Blog Yazılarımız

TUDPAM | Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi > Analizler > Avrupa’da İslamofobi: İfade Özgürlüğü ve Nefret Söylemi Arasındaki Dengenin Türk Diplomasisine Etkisi

Avrupa’da İslamofobi: İfade Özgürlüğü ve Nefret Söylemi Arasındaki Dengenin Türk Diplomasisine Etkisi

Feyza Kübra Ağırtmış

Üsküdar Üniversitesi, SBE, Yüksek Lisans Öğrencisi

Bu analiz, Avrupa’da İslamofobi’nin varlığını incelerken aynı zamanda bir nefret söylemi olan İslamofobik söylem ve eylemlerin ifade özgürlüğü olarak gösterilmesi sorunsalını ele alarak ifade özgürlüğü ve nefret söylemi arasındaki dengeyi incelemeye çalışacaktır. Ayrıca bu çalışmada Türk dış politikasının İslamofobi ile mücadelede nasıl bir rol oynadığı, İslamofobi nedeniyle Avrupa ile yaşanan diplomatik gerilimlerin neler olduğu ve Türkiye’nin bu konudaki tepkilerinin nasıl şekillendiği sorularına İslamofobik söylem ve eylemler sonucunda oluşturulan haber içerikleri üzerinden incelenerek cevap aranmaya çalışılacaktır.

İslamofobi Nedir?

İslamofobi’nin tanımı konusunda genel kabul görmüş bir tanım olmamakla birlikte, sosyal bilimlerde ırkçılık ve ırksal ayrımcılık gibi evrensel olarak kabul edilmiş bir kavramsal çerçeve oluşturulamamıştır.[1] İslamofobi, yani İslam korkusunun en basit tanımı; İslam ve Müslümanlardan korkma, çekinme veya endişeyi ifade eden bir kavramdır. İslamofobi, diğer fobiler gibi İslam’ın anlaşılmaması ve bu korkunun mantıksızlığının farkına varılamamasını sağlamaktadır. Özetle İslamofobi, İslam ve Müslümanlara yönelik olarak benimsenmiş korkuya verilen isimdir. İslamofobi kavramının yabancılara karşı korku ve düşmanlığı kapsayan “Xenophobia” kavramının uzantısında geliştiği söylenebilir. Sonuç olarak, bu nefret veya korku özellikle Müslüman bireyler ve gruplara yönelikse, kelime kökeni itibarıyla bu kavram kolaylıkla İslamofobi olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda İslamofobi, İslam ve Müslüman korkusu anlamına gelmekle birlikte, İslam ile yabancı karşıtlığı ve düşmanlığını da içermektedir. İslamofobi’nin ne olduğunu anlamak için öncelikle fobi kelimesinin ne anlama geldiğini bilmek gerekir. Fobi kelimesi Yunan mitolojisinde korku tanrısı olan “phobos” sözcüğünden türetilmiş olup fobi kelimesi (phobie, phobia) korku anlamına gelmektedir. Fobi kelimesi korkulmayacak bir şey karşısında anında korkunun oluşması ve o şeyden korkma anlamındadır.[2] Günümüzde çoğunlukla sağlıkta kullanılan bir terim olarak fobi kelimesi iyileştirilmesi/tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin; aerofobi: Uçma korkusu ya da klostrofobi: Kapalı alan korkusu gibi.

Fobi kelimesi aynı zamanda toplumda yer alan birbirinden farklı çeşitli kültürel değerlere sahip insanlar arasında (ben ve öteki) karşıtlık temelli gerçekleşen davranışlar olarak da kullanılmaktadır. Toplumlar, (Batı ve Doğu) kendi ötekisine yönelik fobik söylemler oluşturmuş ve bu söylemlerle yine öteki olan grubu tıpkı sağlıkta kullanılan anlamıyla tedavi edilmesi gereken bir hastalık (İslamofobi: İslam+fobi) olarak ifade etmiştir. Ancak ben ve öteki açısından bakıldığında yabancı düşmanlığı “Xenophobia”, düşmanlık nesnesi olarak gösterilen kişi veya gruptan ziyade düşmanlığı uygulayan kişi veya grupla ilgili bir olgudur. Bu bağlamda Canatan’a göre asıl sorun, farklı ve yabancı olanı tehdit ve korku kaynağı olarak algılayan bireyin kendisiyle ilgilidir. Fobilerin kişiselliğini kanıtlayan bir diğer husus ise yabancı ve farklı olanla ilgili herkesin aynı şekilde ve derecede tepki vermediğidir. Eğer yabancılar doğrudan tehdit ve korku kaynağı olsaydı, herkes benzer fobik tutumlara sahip olurdu. Ancak bu durum böyle değildir. Bu nedenle fobiler ve fobi sahipleri genellikle tedavi gerektiren patolojik bireyler olarak kabul edilirler.[3]

