Blog Yazılarımız

TUDPAM | Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi > Analizler > Türk Dış Politikası Açısından Türk-Yunan İlişkileri: Deprem Diplomasisi

Türk Dış Politikası Açısından Türk-Yunan İlişkileri: Deprem Diplomasisi

Mustafa Furkan Durmaz

Yeditepe Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler, Doktorant

Bilindiği üzere Türk dış politikasını anlamak ve analiz edebilmek çok boyutlu bir inceleme gerektirmektedir. Bu incelemeyi yaparken özellikle kültürel, tarihsel ve stratejik boyutlara odaklanılmalıdır[i]. Sayılan bu maddelerin dışında özellikle dış politika incelemeleri genel olarak devletler arasındaki ilişkileri kapsamakta ve bu ilişkiler dahilinde yorumlanmaktadır. Bu bilgi açısından değerlendirildiğinde Türk dış politikasındaki en önemli aktörler/devletlerden birinin Yunanistan olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle Türkiye ve Yunanistan arasındaki ortak tarihsel ve kültürel özellikler bu iki devlet arasındaki ilişkileri daha derin ve çeşitli bir konuma getirmektedir.

Türk dış politikasında Türk-Yunan ilişkileri değerlendirildiğinde bu ilişkilerin dört ana süreç üzerinden incelenebileceğini söylemek mümkündür. Bu süreçlerden ilki 1930-1955 yılları arasındaki dönem olarak incelenmektedir. Bu döneme bakıldığında Türk-Yunan ilişkilerinde bir duraklama ve kısa süreli yakınlaşma yaşandığını söylemek mümkündür.  1930 yılında iki ülke arasında yakınlaşma süreci başlamıştır. Özellikle bu yakınlaşma süreci Mustafa Kemal Atatürk ve Elfherios Venizelos’un girişimleri sayesinde olmuştur. Bu süreç 1928 yılında Venizelos’un iktidara gelmesi ile başlamıştır. Venizelos iktidara geldikten sonra barışçıl bir dış politika benimsemiş ve hem Doğu Akdeniz’de tehdit oluşturan İtalya ile hem de kendi komşuları ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmıştır[ii]. Aslında bu durumu uluslararası ilişkiler açısından değerlendirdiğimizde yakınlaşmanın sebebinin İtalya’daki Mussolini ve Almanya’daki Hitler yönetimine bağlamak mümkündür. Bu iki devletin emperyalist bir dış politika izlemeleri Türkiye ve Yunanistan tarafından tehdit olarak algılanmıştır. İtalya ve Almanya dışında diğer bir tehdit olarak görülen Bulgaristan da Türk-Yunan ilişkileri açısından bir yakınlaşma sebebi olarak açıklanabilir. Bu noktada Bulgaristan’ın Balkanlar’da gerçekleştirdiği revizyonist politikalar etkili olmuştur[iii] . Tüm bu bilgiler dışında yakınlaşmanın en somut örneği 10 Haziran 1930 tarihinde gerçekleşmiştir. Bu tarihte Türkiye ve Yunanistan arasında Ankara Anlaşması imzalanmış ve iki ülke arasında nüfus mübadelesinden kalan sorunlar çözüme kavuşturulmuştur. Bu dönemde bu anlaşma dışında farklı alanlarda farklı anlaşmalar da imzalanmış ve yakınlaşma dönemine katkıda bulunmuştur. Örnek olarak Dostluk ve Tarafsızlık Uzlaşma ve Hakem anlaşması ile Deniz Kuvvetlerinin Sınırlanması Hakkında Protokol ve İkamet anlaşması imzalanmıştır[iv].  Kısacası 1930’dan 1955 yılına kadar Türk-Yunan ilişkilerinde karşılıklı anlaşmaların ve ortak tehditlerin olduğunu söylemek mümkündür. Bu sebepten dolayı bu tarihler arası dostluk dönemi ya da yakınlaşma dönemi olarak adlandırılmaktadır.

