Faruk Baybars: Teröre ve terör örgütlerine verilen destekler hakkında ilk bölümde sadece askerî, militan eğitimi, kamp yeri, finans ve lojistik boyutuyla sınırlı kalınmadığının yanı sıra siyasal, ekonomik, sağlık hizmeti, psikolojik, basın-yayın, eğitim, propaganda desteği, istihbarat ve teknik destekler de verildiğine yönelik çarpıcı konulara değinmiştiniz. Vermiş olduğunuz bilgiler üzerine birçok olumlu dönüş yapılmasının konuya dair yapılacak yeni çalışmaların habercisi niteliğini taşıdığını düşünüyorum. İlk soruya geçmeden önce, terör-terörizmin Türkiye ve bölge ülkelerde nasıl geliştiğini bizlere bahseder misiniz hocam? Akabinde, tarihsel süreçler açısından ülkemizin karşı karşıya kaldığı terör sorununun dış destek boyutuna dair değerlendirmelerde bulunabilir misiniz?
Ömer Kalaycı: Terör-terörizmin dış destek boyutunu ele almadan önce terörizmin ülke iç dinamiklerinden ziyade, bölgesel ve uluslararası boyutunu ve ne ile karşı karşıya olduğumuzu ele alarak değerlendirmek sağlıklı olacaktır. Her şeyden önce Türkiye’de var olan sorun etnik merkezli bir Kürt sorunu değil, siyasal merkezli bir Kürtçülük ve bölücülük sorunudur. Türkiye’de yaşanan ve son günlerde Gazi Meclis çatısı altında siyasi parti grup konuşmalarında dillendirilen ve Türk milletinde asla karşılığı olmayan sözde önerilerin temelinde yatan etnikleşme niteliği ve bunun da bir federalleşmeye evrilecek olmasıdır. Bu bağlamda Türkiye’de ve bölge ülkelerine “bölücü bir Kürt milli kimliği” ve “biyolojik nitelikli etnik milliyetçiliği” önemli mesafe kaydetmiştir. Sorun artık sadece ülkemizle sınırlı kalmamış, bölgesel (Irak, Suriye, İran) ve uluslararası boyut (AB, ABD-İngiltere, İsrail) kazanmıştır. Peki, Türkiye buraya nasıl geldi?
Soğuk Savaş sürecinde NATO ve Varşova Paktı’nın oluşturduğu dehşet dengesi içinde etnik milliyetçiliklere büyük ölçüde izin verilmemiştir. Etnik milliyetçilikler, bu süreçte kendilerini genellikle Batı dünyasında komünist hareketlerin bir parçası olarak ifade etmişlerdir. Sovyet bloku içinde milliyetçilik hareketleri ise Batı tarafından demokrasi hareketleri, Moskova tarafından ise gerici faşizm olarak nitelendirilmiştir. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra etnik milliyetçilik akımları dünyanın değişik bölgelerinde belirmiştir; ancak etnik milliyetçilik dalgaları, büyük çaplı Sosyo-politik değişim dönemlerinde çok daha önce ortaya çıkmıştır. 18. yüzyıldan itibaren gelişen etnik milliyetçilik dalgalarının birincisi 19. yüzyıl sonunda, özellikle Türk Osmanlı İmparatorluğu, Rus İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na karşı Doğu Avrupa, Balkanlar ve Ortadoğu merkezli olarak gelişmiş ve “kendi kaderini tayin hakkı” dönemi olarak adlandırılmıştır. İkinci etnik milliyetçilik dalgası, II. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Batı dünyasının Asya ve Afrika’daki sömürgelerinde ortaya çıkmıştır. Bu dalga, Afrika ve Asya’da sömürge imparatorluklarının çökmesi ve milli devletlerin kurulması ile sonuçlanmıştır. Üçüncü etnik milliyetçilik dalgası, 1960’lardan itibaren Avrupa’da Katalan, Bask, Bröton, İskoç, Gal ve Flaman, Kanada’da Quebec, ABD’de Hispanik ve siyah milliyetçilikleri olarak karşımıza çıkar. Bu dalganın sona erdiği söylenemez ve alttan alta, küreselleşmenin dinamikleri ile gelişerek devam etmektedir. Dördüncü etnik milliyetçilik dalgasının en yoğun ve dramatik sonuçlar doğurduğu alan ise Soğuk Savaş sonrasında SSCB’nin çöktüğü alan ve bu alanının geniş çevre coğrafyasında Avrasya ekseninde Çekoslovakya-Yugoslavya’dan Kazakistan’a kadar uzanan coğrafyadır. Bu süreçte SSCB, büyük çatışmalar olmadan 15 bağımsız ulus devlete ayrılmış, keza Çekoslovakya ikiye bölünmüştür.
