stratejisi kısaca ele alınmıştır. Bu konuyla alakalı olarak mevcut literatüre katkı sunmak amacıyla yazar tarafından devasa bir kitap hazırlanmakta olup hem bu çalışmada hem de kitapta betimsel ve tarihsel araştırma teknikleri kullanılmıştır.
Türkiye 1980’li yılların başlarından itibaren başta terör örgütü PKK olmak üzere kendi sınırları içinde ve sınır ötesindeki ülkelerde ortaya çıkan diğer terör örgütleriyle etkin bir şekilde mücadelesini sürdürmektedir. Bu mücadelede ülkenin maddi ve manevi kaynaklarının yoğun bir şekilde kullanıldığı gerçekliğinden hareket edilirse terörizm sorununun bitirilmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Özellikle bulunduğu coğrafyadaki gelişmelere proaktif tedbirler alabilmek adına muhtemel tehlikelere karşı önünde engel teşkil eden ve gelecekte önüne engel olarak çıkarılabilecek mevcut terör sorununu çözmek zorundadır. 1984-2005 yılları arasında terörizmle mücadelede hesaplanabilir rakam olarak tahmini 4 Trilyon Türk lirası bir para harcandığı düşünülürse ve bu harcanan para ile yapılabilecekler sıralandığında devasa yatırımlardan sarfı nazar edildiği kabul edildiğinde, sadece maddi kayıp anlamında, halkın refahını yükseltmek için ayrılması gereken paranın boşa harcandığı gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bu işin maddi boyutu. Bir de toplumsal, demografik ve manevi boyutu düşünüldüğünde vahim bir tablo ortaya çıkmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti 2016 yılına kadar olan süreçte sınırlarının güvenliğini sağlamak ve ülke içindeki terör örgütlerini bertaraf etmek adına bir mücadele yürütmüştür. Bu mücadelesi sonucu terör örgütü PKK ülke içinde eylem yapamaz hale gelmiştir. Önceki yıllardaki gücünü yitiren örgüt ülke dışındaki varlığını emperyalist ülkelerin desteğine dayanarak sürdürmeye ve geliştirmeye çalışmıştır. Bu süreçte sınırların ötesinden post modern terörizm döneminin imkanlarını ve yöntemlerini kullanarak eylemler yaparak özellikle Gaziantep, Kilis, Hatay, Şanlıurfa gibi sınır kentlerinde halkı tedirgin etmeyi başarmıştır. Türkiye 24 Ağustos 2016 tarihinde başlattığı Fırat Kalkanı Harekâtı ve sonrasındaki 3 büyük harekât ile terörizmle mücadele stratejisini değiştirmiş, “Terör Örgütlerini Bulunduğu Yerde (Kaynağında) Bertaraf Etme” stratejisini uygulamaya başlamıştır. Bu strateji 11 Eylül 2001 İkiz Kule Saldırısının ardından Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından Afganistan ve Irak’ta “Önleyici Savaş Doktrini” adı altında ilk kez kullanılmaya başlanmıştır. ABD’nin uyguladığı bu strateji terör örgütlerini bulundukları yerde etkisiz hale getirmeyi amaçlamış ve İkiz Kule saldırısını yapanların Afganistan ve Irak’ta bulunduğu kabul edilerek bu ülkelere karşı bir savaş başlatılmıştır.
ABD ve Türkiye’nin uyguladığı terör örgütlerini bulunduğu yerde bertaraf etme stratejisi oldukça etkili sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Ancak iki ülkenin de uyguladığı stratejinin sonuçlarının güvenlikçi boyutlarının ötesinde toplumsal, demografik, çevresel, insani boyutlarının farklı olduğunu belirtmek gerekmektedir. ABD’nin uyguladığı strateji müdahale ettiği bölgelerde güvenli sağlamaya yönelik olsa da günümüzde güvenliği göreceli olarak sağlandığı, birçok temel sorunların ve tehditlerin devam ettiği görülmektedir. Afganistan’daki şiddet sarmalının ne derecede bittiği sorgulanır durumdadır. Keza Irak’ta da öyledir. Irak günümüzde stabil ve sakin gibi dursa da için hareketli olduğu ortadadır. Güvenlik boyutunun ötesinde ABD bu ülkelerin yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürmüş, halka zulmetmiş, binlerce insanı hapishanelerde işkenceye tabi tutmuştur. Ülkelerin kaynaklarını sömürürken halkın refahını artıracak adımlar atmamış, temel gereksinimlerini karşılayacak alt yapı yatırımlarından uzak durmuştur.