1955 yılı ile beraber Türk-Yunan ilişkilerindeki yumuşak ortam son bulmuş ve adeta bir savaş ortamı cereyan etmiştir. Bu sebepten dolayı 1955-1974 yılları arası Türk-Yunan ilişkilerinin ‘Soğuk Savaşı’ olarak adlandırılmaktadır. Bu döneme bakıldığında en dikkat çekici sorunun Kıbrıs sorunu olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle 1955 yılında Kıbrıslı Rumların Enosis iddialarının en üst düzeye ulaşması Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkinin bozulmasına neden olmuştur. Fakat bunun dışında Türk-Yunan ilişkilerindeki gerilimi tırmandıran mesele Kıbrıs meselesinin Yunanistan tarafından Birleşmiş Milletlere (BM) götürülmesi olmuştur. Bu mesele BM’ye götürüldükten sonra artık geri dönüşü çok mümkün olmayan ve Türk dış politikasının en önemli konularından biri olan Kıbrıs meselesi, Türkiye’nin gündeminde yer almaya başlamıştır[v]. Kıbrıs sorununun BM’ye götürülmesi Yunanistan’a istediği sonucu vermemiştir. Böylece Kıbrıs ve Yunanistan’da İngiltere karşıtı bir kamuoyu oluşmaya başlamıştır. Fakat 16 Ağustos 1960 yılında Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğünde bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması ile bu konu daha fazla Türkiye ve Yunanistan arasındaki bir konu olarak gündeme gelmiş ve İngiltere bu noktada pasif kalmıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra 1963’te Kıbrıs Rum liderleri tarafından hazırlanan ‘Akritas Planı’ uygulanmaya başlamış, adadaki Türk toplumu üzerinde baskılar oluşturulmaya başlanmış ve toplumlar arasında yeni gerginliklerin yaşanmasına neden olmuştur. Bu baskılar sonucunda 1964 yılı Kıbrıs açısından önemli olmuştur. Kıbrıslı Türklere yapılan baskılardan dolayı Türkiye garantör sıfatını kullanarak adaya müdahale etmek istemiştir[vi]. Fakat bu istek Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından meşhur Johnson Mektubu ile durdurulmuştur. Bu süreçten sonra 1967 yılına kadar durağan giden Kıbrıs meselesi 1967 yılında Türklere adadaki Türklere karşı yapılan katliamlar sebebi ile yeniden alevlenmiştir. 1974 yılına kadar bu süreç baskılar ve çatışmalar ile beraber devam etmiştir. 1974 yılının haziran ayında Yunanistan’daki askeri cuntanın desteği EOKA (Kıbrıslı Savaşçıların Millî Örgütü) örgütünü canlandırmış ve böylece Kıbrıs Rum Ulusal Muhafız Gücü içerisindeki Yunan subayları, Makarios yönetimine karşı bir darbe gerçekleştirmiştir. Bu darbeden sonra iktidara ‘‘Türk kasaba’’ lakaplı Nikos Sampson gelmiştir. Böylece Enosis’i gerçekleştirme çabalarının ilk adımı atılmıştır.  Bu durum ışığında Türkiye 20 Temmuz 1974 yılında adaya askerî müdahalede bulunmaya karar vermiştir. 20-22 Temmuz 1974 ve 14-16 Ağustos 1974 tarihlerinde adanın kuzeyine havadan ve karadan olmak üzere iki askerî harekât yapılmıştır. Yaşanılan tüm bu gelişmeler Türkiye ve Yunanistan’ı savaşın eşiğine getirmiştir. Bu sebepten dolayı 1956-1974 yılları arasındaki dönem literatüre ‘Türk-Yunan İlişkilerinin Soğuk Savaşı’ olarak geçmiştir.