Yugoslavya büyük bir iç savaş sonrasında parçalanmış ve Kosova eksenli olarak parçalanma süreci devam etmiştir. Etiyopya parçalanmış, Eritre bağımsız olmuştur. Keza Doğu Timor, Endonezya’dan ayrılmıştır. 2000 yılından sonra parçalanan/yok olan ülke sayısı altıdır ve süreç devam etmektedir.
Ortadoğu’da ise etnik Kürt milliyetçiliği 1970’li yıllarda Irak’ta dış destekli olarak bir canlanma yaşamış; ancak dış desteğin sona ermesi üzerine geri çekilmiştir. 1980’li yıllarda etnik Kürt milliyetçiliği üzerinden bölücü terörist yöntemlerle Türkiye’nin gündemini belirlemeye başlamıştır.
1990’lı yıllarda ise Irak’ ta Kürt milliyetçiliği ABD dış müdahalesi ile etkinlik kazanmıştır. 2000’li yıllarda ise Kürt meselesi Ortadoğu genelinde yeni bir aşamaya ulaşmıştır. ABD’nin Irak’a müdahalesi, Irak’ın kuzeyinde bağımsızlığa doğru ilerleyen federe Kürt devletinin kurulmasına yol açmıştır. Bölücü Kürtçü terör örgütü PKK ise TSK karşısında defalarca yenilmesine ve ülke içinde minimize olmasına rağmen dönemin hükümeti tarafından AB tam üyeliği sürecinden ve ilgili ülkelerden aldığı stratejik akıldan istifade ederek, geliştirdiği politik açılımlarla sorunu Türkiye açısından yeni bir aşamaya taşımıştır. Gelinen bu durum sadece Türkiye’de değil Ortadoğu’da da kontrol altına alınması zor bir sürece evirilmiştir. Bölücü Kürtçü terör örgütü, Türkiye’nin milli dokusunda bir büyük sosyal, psikolojik, ekonomik, siyasal ve kültürel tahribat yaratmıştır.
Ülkemizin geldiği/getirildiği nokta, Türkiye’ye karşı bölgesel ve bölgede çıkarları olduğunu ileri süren başat güçlerden ve bölgesel güç mücadelesine giren ülkelerin yarattığı boşluklardan yararlanan bölücü Kürtçü terör örgütünün dış destekli “vekâleten savaş” sürdürmesi sonucu siyasallaşma/sivilleşme aşamasına getirilmiştir. Bölücü Kürtçü terör örgütü, özellikle 1984’ten 1988’e kadar SSCB’nin Bulgaristan üzerinden arka planda desteklemesi ile İran ve Suriye adına Türkiye’ye karşı savaşmıştır. Türkiye’deki laik devlet düzenini kendisi için tehdit olarak gören İran ile Hatay üzerinde emelleri olan Suriye arasında Türkiye’ye karşı kurulan ittifak, PKK’yı Türkiye’ye karşı bir etkinlik sağlayacak şekilde kullanmıştır.
1987’de Türkiye’nin AB tam üyeliği için başvuru yapması üzerine başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri, “Kürt-PKK” kartını ileri sürerek İran-Suriye ittifakına katılmışlardır. 1991’den sonra örgütün Türkiye’ye karşı savaşı, “AB, Suriye-İran” adına sürdürülen vekâleten savaşa dönüşmüştür. 1990’larda Orta Asya ve Kafkasya’da bir Türk-Rus rekabeti algılayan Moskova da PKK’yı kullanmıştır. Keza Moskova yönetimi, Suriye’ye dâhil oluktan sonra örgütü hem Türkiye’ye karşı hem de batı ülkelerine karşı Suriye’de kullanmıştır. Yanı sıra Moskova, bölücü Kürtçü terör örgütünün Suriye uzantısı YPG’yi terör örgütü olarak tanımlamamakta ve Moskova’da büro faaliyetlerine izin vermektedir.
