Kadriye YAKUT
TUDPAM Araştırmacısı
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Türkiye arasındaki ilişkiler, jeopolitik öneme sahip bir bölgede çeşitli tarihi, kültürel ve stratejik faktörlerle şekillenmiştir. Son yıllarda Suriye, Libya, enerji güvenliği ve insan hakları gibi konulardaki farklılıklar nedeniyle ilişkilerde belirsizlik ve gerilim yaşanıyor.
ABD ve Türkiye arasındaki ilişkilere tarihsel bağlamda baktığımızda iki ülke arasında köklü ve karmaşık bir ilişki ağı mevcuttur. İki ülke arasındaki diplomatik temaslar 19. yüzyılın başlarına kadar uzanıyor. Türkiye’nin modernleşme sürecinde Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Cumhuriyet’in kuruluşu, ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin temelini oluşturuyor. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Soğuk Savaş döneminin başlamasıyla ABD ve Türkiye arasındaki temaslar stratejik bir boyut kazanıyor. 1952’de Türkiye’nin NATO’ya katılmasıyla güvenlik ve savunma alanındaki iş birliği derinleşmiş ve Türkiye, Sovyetler Birliği’ne karşı önemli bir müttefik hâline gelmiş bulunuyor. Ancak Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ABD ve Türkiye arasındaki ilişkilerde yeni dinamikler ortaya çıkıyor ve özellikle 2000’li yılların başlarından itibaren, ABD’nin Orta Doğu’daki politikaları ve Türkiye’nin bölgesel hedefleri arasında çatışan çıkarlar bu iki ülke arasındaki ilişkilerde belirleyici rol oynuyor. Türkiye’nin jeopolitik konumu; Orta Doğu, Kafkasya ve Avrupa’nın kesişiminde olması ABD’nin bölgedeki stratejik çıkarlarıyla uyumlu olmadığı durumlarda gerilimlere neden oluyordu. Öncelikli olarak Irak’ın işgali, Suriye iç savaşı, terörle mücadele ve demokrasi talepleri gibi konularda ABD ve Türkiye’nin farklı yaklaşımları çatışma hâlindedir. Bu tarihsel bağlam, ABD ve Türkiye ilişkilerinin köklerin anlamak ve günümüzdeki gerilimlerin temelini incelemek için önemlidir. İki ülke arasındaki ilişkiler, tarihsel, kültürel ve stratejik faktörlerin karmaşıklığıyla şekillenmiş ve gelecekte de bu karmaşıklığın anlaşılması ve yönetilmesi önemli bir faktör olarak karşımıza çıkacaktır.
Suriye krizi, bölgedeki en karmaşık ve derin çatışmalardan biridir ve ABD-Türkiye ilişkilerindeki önemli bir belirleyici faktördür. Kriz, 2011 yılında başlayan ve devam eden bir iç savaş ve bölgesel krizler silsilesidir. Suriye’nin iç savaşının başlamasıyla birlikte, ABD ve Türkiye’nin bu krize yaklaşımları ve çıkarları farklılık gösteriyor. Suriye’deki iç savaşın başlamasıyla birlikte, Suriye Demokratik Güçleri (SDF) çatısı altında örgütlenen YPG (Kürt Halkı Koruma Birlikleri) ve YPJ (Kürt Kadın Savunma Birlikleri), sahnedeki önemli aktörlerden biri hâline geldi. YPG/YPJ, Suriye’deki Kürt nüfusunun korunması ve kendi otonom bölgelerini oluşturma çabalarını sürdürdü. Ancak YPG ve YPJ’nin bağlı olduğu PYD (Demokratik Birlik Partisi), Türkiye tarafından PKK terör örgütünün Suriye kolu olarak görülüyor ve bu durum Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerde gerginliklere neden oluyordu. ABD, Suriye’deki IŞİD’e karşı mücadelede YPG ve YPJ’yi önemli bir müttefik olarak görüyor ve bu gruplara lojistik, askerî eğitim ve silah desteği sağlıyordu. Ancak Türkiye, YPG ve YPJ’nin PKK ile bağlantılı olduğunu ve Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit ettiğini savunarak bu desteği şiddetle eleştirdi. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt koridorunun oluşmasından endişe duyması, ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerde ciddi bir gerilime neden oldu. Türkiye, Suriye’deki Kürt gruplarının güçlenmesinden ve sınırdaki terör tehdidinden kaygı duyarak 2016 yılında Fırat Kalkanı Harekatı’nı başlattı. Bu operasyon, IŞİD’e karşı mücadelede olduğu kadar YPG/YPJ’yi de hedef aldı ve Türkiye’nin Suriye’deki askerî varlığını artırmasına ve Suriye’deki denklemleri değiştirmesine neden oldu.