Literatüre baktığımızda Türk-Yunan ilişkilerindeki bir diğer önemli dönem 1975-1999 yılları arasındaki dönem olarak açıklanabilir. Bu dönem literatüre duraklama dönemi olarak geçmektedir. Bu döneme odaklandığımızda Kıbrıs meselesi eskisi kadar gündemde bulunmamaktadır. Fakat her ne kadar duraklama dönemi olarak adlandırılsa da bu dönemde hâlâ bazı sorunlar konuşulmaktadır. Özellikle kıta sahanlığı, adaların silahsızlandırılması FIR (Uçuş Bilgi Bölgesi) hattı, Kardak krizi ve PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın Kenya’da bulunan Yunan başkonsolosluğunda yakalanması ilişkilerdeki gerginliği tekrar alevlendirmiştir[vii].

Türk-Yunan ilişkilerinde 1999 yılından günümüze kadar gelen süreç dalgalı seyretmiştir. Fakat bu süreçte ilişkiler açısından 3 önemli durum bulunmaktadır. Bunlardan ikisi deprem ve biri Doğu Akdeniz meselesi olarak açıklanabilir. Bu noktada bu yazıda açıklanacak kavram deprem diplomasisi olacaktır. Deprem diplomasisi 17 Ağustos 1999 yılında Marmara’da yaşanan 7.4’lük deprem sonrasında literatürde vurgulanan bir kavramdır. Türkiye’de yaşanan bu felaket Yunanistan ve Türkiye’yi birbirine manevi olarak yakınlaştırmıştır[viii]. Depremden sonra Türkiye’ye ilk yardım yollayan ülkelerden biri Yunanistan olmuş ve dönemin Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu, İsmail Cem’i arayarak üzüntülerini belirtmiştir. Aslında burada vurgulanması gereken durum yıllardır Türkiye karşıtı yayınlar yapan Yunan televizyonlarının depreme geniş bir yer vererek Türkiye’deki insanların durumlarını aktarması olmuştur. Böylece birçok Yunan vatandaşının gözünde Türkiye açısından farklı bir resim ve algı oluşmaya başlamıştır[ix] . Yani iki ülke insani değerler çerçevesinde bir araya gelerek birbirlerini düşman olarak görmekten çıkmışlardır. Özellikle bu durum Yorgo Papandreu’nun şu sözü ile vurgulanabilir;

‘‘Türk ve Yunan hakları birbirine karşı sanıldığı gibi düşman değildir; derinlerde yatan sevgilerini bu acı olay su üzerine çıkarmıştır. Bu durumu artık iki ülkenin liderleri göz ardı etmemelidir[x].’’

Türkiye’de depremin etkileri hala devam ederken bu sefer Yunanistan’da deprem meydana gelmiştir. Türkiye, Yunanistan’ın yaptığı gibi hemen Yunanistan’a ilk yardımı gönderen ülke olmuştur. Aslında bu iki üzücü olayın iki ülkenin halkları arasında çok önemli bir bağ yarattığını söylemek mümkündür. Bu durumu Herkül Millas şu şekilde açıklamaktadır;

“Yakın tarihte ilk kez iki ülkenin halkı kendi evlerinde, televizyon aracılığıyla Ötekinin kendisine çaba gösterdiğini, yıkıntılar altından bir yaşlı kimseyi, bir çocuğu kurtardığında sevindiğini, sevinç ve heyecandan ağladığını gördü. İlk kez Öteki ‘hayali’ biçimiyle değil, somut bir bicimde belirdi. O güne dek hemen hemen her zaman bir simge gibi gündeme gelen Öteki, etten kemikten ve hiç de ‘anlatıldığı’ gibi olmadan karşımıza çıktı[xi]”.

Bu noktadan hareketle Türkiye’de 6 Şubat 2023 tarihinde gerçekleşen yıkıcı depremin Türk-Yunan ilişkilerine etkisi konuşulmaya başlanmıştır. Özellikle Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeler ile beraber Türk-Yunan ilişkilerinde kötü bir döneme girilmesinin bu deprem ile beraber değişip değişmeyeceği merak edilen bir konu olarak ortaya çıkmıştır. Yunanistan yaşanan bu depremde yine yardım gönderen ülkeler arasında yer almıştır. Özellikle deprem sonrası Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’ın söylemlerindeki sertliğin değişmesi bu deprem durumunun yine bir deprem diplomasisi yaratmaya başladığının göstergesi olarak kabul edilebilir. Özellikle Dendias’ın ‘‘Türkiye ve Yunanistan, ilişkileri düzeltmek için başka bir depremi beklememeli[xii]’’ cümlesi bu durumu daha net bir şekilde karşımıza çıkarmaktadır.