2003 sonrasında da bölücü terör örgütü, Irak’a yerleşen ABD‘nin denetiminde bir terör sürecinin içinde olmuştur. Örgüt sadece Türkiye’ye karşı değil, Suriye ve İran’a karşı da kullanılmış/kullanılmaya devam etmektedir. Dolayısıyla Türkiye, kendisine karşı sürdürülen kolektif koordineli vekâleten savaşla karşı karşıyadır. Bu süreçte, bölücü Kürtçü terör örgütünün ne istediği, hangi stratejik hedeflere eylem düzenleyeceği, ne zaman ateşkes isteyeceği, ne zaman siyasallaşacağı, ne Kandil’in ne İmralı’nın ne de sözde siyasi uzantısı DEM’in belirleyebileceği bir durum değildir. Durumu ve gelişmeleri belirleyecek olanlar örgüte dış destek sağlayan bileşen güçlerin genelkurmay başkanlıkları ve istihbarat servislerinin alacağı kararlara bağlıdır. Kurduruluşundan günümüze kadar Türkiye’ye karşı vekâleten savaşta örgüte verilen görev, “silahlı şiddet” temelinde Türkiye’yi baskı altında tutmak, ekonomik kaynaklarına zarar vermek, sosyal dokusunun zedelenmesi ve yıpratılmasını sağlamaktır.
Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi ve önce idam sonrasında ömür boyu ağırlaştırılmış hapse mahkûm olmasıyla örgüt, askerî olarak çökmüş ve siyasi liderlik anlamında da kargaşaya girmiştir. İşte ne olduysa bu dönemde Türkiye, tutkulu ve Katolik nikâhıyla bağlı AB politikaları sonucunda her şeyini olduğu gibi, en büyük sorununun çözümünü de AB tam üyesi olmaya bağlamıştır. Bölücü Kürtçü terör örgütü, içinde olduğu kargaşa döneminden sıyrılarak, bu yeni durum ve şartlara uyum sağlayarak örgütün dağ kadrolarını Irak’ın kuzeyine çekmiş, Türkiye içinde demokratik ortamı ve seçimleri kullanarak etkili olma yollarını başarı ile aramıştır. Örgüt, 2003 sonrasında ABD’nin Irak’a yerleşmesini de stratejik emelleri açısından doğru değerlendirmiştir. ABD ile İran ve Suriye’ye karşı ittifak içine giren örgüt, öte yandan KDP ve KYB ile belirli taktik çelişkileri barındırsa da stratejik anlamda doğru okumaların sonucu olan etkili bir iş birliği mekanizması geliştirmiştir.
2011 Suriye iç savaşı ile başlayan süreci de iyi okumak gerekir. 2011 yılı ile başlayan Suriye iç savaşı neticesinde, gerek Şam rejiminden kaynaklanan gerekse ülke içindeki muhalif silahlı yapıların oluşturduğu boşluğa önce Parçalanmış El-Kaide atomunun güçlü çekirdeği IŞİD yerleşmiştir. Suriye’nin kuzeyinden ve Fırat’ın doğusunda oluşan boşluğa da bu örgüt yerleşince buralarda yaşayan Suriyeliler ülkemize göç ettirilmiştir. Bu durum bahsi geçen bölgelerde boşluk yaratmış ve oluşan bu boşluğa yerleşen IŞİD’e karşı bölücü Kürtçü terör örgütünün Suriye uzantısı PYD/YPG vekil güç olarak kullanılmıştır. ABD ve müttefikleri, bölgede İsrail’in güvenliği açısından merkezdeki yetkileri yerel yönetimlere dağıtılmış, zayıf yönetimli ülkeler oluşturma hedefiyle tıpkı Irak’ın kuzeyinde oluşturulan federal yapının Suriye’nin kuzeyinde de oluşması sürecine gidilmiştir. Bu sürecin gerçekleşmesi ancak Türkiye’nin oluruyla mümkün olabilecektir. Bu bağlamda, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik şartlar göz önüne alındığında son dönemlerde Gazi Meclis çatısı altında dillendirilen öneriler ve bir yeni anayasa yapma isteğinin her zamankinden daha çok dillendirilmesinin altında da oluşturulmak istenen federal yapının bir ayağının da Türkiye’de gerçekleştirilmesi istenmektedir.
Suriye ve İran’ın ayrılıkçı Kürt bölgelerinde özerkliği kabullenecek ve Türkiye’den, kendi ülkesinde de aynısının yapılması istenmektedir. Bu çerçevede İsrail’in Türkiye’ye tehdidine karşı Türkiye’nin ulus devlet yapısının korunmasını sağlayalım ve bunu güçlendirelim demenin ötesinde İsrail’in güvenliği ve uluslararası başat güçlerin çıkarları uğruna bölge ülkelerinin zayıf merkezi yönetimlere sahip federalleşmiş yapılara dönüştürülme projesi önümüze getirilmiştir.