Türkiye ise 26 Ağustos 2016 tarihinden sonra yapmış olduğu harekatlarla, harekât bölgelerini terör örgütlerinden temizlerken, bölgeleri imar çalışmalarına hız vererek yaşanabilir hale getirmeye çalışmıştır. Çok ivedilikle konutlar inşa edilerek barınma gereksinimi giderilmeye çalışılmış, beraberinde sağlık, eğitim ve beledi hizmetler de sunulmaya başlanmıştır. Bugün Türkiye’nin güvenli hale getirdiği bölgelerde sırf eğitim alanında 3 Fakülte bir Meslek Yüksek Okulu faaliyet göstermektedir.
Bütün bu gelişmeler başta PKK terör örgütü olmak üzere birçok terör örgütünün güvenli bölgelerin dışında faaliyet göstermesine engel olamamıştır. Bunun sebepleri arasında en bariz ve en etkili olan terör örgütlerinin emperyalist ülkeler tarafından desteklenmesi gelmektedir. Başta ABD olmak üzere ve onun bölge politikalarının temelinde yer alan İsrail’in güvenliğini sağlamak adına yürüttüğü politikalar terör örgütlerine adeta can suyu olmuştur. Özellikle son yıllarda ABD ve İsrail’in Orta Doğu politikaları tüm bölgeyi tehdit eder hale gelmiştir. Muhtemel gelişmelere karşı Türkiye kendi güvenliğini sağlayabilmek adına birçok tedbiri alma ve özellikle de ilk başta emperyalist ülkelerin bu coğrafyada kullandığı terör örgütlerini bitirebilme adına tedbirler almaya yönelmiştir. Bunun ilk adımı da terör örgütünün ülke içindeki zayıf durumundan faydalanarak ona verilecek desteği tamamen kesmek adına ülke içi birliği sağlayıcı adımlar atmaya yönelmiştir. Bu kapsamda Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Türkiye Büyük Millet Meclisi grup toplantısında 22 Ekim 2024 tarihinde yaptığı konuşmasında PKK terör örgütü kurucu lideri Abdullah Öcalan’ın terör örgütünün silah bırakması ve faaliyetlerini durdurması yönündeki çağrısı süreci birdenbire farklı boyuta getirmiştir.
Bu konuşma sonrasında Türkiye’de terör örgütüyle mücadeleden vazgeçilip müzakereye geçildiği yönünde yorumlar ve değerlendirmeler yapılmıştır. Öncelikle şunu belirtmek gerekir. Mücadele ve müzakere, ikisi de terör örgütlerinin bitirilmesinde kullanılan bir stratejidir ve müzakere stratejisini uygulayan birçok ülke bulunmaktadır. Ancak müzakere stratejisinin uygulanmasında her ülke örneği farklı şekillerde gelişmiştir. Bunun sebepleri arasında ülkenin bulunduğu coğrafya ile ülkenin demografik yapısı ve siyasi kültürü yer almaktadır. Doğal kaynaklar bakımından oldukça zengin bir coğrafya aynı zamanda ticaret yollarının kesişim noktasında yer alıyorsa o zaman bölgedeki şiddetin sonlanmasında müzakerenin pek hükmü olmayabilir. Coğrafi özelliklerle beraber etnik, dini ve kültürel farklılıkların olduğu bir yapıya sahip ise o zaman uzun soluklu bir mücadele o ülkeyi beklemektedir. Müzakere stratejisinin genellikle coğrafi olarak değerinin az olduğu ve farklılıklardan kaynaklı şiddetin uzlaşmayla sonuçlanabileceği ülkelerde daha uygulanabilir olduğunu belirtmek gerekiyor. Bununla ilgili olarak özellikle müzakere stratejisinin uygulandığı İrlanda ve İspanya gibi ülkelerin coğrafi konumları, sahip olduğu doğal kaynaklar ve farklılıklar göz önünde bulundurulduğunda diğer ülkelerin hedefi durumuna gelmedikleri, sadece kendi içindeki karşıtlıkların müzakere ile sonuçlanabileceğinin en iyi örnekleridir. İspanya’da müzakere başlamasına rağmen sonrasında meydana gelen olaylar sürecin önünü tıkamış, tekrar şiddet ortamı oluşmuştur. Müzakere ve mücadele stratejisi birlikte uygulanmış ve bu süreç içinde silah bırakma konusunda yeterli mesafe alınamamış ancak ETA zamanla marjinalleşmiştir. 2011 yılında ise silahlı mücadeleyi bıraktığını belirtmiştir.