Sonuç olarak, her ne kadar Yunanistan’ı tarihsel süreç boyunca genellikle büyük sorunlar yaşadığımız bir ülke olarak tanımlasak da yaşanan depremlerde yapılan yardımların ve ilişkilerin kötüden iyiye doğru ilerlemesinin izlerini Türk dış politikasında görmekteyiz. Bu durum deprem diplomasisinin dış politika analizinde önemli bir yeri olduğunu bizlere göstermektedir. Yaşanan gelişmeler ve yapılan incelemeler doğrultusunda denilebilecek tek şey Türkiye ve Yunanistan tıpkı 1999 depreminde olduğu gibi yine insani değerler etrafında toplanmış ve aradaki soğukluğu ve çatışmayı unutma yoluna gitmiştir. İlerisi için yapılması gereken şey ise Dendias’ın dediği gibi yeni bir depremin olmasını beklemeden ilişkilerin düzeltilmesidir.

Kaynakça

[i] ORAN B. Akdevelioğlu Atay & Akşin Mustafa. (2010). Turkish foreign policy 1919-2006: facts and analyses with documents. University of Utah Press.

[ii] STAVRIANOS, L.S. (1963), The Balkans Since 1453, New York.

[iii] HATIPOĞLU, M. Murat (1985), “Yunanistan’daki Gelişmelerin Işığında Türk-Yunan İliskilerinin 101.Yılı, 1821-1922”, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, No:85, Ankara.

[iv] KALELİOĞLU, Oğuz (2009), “Tarih Boyunca Türk Yunan İlişkileri ve Megali İdea”, Bilgi Yayınevi.

[v] SÖNMEZOĞLU, Faruk (2000), Türkiye-Yunanistan İlişkileri & Büyük Güçler, Ege ve

Diğer Sorunlar, Der Yayınları, İstanbul.

[vi] AKSU, Fuat (2001), Türk-Yunan İlişkileri, İlişkilerin Yönelimini Etkileyen Faktörler Üzerine Bir İnceleme, Stratejik Araştırma ve Etütler Milli Komitesi (SAEMK) Yayınları, Ankara.

[vii] KÖSE, Ertan (2005), Yunanistan ve Bitmeyen Kin, IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, I.Baskı, Ekim, İstanbul.

[viii] HEIL, Alan L. (2000), “Fallout from ‘Earthquake Diplomacy’ Leads to Unprecedented Thaw in Greek-Turkish Relations”, Washington Report on Middle East Affairs 19, Issue 3, April. http://www.wrmea.com/archives/April_2000/0004031.html 09.09.2010.

[ix] LINDSAY, James Ker (2000), “Greek Turkish Rapprochement: The İmpact Of Disaster Diplomacy”, Winter xıv, London. http://www.disasterdiplomacy.org/kerlindsay2000.pdf

[x]MİLLİYET GAZETESİ (1999), “Yardım eli Uzandı” http://gazetearsivimilliyet.com.tr/GununYayinlari/YbtbveF1BvIlqRhBw0ODuw_ x3D__x3D_.

[xi] MILLAS, Herkül (2004), “Türk-Yunan Muhabbetinin Esrarı”, Derleyen:BELGE, Taciser, Ulaş, Geleceğin Sesi, Türk-Yunan Yurttaş Diyaloğu, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Yayın No:61, I.Baskı, İstanbul.

[xii] INDEPENDENT TÜRKÇE (2023), ‘‘Maraş Depremleri İlişkileri Gergin Olan Ülkeleri Nasıl Bir Araya Getirdi?’’ https://www.indyturk.com/node/609741/dünya/maraş-depremleri-ilişkileri-gergin-olan-ülkeleri-nasıl-bir-araya-getirdi.

 

 

Webinara
Kayıt Ol !

Son 2 Gün