Faruk Baybars: Bir önceki söyleşide terör-terörizmin dış destek boyutunda ağırlıklı olarak hukuki, diplomatik ve basın-medya konularına vurgu yaptınız. Kısaca bu alanlardaki dış destek boyutunu ve bu destekleri sağlayan ülkelerin amaçlarından bahseder misiniz?
Ömer Kalaycı: Terör örgütleri, küresel bağlantılar ve dış desteklerle varlıklarını sürdürürler. Terör örgütlerinin dış destek bulması, devletlerin ya da devlet dışı aktörlerin çıkarlarıyla doğrudan ilişkilidir. Terör örgütlerine sağlanan destek, genellikle o terör örgütünü destekleyen ülkenin veya gücün, hedef ülkedeki istikrarı bozma veya çıkar elde etme isteği ile bağlantılıdır. Devletler, rakiplerinin iç işlerine müdahale etmek, onları zayıflatmak ya da bölgedeki jeopolitik dengeleri değiştirmek amacıyla terör örgütlerine destek verirler.
Terör örgütlerinin elde ettiği dış destekler çok geniş yelpazede gelişmektedir. Şimdiye kadar pek çok çalışmada finans desteği, askerî destek, eğit-donat, kamp yeri sağlama gibi konular işlenmiştir. Ancak bölücü Kürtçü terör örgütü özelinde uluslararası desteğin hukuki, diplomatik ve basın-medya ayağı çok fazla çalışılmamış bakir konuların başında gelmektedir.
Bölücü Kürtçü terör örgütü üzerinden konuyu ele aldığımızda; örgütün aldığı hukuki ve diplomatik destek girişimleri çok önceye dayanmış olsa da beşinci kongre kararlarıyla birlikte belirginleştiği görülür. Bu kararlardan biri de örgütün yapılanmasını ve siyasallaşmasının uluslararası boyuta taşınmasıdır. 1981’de basılan ve PKK’nın yayın organlarının başında gelen Serxwebun dergisinde örgütün Avrupa’da illegal alandan çıkıp kendini hukuk sınırlarına adapte etmeyi ve bunu yaparken düşman olarak gördüğü Türkiye varlıklarını hedef almayı amaçladığı görülmektedir.
Hiç şüphesiz, bu stratejik kararda örgüte stratejik akıl verenlerin de örgüte destek sağlayan ülkelerin istihbarat ve kurmay aklı olduğunu söylemek gerekir. Örneğin, bölücü Kürtçü terör örgütü henüz hukuki ve diplomatik alanda etkin olamadığı dönemlerde ASALA terör örgütünden ve ilişkili olduğu ülkelerin istihbarat servislerinden yararlanmıştır. Bu durum, bölücü Kürtçü terör örgütünün başta Ermeni ASALA terör örgütü ve diğer terör örgütleri ile iş birliğini ve onun bir devamı niteliği taşıdığının en somut örneğidir. Örneğin Kesire Öcalan’ın İsveç’e gitmesinde ASALA terör örgütünün diplomatik ve hukuk kanalları devreye girmiştir. Abdullah Öcalan da aynı süreci takip etmek istese de girişimi kabul edilmemiş; bunun üzerine Öcalan, 12 Eylül’den dokuz ay önce doksan kişilik bir ekiple Şam’a yerleşmiş ve örgütün diğer geri kalanları ise Yunanistan’a, oradan da diğer Avrupa ülkelerine geçmiştir. Bu dönemler, özellikle diplomatik ve hukuki destek açısından yabancı istihbarat servisleri üzerinden sürdürülmüştür.
Bölücü Kürtçü terör örgütünün, kurulduğu 1972’den bugüne Avrupa’da yürütmüş olduğu faaliyetleri, örgütlenme biçimi ve Avrupa ölçeğinde yerel ve ulusal otoriterlerle olan karmaşık ilişkisi çoğu zaman göz ardı edilmiştir. Örgüt, Avrupa teşkilatlanması ve yapılanması bakımından çok da zorlanmamıştır; zira 1957 yılı itibariyle Almanya Wiesbaden şehrinde kurulan Avrupa Kürt Öğrenciler Birliği ve sonrasında geliştirilen Kürt Diasporası gibi oluşumlar üzerinde örgüt hâkimiyet sağlamıştır. Bölücü Kürtçü terör örgütünün uluslararası yapılanması Atina ve Bonn merkezli başlamış ve Avrupa’ya önce ülke çatı örgütlenmesi ve sonrasında ise Avrupa çatı örgütlenmesi olarak gelişmiştir.