Mücadele ve müzakere stratejilerinin hangisinin uygulanacağına ülkenin o andaki iktidarı karar verir. İktidarlar ülkenin sosyolojik yapısını ve siyasi kültürünü de dikkate alarak karar vermeyi tercih ederler. Ancak bu süreç iktidarlar açısından oldukça zor bir durumdur. Terörizmle müzakere ya da teröristle konuşmama konusunda öne sürülen gerekçelerin başında ülkenin itibarı gelmektedir. Müzakere stratejisinin devlet politikası olamayacağı yönündeki düşünce, böyle bir politikanın terör örgütlerini resmi olarak tanınması anlamına geleceği, zafiyet görüntüsünün ortaya çıkabileceği ve şantaja boyun eğme olarak değerlendirilerek diğer terör örgütlerinin de amaçlarına ulaşmak için aynı politikayı izleyebileceği yaklaşımı ülkeleri terörizmle topyekûn mücadeleye yöneltmektedir.
Müzakere etmemenin ikinci nedeni teröristlerin psikolojik rahatsızlığı olan kişiler olduğu hakkındaki düşünceden kaynaklanmaktadır. Psikolojik rahatsızlığı olan kişilerle konuşmanın ve sorunların çözülmesi amacıyla yol alınamayacağı yaklaşımı müzakereden uzaklaştırıcı bir düşüncedir. Ancak yapılan çalışmalarda teröristlerin içinde psikolojik rahatsızlığı olanların olabileceği ancak genelinin psikolojik bakımdan rahatsız olmadığını göstermektedir. Psikiyatr Marc Sageman 172 kişi üzerinde yaptığı çalışmada bu kişilerin geçmişinde rahatsızlıkla ilgili pek az kanıt bulmuştur. Lousie Richardson ise teröristlerin kendilerine özgü bir mantıklarının olduğu, onlarla konuşmadan mantıklarını çözmenin mümkün olmadığını belirtmiştir.
Müzakere stratejisinin seçilmemesinde diğer bir düşünce konuyu ahlaki açıdan ele almaktadır. Ahlaki ölçünün, devletlerin yasallık ve meşruiyetinin en üst seviyesini temsil ettiği görüşünden hareket etmekte ve teröristlerin şiddet kullanarak sivillerin zarar görmesine neden olması ve bu yöntemin gayri ahlaki olması sebebiyle teröristlerle müzakere etmenin devleti lekeleyebileceği yönündeki yaklaşım müzakere stratejisinden uzaklaşılmasını sağlamaktadır.
Müzakere stratejisinden uzak durulmasının diğer nedeni ise iç kamuoyunun devreye girme düşüncesi ve iktidarın geleceğidir. Kamuoyunun yaklaşımını iki yönden ele almak mümkündür. Birincisi, uzun yıllar terörizme maruz kalan kamuoyu korku ve şiddet ortamında yaşamamak için iktidardan terörizmin bitirilmesi konusunda etkili adımlar atmasını isteyebilir. Eğer iktidarın izlediği mücadele politikaları terörizmin bitirilmesinde etkili olmazsa bu sefer kamuoyları iktidardan müzakere stratejisini uygulamaya koymasını talep eder. Kamuoyunun nihai amacı ve isteği terörizmin bitirilmesi olup yöntemin belirlenmesinde iktidarların sonuca ulaşacak yöntemi belirlemesini ister. İkincisi ise müzakere stratejisinin iç kamuoyu tarafından olumsuz karşılanmasıdır. Bu konuda en önemli husus daha önce terörizmden zarar görenlerin tepkisidir. Terör eylemlerinden zarar görenler terör örgütleriyle müzakere yapılarak muhatap alınmasının kendi kayıplarının telafisi ya da intikamının alınmayacağı şeklinde bir düşünceyle hareket ederek karşı çıkarlar. Zarar görenlerin odaklandığı esas nokta kendi kayıplarının intikamının alınması ve teröristlerin cezalandırılmasıdır. Müzakereyle terör örgütünün tamamen bitebileceği ihtimali bu gruplar ve kişiler tarafından öncelik olmaz. Bu husus yani intikam alınması ve cezalandırılma isteği doğaldır ve zarar görenlerin iç dünyasını rahatlatacak bir durumdur. Böyle bir durumda iktidarlar