ABD ve Türkiye ilişkilerini içeren başka bir konu da Fethullah Gülen krizi ve hukuk meselesidir. Fethullah Gülen krizi, 15 Temmuz 2016’da Türkiye’de gerçekleşen başarısız darbe girişimiyle başladı. Darbe girişiminin ardından Türk yetkililer darbenin arkasında olduğunu iddia ettikleri Fethullah Gülen’in iadesini talep ettiler. Fethullah Gülen, ABD’de yaşayan ve Amerikan yasaları altında korunan bir figürdü ve Türkiye’nin iade talepleri, ABD-Türkiye ilişkilerindeki önemli bir anlaşmazlık noktasını oluşmasına neden oldu. Fethullah Gülen, 1999 yılında ABD’ye kaçtıktan sonra Pensilvanya’da yaşamaya başladı. Burada, Türkiye’ye muhalefet eden bir medya ordusu ve eğitimi olan Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) liderliğini sürdürdü. Türk yetkililer, Fethullah Gülen’in darbe girişimiyle doğrudan ilişkilendirilmesi ve Türkiye’nin ulusal güvenliğine karşı bir tehdit oluşturması nedeniyle iadesini talep etti. Ancak ABD, iade taleplerini karşılamak için yeterli kanıtın olmadığını ve hukuki prosedürlere bağlı kalmak zorunda olduğunu belirtti. ABD’deki yargı süreçleri, Türkiye’nin iade talepleriyle ilgili olarak belirleyici bir faktör oldu. Türk yetkililer, Fethullah Gülen’in darbe girişimiyle ilgili olduğuna dair kanıtlar sunmaya çalıştılar. Ancak ABD yasaları ve yargı sistemine göre iade taleplerini destekleyecek yeterli kanıt sunulmadığı sürece bu talepleri kabul etmek mümkün değildi. Bu durum, ABD-Türkiye ilişkilerindeki gerilimi artırdı ve Türkiye’de adaletin sağlanması için hukuki süreçlerin önemi üzerine odaklandı. Fethullah Gülen krizi, hukukun üstünlüğü ve demokratik ilkeler açısından önemli bir sınavı temsil ediyor. Hem ABD hem de Türkiye, kendi yargı sistemleri ve hukuki prosedürlerine bağlı kalmak zorundaydı. Bu durum iki ülke arasındaki hukuki ve diplomatik mücadeleyi derinleştirdi ve Fethullah Gülen’in iadesi konusu da bir anlaşmazlık noktası olarak kaldı.