Almanya, Avrupa yapılanmasının merkez üssü olmuş ve örgütün dinlenme ve geri çekilme alanını temsil etmektedir. Almanya, PKK’yı, 1993 yılında ülke güvenliğini tehdit ettiği gerekçesi ile yasaklamasına ve terör örgütü olarak tanımasına rağmen örgütle bağlantılı/ilişkili “Almanya Demokratik Kürt Toplum Merkezi” (NAV-DEM) tüm Almanya’da serbest bir şekilde faaliyetlerini yürütebilmiştir. Örgüt, kendisine bağlı/ilişkili olan dernekler üzerinden miting ve yürüyüşlerini koordine etmiş ve burayı Suriye ve Türkiye’deki faaliyetleri için militan devşirme merkezi olarak kullanmıştır. Keza diğer Avrupa ülkelerinde faaliyet gösteren Kürt Kültür Merkezleri üzerinden örgütün propaganda çalışmalarına hız verilmiş ve örgüte militan kazandırmaya devam edilmiştir. PKK, 21 Mart 1985 tarihinde hem uluslararası propaganda hem de dağ kadrosuna militan temin etmek amacıyla cephe faaliyetlerini genişleterek Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni (Eniya Rızgariya Netewa Kurdistan, ERNK) kurmuştur. Daha sonra ERNK, Ocak 2000’de feshedilerek yerini Kürt Demokratik Birliği’ne (Yekitiya Demokratiya Kürd, YDK) bırakmıştır. 2004 yılında bu oluşumun adı Avrupa Kürt Demokratik Toplum Koordinasyonu (Civaken Demokratika Kurd, CDK) olarak değiştirilmiştir. Bu yapılanma, KCK Yürütme Konseyinin Dış İlişkiler Komitesine bağlı olmakla birlikte; Avrupa’da PKK’ya müzahir Kürt komünleri ve meclislerinin oluşturulması, Kürt derneklerinin yaygınlaştırılması, Avrupa’da yaşayan Kürtlerin örgütlenmesinde işlevsel hâle getirilmiştir. CDK’ya bağlı “Kürt Halk Meclisleri” Avrupa’da Öcalan’a Özgürlük, Avrupa’da Yaşayan Kürtlere Kürtçe Öğretme Kampanyası, Ayn el-Arab (Kobani) eylemleri ve Nevruz kutlamaları gibi etkinlikleri düzenlemiştir.
Avrupa düzeyinde faaliyet yürüten bir diğer PKK örgütlenmesi de merkezi Belçika’da bulunan Avrupa Kürt Dernekleri Konfederasyonu’dur (Konfederasyona Komelen Kurd li Ewrupa, KON-KURD). 1993 yılında kurulan KONKURD yapılanması diğer Avrupa ülkelerinde de kurulmaya başlanmıştır. KON-KURD’un temel amacı PKK’nın taleplerini Avrupa ülkelerinin siyasi gündemine taşımak, Avrupa’daki göçmen Kürt kitlesinin örgüte desteğini pekiştirmek ile Avrupa’da kamuoyunun desteğini alarak kitlesel bir harekete alan sağlamaktır. Örgüt, 6 Temmuz 2013 yılında tüzüğünde yapılan bir değişiklikle KONKURD’u feshetmiş, yerine Avrupa Demokratik Kürt Toplum Kongresi (Kongreya Civaken Demokratik a Kurdistaniyen Ewrupa, KCD-E) kurmuştur.
KCD-E sadece dernek federasyonlarının çatı örgütü değil; kadın, gençlik, kültür-sanat, spor, ekonomi, meslek, inanç, eğitim, dil, tarih vb. alanlarda faaliyet yürüten çok sayıdaki kurum ve kuruluşun ülkeler düzeyindeki yapılanması olan birlik, federasyon, üstünlük ve konfederasyonların Avrupa genelinde kurumlaşmış temsilcisi olarak tanımlanmaktadır. Bölücü Kürtçü terör örgütü, 2015 yılından itibaren faaliyetlerini Avrupa Demokratik Kürt Toplum Kongresi (Kongreya Civaken Demokratik en Kurdistan li Ewrupa, KCDK-E) olarak sürdürmektedir.