müzakereyi gizli olarak yürütmeyi tercih ederler. Tabi gizli yürütülen sürecin topluma ve kamuoyuna sızma ihtimali her zaman vardır. Müzakere görüşmelerinin sızdırılması genellikle terör örgütü tarafından yapılır. Müzakere sürecinde görüşülen konularda mutabık olunmadığı durumlarda ve asgari müştereklerde buluşulmadığı durumlarda terör örgütü iktidarı kamuoyu nezdinde zor durumda bırakmak amacıyla müzakere sürecini ve görüşme tutanaklarını kamuoyuna sızdırır. Buradaki temel düşünce terör örgütünün isteklerinin yerine gelmemesi ve iktidarın onların çizgisinde hareket etmemesi sebebiyle iktidarı cezalandırmaktır. Terör örgütü gizli yapılan müzakereyi açığa çıkararak şiddeti daha da tırmandırır ve kamuoyunda kendini barışa razı olan bir aktör olarak tanıtarak hükümetin razı olmadığı algısını yaratıp, olayların devam ettiği yönünde propagandaya yönelir. Müzakerenin kamuoyuna sızması durumunda tepkilerin ortaya çıkması kesindir. Bu sebeplerle hükümetler iktidarı kaybetmeme düşüncesiyle müzakere stratejisine olumlu bakmazlar.
Müzakere stratejisinde tarafların arasında silahlı çatışmalara ara verilmesi düşünülür. Hatta terör örgütünün silah bırakma çağrısı yaparak müzakere masasına gelmesi esas olarak kabul edilir. Ancak birçok terör örgütü müzakere sonucunun sonuçlarıyla alakalı şüpheler silahı bırakmasına engel olur. Olumlu sonuçlanmayacak bir müzakere süreci sonrasında daha önce silah bırakan terör örgütünün tekrar toparlanma ihtimalinin zor olduğunu düşünmeleri bu hususa engel olur.
Tabi burada devletin durumunu da belirtmek gerekiyor. Devlet egemenlik ilkesi çerçevesinde kendi sınırları içinde silahlı güç kullanabilecek yegâne varlık olması sebebiyle bu hakkından vazgeçmez. Hem asayişin sağlanması hem de muhtemel diğer güvenlik tehditleri ihtimaline karşı daima hazır olması gerekmektedir. Ancak müzakere süresince terör örgütü tarafından herhangi bir saldırı, propaganda ya da kamuoyunu etkileyecek, özellikle süreci baltalayacak ve devletin üstünde bir konum elde etmek amacıyla bir yöntem izlenmezse devlet sessiz kalma stratejisini izler. Ateşkes ya da eylemsizlik adı altında ilan edilen müzakere süreci terör örgütleri tarafından kötüye kullanılabilir. Terör örgütlerinin, örgütün devamlılığı ve kamuoyu elde etmesi ve koruması açısından hayati öneme sahip olan eylemle propaganda stratejilerinden vazgeçmesi ve uzun süre eylem yapmayarak atıl vaziyette durmaları beklenemez. Ama yukarıda belirtilen hususlardan bir ya da birden fazlası gerçekleşirse devlet güç kullanma hakkını sahaya sürmekten çekinmez.
Müzakere sürecinde silahların susmasının terör örgütü açısından faydaları da olabilir. Özellikle müzakere öncesinde etkili bir mücadele stratejisiyle yıpranan terör örgütü dinlenme, güç toplama, yeniden toparlanma ve yapılanma imkânı elde edecektir.
Müzakere stratejisini daha önce belirtilen sebeplerle istemeyen devletler terörizmle mücadele stratejisine yönelmektedir. Terörizmle mücadele stratejisinde devletlerin öncelikle terör örgütü mensuplarının etkisiz hale getirilmesi yönünde taktik ve yöntemler uyguladığı görülmektedir. Terörün bitirilememesi durumunda ise topyekûn mücadele politikası gündeme gelmektedir. Uluslararası alanda terörizme mücadele stratejisinde 1972 yılında Birleşmiş Milletler tarafından ilk adım atılmış ve uluslararası terörizmin önlenmesi için önlemler başlıklı bir çalışma genel kurulda gündeme alınmıştır.
Dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, 2005 yılında Madrid’de yapılan Terörizm Zirvesinde eylemlere başvurmamış grupların ve örgütlerin terörizmi taktik olarak kullanmasından vazgeçirilmesi, terör örgütlerinin silah ve malzeme temin etmesinin önüne geçilmesi, terör örgütlerine verilen dış desteklerin kesilmesi, ülkelerin terörizmle mücadele politikalarını, kapasite ve yeteneklerinin geliştirilmesi, insan hakları başta olmak üzere terörizme neden olan hususlarda düzeltici hukuki düzenlemelerin yapılması yönünde açıklama yapmıştır. Terörizmle mücadele stratejisini uygulayan ülkelerin bu politikalarının kapsamında demokratikleşme, güvenlik politikaları, toplumsal, kültürel ve ekonomik alanda ve uluslararası terörizmin bitirilmesi için terörizmin artmasına neden olacak, diğer devletlerin müdahalesini kısıtlayacak tedbirlerin ve politikaların tespit edilerek uygulanması yönünde tavsiyelerde bulunmuştur.
Terörizmle mücadele stratejisinin tek yöntem uygulanması her zaman istenilen sonucu vermeyebilir. Yine ülkenin bulunduğu coğrafya ve sahip olduğu doğal kaynaklar ve iktisadi değerleri bu stratejinin başarılı olup olmamasında etkili olacaktır. Bu stratejinin uygulanması sürecinde terörizmin devam etmesine etki eden tüm faktörlerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Yani terörizmle mücadelede milli güç unsurlarıyla topyekûn mücadele gerekmektedir. Milli güç unsurları kapsamında özellikle ekonomik gücün terörizme kaynaklık eden işsizlik ve hayat pahalılığı gibi hususlar kapsamında ele alınması oldukça önemli etki yaratacaktır. Terör örgütlerinin insan kaynaklarının temelinde işsizlik ve hayat pahalılığının sebep olduğu adaletsizlikler neden olduğu gerçekliğinden hareket edildiğinde iktisadi tedbirlerin alınması, özellikle istihdam kaynağının adil bir şekilde dağıtılması terörizmin insan kaynağını kurutacak adımların başında gelmektedir. Bununla birlikte hukuki düzenlemelerin evrensel hukuk sistemi doğrultusunda ve demokratik değerler etrafında oluşturulması terörizme yönelen enerjinin hayatın normal akışı içinde günlük rutin işlere çevirecektir. Bu arada terörizmin bitirilmesi için alınan hukuki tedbirlerin aşırı olması ve seviyesinin yüksek tutulması, ya da hukuk dışı tedbirler terörizmle ilgisi olmayan kişilerin özgürlüğünü kısıtlama ihtimali oldukça yüksektir. Böyle bir durum özgürlük güvenlik arasındaki dengeyi bozabilir ve kamuoyunda tepkilerin yükselmesine neden olur. Özgürlük ve güvenlik arasındaki dengenin bozulması tam da terör örgütlerinin istediği bir durumu yaratır ve süreç terör örgütlerinin lehine gelişir. Aynı zamanda aşırı tedbirler sonrası terörizmin bitirilememesi ve şiddetin daha da artması iktidar için riskler barındırır. İktidarın terörizmle yeterli derecede mücadele edemediği ve başarılı olamadığı algısının ortaya çıkması iktidarın meşruiyetini sorgulanır hale getirir. İktidarı kaybetmek istemeyen hükümet ise daha sıkı tedbirler almaya yönelir. Tedbirlerin sıkılaşması beraberinde hukuki, ekonomik ve toplumsal şiddeti de artırır. Terörizmi bitirebilmek için atılan adımlar ters etki yaparak terörizmin daha da artmasına neden olabilir.
Sonuç olarak terör örgütlerinin bitirilmesinde her iki stratejinin birlikte uygulandığı, bununla birlikte ayrı ayrı uygulanabilir olduğu da bir gerçektir. Ülkelerin coğrafyaları, devletin terör örgütüyle mücadelesinde elde ettiği başarı, toplumun olaya bakış açısı, uluslararası alandaki gelişmeler, terör örgütünün mevcut durumu bu stratejilerin nasıl uygulanacağını belirlemektedir. Türkiye’de de mücadele halen devam etmektedir. Mevcut gelişen durum ise bir müzakere değildir. Terörizm bitirilmesi için yapılan bir dizi görüşmelerdir ki bu akademik anlamda tanımlamaya ve açıklanmaya çalışılan müzakere stratejisinden farklıdır. Türkiye’de devlet öncelikle terör örgütünden silahları bırakmasını ve örgütü feshetmesini istemektedir. Bu süreç diğer müzakere örneklerinde yer almamaktadır. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti terörle mücadelesinde elde ettiği başarıyı genişletme ve sorunu çözme adına karşı tarafa bir fırsat tanımıştır. Aksi bir durumda zaten sahada olan devlet mücadelesini devam ettirecektir.