Diğer bir önemli unsur da ABD-Türkiye-Rusya dinamikleridir. Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin, özellikle son yıllarda S-400 kriziyle birlikte, ABD-Türkiye ilişkilerine olan etkisi oldukça önemlidir. Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemlerini satın alması, ABD’nin Türkiye’ye yönelik tepkisini artırmış ve bölgesel dengelerde önemli bir etki yaratmıştır. Bu kararın alınmasındaki en büyük etkenlerden biri Türkiye’nin ulusal güvenliğe ve savunma ihtiyaçlarına yönelik endişeleridir. Türkiye, bölgedeki jeopolitik belirsizlikler ve güvenlik tehditleriyle başa çıkmak için kendi savunma kapasitesini güçlendirmeye odaklanıyordu. Ancak ABD’nin S-400’lerin NATO sistemleriyle uyumlu olmadığını ve Türkiye’nin F-35 programından çıkarılması gerektiğini savundu. Türkiye ise bu kararın egemenlik haklarına müdahale olduğunu ve ulusal savunma gereksinimlerini karşılamak için haklı bir adım olduğunu ifade etti. S-400 krizi, Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkilerine de derinleştirdi. Rusya’nın Türkiye’nin yanında yer alması, Türkiye’nin Batı’ya olan bağımlılığını azaltma ve bölgesel etkisini artırma çabaları ile de ilişkilidir. Ayrıca, S-400 anlaşması Türkiye’nin bölgesel güç dinamiklerini yeniden şekillendirme ve kendi stratejik çıkarlarını güçlendirme amacını taşıyor.
Rusya ile olan S-400 krizinin yanı sıra, ABD-Türkiye arasındaki ticaret hacmi de oldukça önemlidir ve her iki ülke için de büyük bir pazar potansiyelini temsil ediyor. Ancak son yıllarda ticaret dengesinde belirli bir eğilim görülüyor. Özellikle ABD’nin ithalatı, Türkiye’nin ABD’ye olan ihracatından daha yüksektir ve bu durum Türkiye’nin ticaret açığını artırmıştır. ABD ve Türkiye arasındaki ekonomik ilişkiler, yalnızca ticaret değil aynı zamanda yatırımlar üzerinden de şekilleniyor. Her iki ülke, birbirlerinin ekonomisine önemli yatırımlar yapıyor. Özellikle enerji, savunma sanayi, telekomünikasyon ve teknoloji gibi alanlarda iş birliği potansiyeli bulunuyor. Ancak son yıllarda, ABD’nin Türkiye’ye yönelik bazı ekonomik ve ticari kısıtlamaları gündeme geldi. Bu kısıtlamalar, Türkiye’nin savunma sanayi alımları, döviz kurları üzerindeki baskılar ve yaptırımlar gibi konuları içeriyor. Bu durum, ABD-Türkiye ekonomik ilişkilerinde belirsizlik yaratıyor ve ticareti olumsuz etkiliyor. ABD ve Türkiye arasında imzalanan ticaret antlaşmaları ve ikili anlaşmalar, ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinde önemli bir rol oynuyor. Bu anlaşmalar, gümrük vergileri, yatırım koruması, fikri mülkiyet hakları ve serbest ticaret gibi konuları kapsıyor ve ticaretin daha adil ve dengeli olmasını sağlamayı hedefliyor.
ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin daha sürdürülebilir ve karşılıklı çıkarları gözeten bir zeminde ilerlemesi için kritik öneme sahiptir. İki ülke arasındaki diplomatik kanalların açık tutulması ve düzenli olarak iletişim kurulması, diplomatik diyaloğun güçlendirilmesini sağlar. Bu, sorunların çözümü için gerekli ortamın oluşturulmasına yardımcı olabilir. ABD-Türkiye ilişkilerinde güvenin yeniden inşası, ortak çıkarların tanınması ve anlaşılmasıyla mümkün olacaktır. Güven tesis etmek için adımlar atılmalı ve yapısal olarak güvenilir bir ilişki zemini oluşturulmalıdır. Tüm bunlar ışığında söyleyebiliriz ki son dönemdeki gelişmeler Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerini yakınlaştırdı ve bu durum, gelecekte daha sağlam ve istikrarlı bir zeminde ilerlemesine katkıda bulanabilir. Her iki tarafın da çıkarlarını gözeterek, karşılıklı anlayış ve iş birliğini artırması, ilişkilerin uzun vadeli sağlamlığına öncülük edebilir.