Bölücü Kürtçü terör örgütünün Avrupa ülkelerinde hukuki ve diplomatik süreçte görevlendirilen teşkilatlar: Kürt Kamuoyu Çalışmaları Merkezi (Civaka Azad), Ceni e.V. Barış için Kürt Kadın Bürosu, KURD–AKAD Kürt Akademisyenler Birliği, MAF-DAD e.V. (Uluslararası Hukuk ve Demokrasi Derneği, AZADİ e.V.) Almanya’da Yaşayan Kürtler için Hukuki Danışmanlık Bürosu gibi oluşumlar öne çıkmaktadır.
Örgüte bağlı bu yapılanmalar, kurulduğu tarihten itibaren günümüze kadar hukuki ve diplomatik alanda Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü için kampanya yürütmekte; başta Almanya olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinde Kürt kimliğinin tanınması için faaliyetler sürdürmekte, örgüte katılanların bu teşkilatlar bünyesinde hukuksal ve sosyal danışmanlık hizmeti vermekte, eğitim çalışmaları yürütmekte, Kürtçe yazılı görsel medyanın etkili olabilmesini sağlama, festival-gösteri ve etkinliklerin organize edilmesini sağlama, izinlerini alma konusunda Alman Yeşiller Partisi ve Alman Sol Partilerdeki örgütle bağlantılı siyasilerden destek almakta ve farklı inançlara mensup Demokratik Mezopotamya İnançlar Platformu’nun işlevsel kılınması noktasında faaliyetler yürütmektedirler.
Bunlardan en dikkat çekicisi ise KURD–AKAD Kürt Akademisyenler Birliği, MAF-DAD e.V. (Uluslararası Hukuk ve Demokrasi Derneği, AZADİ e.V.) Almanya’da yaşayan Kürtler için hukuki danışmanlık bürosu gibi oluşumlar öne çıkmaktadır. Hukuki danışmanlık bürolarında yaşadıkları ülkelerin avukatlarının da yer aldığı bir yapılanmadır. Genellikle örgüt kontrolünde eleman temininden, sığınmacılara kadar geniş alanda ve kâğıt üzerinde paralı evlilik yapılarak Almanya’ya göç konusunda etkili olan bir kuruluştur.
MAF-DAD ise, bölücü Kürtçü terör örgütünün yasaklı terör örgütü listesinden kaldırılması, örgüt liderinin salıverilmesi, Kürtlerin “kendi kaderini tayin hakkı” ilkesinin çok geniş platformlarda savunulması, Kürt kimliğinin tanınması, Kürtçenin resmi dil yapılması, yerel belediyelerin özerk yapılara dönüştürülmesi noktasında AB İkiz Yasalar üzerinde çalışmalar yapmaktadırlar.
Faruk Baybars: Hocam, Türkiye’deki bazı baroların da bahsettiğiniz yapılarla ilişkisi var mı?
Ömer Kalaycı: Şüphesiz. Özellikle son baro seçim sonuçlarında İstanbul Barosu örneği, bunun en somut delillerinden biridir. İstanbul Baro seçimlerini kazanan listenin içinde örgütle bağlantılı, örgütün avukatlığına soyunmuş kişiler yer almaktadır. Listenin başındaki kişi ise baro seçimlerinden önce içinde yer aldığı siyasi partinin yeni anayasa çalışmalarını yürüten kişidir. Ayrıca bu partinin içinde genel başkan yardımcılığı görevini yapan kişi Diyarbakır eski baro başkanıdır. Bu kişi, Gölge CIA olarak bilinen Stratfor’un raporlarında TR-705 kod verilmiş kişidir. Biz bunları Wikileaks belgelerinden öğrendik. Tabii bu kişiler sadece bunlarla sınırlı değildir. Türk Tabipler Birliği gibi pek çok meslek odalarıyla da ilişki hâlindedirler.