Kaynakça
Alkan, N. (2010). Türkiye’nin Terörizmle Mücadele Deneyimi. İ. Bal, & S. Özeren içinde, Dünyadan Örneklerle Terörle Mücadele (s. 79-124). Ankara: USAK Yayınları.
Alonso, R. (2013, 25, (1)). The Madrid Bombings and Negotiations with ETA. Terrorism and, s. 113-136.
Altuğ, Y. (1995). Terörün Anatomisi. İstanbul: Altın Kitaplar.
Anderson, C., & Bushman, B. (2002). Human Agression. Annual Revievs of Psychology, s. (53) 27-51.
Avşar, Z. (2017, (2), S.3). İnternet Çağında Medya, Terör ve Güvenlik. TRT Akademi, s. 116-132.
Awan, A. N. (2017, (59)). Terör Örgütlerinin Sosyal Medya Kullanımı: IŞİD Örneği. Orsam, s. 1-13.
Bakır, Z. (2016). Batı’nın Terörle Mücadele Konsepti ve İnsani Yardım. İstanbul: İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi.
Bozaslan, H. (2008). Ortadoğu Bir Şiddet Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları.
Coady, C. (2008). Morality and Political Violence. New York: Cambridge University.
Denning, D. E. (2003). Activism, Hactivism and Cyberterrorism: the Internet As a Tool for Influencing Foreign Policy. R. A. içinde, Networks and Netwars: The Future of Terror, Crime and Militancy (s. 239-289). Officee of the Assistant Secretary of Defense.
Ergil, D. (2001). Güvenlik ve Özgürlükler: Siyaset Felsefesi Açısından. Türkiye Barolar Birliği, İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi, 118-127.
Galtung, J. (1969). Violence, Peace, and Peace Research. Journal of Peace Research, s. 6(3), 167-191.
Gökçe, A. (2018(b)). Dijital Çağın Küreselleşen Terörü: Post Modern Terörizm. E. Akman, N. Negiz, Ç. Akman, & H. Kiriş içinde, Dijital Çağın Etkisinde Yönetim-Siyaset-Knet (s. 253-266). Ankara: Detay Yayıncılık.
Gökçe, A. (2018). Terörizmle Mücadele Politikaları. C. Babaoğlu, & E. Akman içinde, Kamu Politikaları Analizi Türkiye Uygulamaları (s. 367-396). Ankara: Gazi Kitabevi.
Gökçe, A. (2019). Siyasal Şiddet ve Mağduriyet İlişkisinin Reçetesi: Dünya Sevgisi ve Politik Dostluk. 13. Uluslararası Kamu Yönetimi Sempozyumu (KAYSEM13) (s. 697-706). Gaziantep: Nobel Yayınevi.
Hazır, H. (2001). Siyasal Şiddet ve Terörizm. Ankara: Nobel Yayınevi.
Kupperman, R., & Trent, D. (1980). Terrorism Threat-Reality-Response. California: Hoover Institution.
Kuşoğlu, B. (2012). IRA ve Birleşik Krallık’ın IRA ile Mücadelesi. Ankara: TBMM Araştrıma Merkezi.
Özçer, A. (2006). Çoğul İspanya: Anayasal Sistemi ve Ayrılıkçı Terörle Mücadele Modeli. Ankara: İmge Yayınevi.
Powel, J. (2015). Teröristlerle Konuşmak. İstanbul: Ayrkırı Yayınları.
Şimşek, Y. (2010). İspanya’nın Terörle Mücadelesinde ETA Örneği. İ. Bal, & S. Özeren içinde, Dünyadan Örneklerle Terörle Mücadele (s. 305-346). Ankara: USAK Yayıncılık.
Zartman, I. (2003, Vol. 8, Issue 3). Negotiating with Terrorist. İnternational Negotiation, s. 443-450.
Fotoğraf: Anadolu Ajansı
Not: Bu makale, Dış Bakış dergisinin mart 2025 sayısında yayınlanmıştır.