Elbette tüm bu aşamalarda yer alan sadece bahsi geçen teşkilatlar değildir. Bu çalışmalara sözde bilimsel kimlik kazandırmak için akademik çalışmalar da yapılmaktadır. Bu akademik çalışmalar ile eş zamanlı hareket eden Kürt Diasporasıdır. 3 Eylül 2024’te kısa adı DIAKURD olan Diaspora Kürtleri Konfederasyonu’nun Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının uygulanmadığı gerekçesiyle Lozan Antlaşması hakkındaki Birleşmiş Milletlere (BM) yaptığı başvurunun kabul edilmesi de bu çalışmaların temelinde örgüt ile AB’nin çalışma alanlarının senkronize şekilde yürütülmesinin bir sonucudur. Bu konuyla ilgili olanlar, ilgili tarihte kaleme aldığım “DIAKURD’un BM Başvurusu Aslında Avrupa Birliğinin İsteğidir” makalemi okuyabilirler.
Pek çok Avrupa ülkesinin tanınmış üniversitelerinde bu alanda çalışan, kitap yazan, makaleleri on binlerce atıf alan ve ne hikmetse bu insanların eserleri Türkçeye çevrilerek kitaplarının ülkemizde satılıyor olması da son derece düşündürücüdür. Üzülerek belirtmek isterim ki, Türk akademisinde yazılan pek çok saha ile karşılığı olmayan makalelerde bu üniversitelerdeki yanlı yayınların binlerce atıf gösteriliyor olması ülkem, milletim ve akademinin geldiği durum açısından da son derece üzücüdür.
Faruk Baybars: Terör-Terörizmin dış destek çerçevesinde değerlendirmelerde bulunuyoruz. Peki hocam, konu bağlamında düşünecek olursak, medya-basın ayağı hakkında neler söylemek istersiniz?
Ömer Kalaycı: Gerek saha gerekse akademik çalışmalarım sonucunda terör-terörizme sağlanan dış destek boyutunda finans desteğinden sonra en çok öneme sahip olan örgütün propaganda faaliyetleri gelmektedir. Bölücü Kürtçü terör örgütü PKK ve uzantılarının, basın-medya arasındaki ilişki örgütün propagandasının yapılabilmesi, geniş kitlelere bu propagandanın ulaştırılabilmesi ve başta Avrupa ve Batı kamuoyu üzerinde tesiri açısından son derece önemlidir. Basın-medya faaliyetleri ABD’den tutun Japonya’ya kadar sürdürülmektedir. Basın-medya faaliyetlerini sadece örgüte bağlı televizyon kanallarından yapıldığını düşünmek son derece yanlış ve eksik olur. Bu alanda çalışmalar İsveç Bilim Akademisinden Hollanda Utrecht Üniversitesine ve diğer Avrupa ülkelerindeki üniversitelerde yazılı olarak da ele almak gerekir. Özellikle örgüt, kendilerini sözde toprakları sömürge altında olan devletsiz bir millet olarak tanımlamakta ve bu alanda Japon çizgi roman MANGA, sözde edebi eserlerden hatta Hollywood yıldızlarına reklam yaptıracak seviyeye gelmiştir.
Örgütün ilgili yapıları, başta ABD olmak üzere pek çok ülkede uluslararası marka olmuş reklam ajanslarıyla koordineli çalışmaktadır. Bunun yanı sıra Diaspora faaliyetleri içerisinde yapılan çalışmalar da bulunmaktadır. Bu çalışmalar, diğer çalışma alanlarıyla koordineli şekilde yürütülmektedir. Özellikle “kendi kaderini tayin hakkı” konusunda örgüt ve bağlantılı hukuk, diplomasi ve basın-medya yapılanmaları koordineli olarak Katalan, Bask, Bröton, İskoç, Gal, Flaman, Quebec ve Hispanikler ile ilişkili siyasal, diplomatik ve basın-medya faaliyetleri alanında oldukça yoğun çalışma içerisindedirler.
Örgütün basın-medya faaliyetleri dört aşamalı şekilde yürütülmektedir. Örgütün basın-medya yapılanması ve faaliyetlerinin başında televizyon kanalları gelmektedir. Bunlara Avrupa başkentlerinde yer alan kanallar ve radyolar dâhil edilebilir. Bunlar arasında Med TV, Medya TV, Roj TV, Nuçe/Med-Nuçe TV gibi doğrudan PKK tarafından yönetilen kanallar vardır ve bu kanalların birçoğu terörle bağlantılıdır. Fransız-Alman ortak kanalı ARTE TV de bunlar arasında yer almaktadır. Özellikle bu kanal, son 20 yıldır düzenli bir şekilde örgütün Kandil yapılanması ve örgüt içerisindeki sözde kadın savaşçılar hakkında pek çok belgesel yayımlamış ve yayımlamaya devam etmektedir.
Örgüt propagandası yapan ilgili kanalların başında Med TV gelmektedir. Kürtçe yayın yapan televizyon olan Med TV, bir ulus yaratma, örgüt içi eğitim ve dilde standartlaşmanın sağlanması gibi işlevlerinin yanı sıra kara para aklama gibi suçlara da bulaşmıştır. Örgütün basın-medya ayağında İkinci kategoriyi “yazılı medya” oluşturur. Bu kategori içerisinde internet tabanlı haber siteleri ve gazeteler, dergiler yer almaktadır. Tüm Avrupa genelinde yazılı medya yayımları İsveç’te basılır ve tüm AB ülkelerine dağıtımı gerçekleştirilir.
Üçüncü kategoriyi “sosyal medya” oluşmaktadır. Bu alan son derece dağınık olmasına rağmen özellikle dernek gibi oluşumların sosyal medya kullanımlarında belirli bir düzeyde sistematik hareket edildiği görülmektedir. Bu oluşumlar, genellikle bu hesapları örgütün propagandasını yapmak, Abdullah Öcalan’ın resimlerini paylaşmak, etkinlik duyurusu paylaşmak ve Türkiye hakkında sahte haberleri dolaşıma sokmak için kullanmaktadır.
Dördüncü ve son kategoride ilgili ülkenin yerel basınında yer alan “PKK sempatizanı kişilerin faaliyetleri” yer almaktadır. Örneğin PKK yasağının kaldırılmasına yönelik propaganda faaliyetleri yürüten Kurdische Gemeinde isimli topluluğun başkanı olan Ali Ertan Toprak, Alman devlet kanalı ZDF’nin yayın danışma kurulunda yer almakta ve bu kanalın Türkiye ve örgüt hakkındaki yayınlarını yönlendirmektedir. Ayrıca Ali Ertan Toprak denen PKK ile iltisaklı bu kişinin başkanlığını yaptığı Almanya Kürt Toplumu’nun (Bundeszentrale für politische Bildung) gelecekte Kürt toplumuna siyasi eğitim veren kurum olma hakkını elde ettiklerini bizzat Xani TV Youtube programı Yan Etki isimli yayında kendisi açıklamıştır. Aynı yayında Ali Ertan Toprak, “Alman devletinin tek muhatap aldığı Kürt kurumu olduklarını, Kendilerini Almanya’ya ait Kürt toplumu olduklarını ve 2013 yılından itibaren tüm göçmenlerin davet edildiği oluşumun sesi olduklarını, Almanya Kürt toplumunun Alman devletinin kurmuş olduğu bir kurum olduğunu” dile getirmiştir.
Bunun yanı sıra, yerel medya organlarında çalışan örgüt sempatizanı gazeteciler, Türkiye ve örgüt hakkında yaptıkları haberlerde meseleleri PKK ve PYD bakış açısından tek yanlı olarak vererek örgütün terör kimliğini yadsımakta ve imajını yumuşatmaktadır.
Faruk Baybars: Uluslararası ilişkilerde ve güvenlik çalışmalarında teröre ve terörizme verilen dış destek sürekli olarak tartışılagelmektedir. Genel olarak, terör örgütlerinin çeşitli devletler ile devlet dışı aktörlerden farklı şekillerde destek aldıklarına yönelik iddialar ve kanıtlar bulunurken, konuya dair çalışmaların ise gerekli ilgiyi görmediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Özellikle ülkemizde konu bazında çeşitli dillerden çevrilen kitapların kaynak gösterilmesi ise üzüntü vericidir. Kıymetli hocam, öncelikle yapmış olduğunuz çalışmalar için sizlere çok teşekkür ederim, bizlere zaman ayırdığınız için de ayrıca size müteşekkirim.
Ömer Kalaycı: Ben teşekkür ederim Faruk Bey. Terör-terörizmin dış destek boyutunu ele aldığımız bu söyleşiler, umarım uluslararası güvenlik ve terörizmle ilgili çalışanlara bir nebze olsun ışık tutar. Zira ülkemizde terör-terörizmle ilgili yapılan çalışmalar, batılı sözde uzman ya da araştırmacıların sahanın gerçeklerine, ülke jeopolitiğine uymayan kopyala yapıştır kavram setleriyle ve irrasyonel dayatmalarla ele alınmayacak ve mücadele yöntemi belirlenemeyecek kadar önemlidir.