Avrupa ve İslamofobi

İslamofobi; İslam ve Müslümanlara yönelik oluşturulan ön yargı, ayrımcılık ile birlikte oluşturulan bir tür nefret ya da korku olarak tanımlanabilmektedir. Tarihi paradigmadan baktığımızda Avrupa’da İslamofobi’nin varlığı özellikle Orta Çağ döneminde başlamış olup Haçlı Seferleri’nden bu yana İslam’a yönelik bir ön yargı geliştirilmiştir. Bu bağlamda ikili karşıtlık temelinde kurgulanan, Batı (Hristiyan) ve Doğu (Müslüman) olmak üzere iki dünya arasında günümüze kadar süregelen gerek askeri, siyasi olmak üzere gerekse de ekonomik, dini ve sosyo-kültürel çekişmelere sahne olmuştur.[4] 21. yüzyılın başlarında Batı ülkelerinde İslam düşmanlığı özellikle terörizmle bağlantılı olarak 11 Eylül 2001 ve 7 Temmuz 2005 saldırıları sonrasında bariz bir şekilde artmıştır. Batı toplumlarında 11 Eylül saldırılarından sonra genellemelerle karşı karşıya kalan Müslümanlar bir tehdit olarak algılanmaya başlanmış ve bu toplumlarda günah keçisi hâline gelmiştir. Bu tür bir yaklaşımla siyasetçiler ve medya tarafından topluma aşılanmış, ortaya şiddeti ve terörü destekleyen bir İslam, Müslüman algısı çıkmıştır. Aslında 11 Eylül 2001’de Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) İkiz Kulelere yapılan terörist saldırılar, ötekine karşı hoşgörüsüzlüğün ve tarihte her zaman var olan stereotiplerin gündeme gelmesine yol açsa da bu tür olguların kökleri derin tarihsel süreçlere dayanmaktadır. Bu bağlamda geçmişten günümüze yaşanan olayların da etkisiyle gerçekleşen terör olaylarının demokrasi ve insan haklarının beşiği olarak kabul edilen Batı dünyasının Müslümanlara karşı olan ön yargıları iyice beslemiş olduğuna ve bu ön yargıları gün yüzüne çıkardığına tanıklık etmekteyiz.

Bu ön yargıları besleyen bir başka unsur da Müslümanların kendi dünya görüşü ve geleneksel yaşam tarzlarıyla artık Batı toplumlarının sosyal yapıları içinde kendilerine rol edinme çabalarıdır. Zira Müslümanlar artık Batı’da “konuk işçi” statüsünde olmayı reddetmekte ve kendilerini bulundukları ülkenin bireyleri olarak algılamaktadırlar. Bu ise onların toplum içindeki görünürlüğünü arttırmaktadır. Bu durum beraberinde Batı’nın, özellikle de Müslümanlar söz konusu olduğunda, alışık olmadığı yeni ve fakat zorunlu bir birlikte yaşama tecrübesinin ortaya çıkmasını da kaçınılmaz kılmaktadır. Alışılmışın dışındaki zorunlu yaşama tecrübesi ise kendinden olmayan gruba yönelik olarak fobik söylemlerin oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Sosyal korkuları olan kişiler, yalnız kaldıklarında rahatsız hissetmezler. Bu durumu İslamofobi taşıyan kişilerde de gözlemek mümkündür. İslamofobik kişiler kendilerinden olmayan Müslüman gruba yönelik ya da bir diğer deyişle yabancılara yönelik bir rahatsızlık duymaktadır. Bu nedenle çevrelerindeki bir cami, ezan sesi veya farklı giyinen “örtülü” insanlar, onların öz güvenini sarsmakta ve onlarda yetersizlik, aşağılanmışlık hissi ve hayal kırıklığı gibi duygular uyandırmaktadır.[5] 11 Eylül sonrası yükselen İslam karşıtlığı, Müslüman karşıtlığını arttırmış ve bu durum sonucunda birçok saldırı gerçekleşmiştir. Günümüzde Batı’da Müslümanlar İslamofobi (nefret söylemi, nefret suçu) ile ilişkilendirilebilecek bir dizi uygulama/saldırı ile karşılaşmaktadırlar. Bu uygulamalardan/saldırılardan en dikkat çekici olanlar arasında başta Müslümanlara yönelik sözlü ve fiziksel saldırılar olmak üzere cami ve İslami merkezli saldırılar (camilere zarar verme, kundaklama, Kur’an-ı Kerim yakma eylemi, örtünme yasakları “burka, abaya…”), İslam karşıtı demonstrasyonlar (sokak protestoları), İslamofobik ayrımcılık (iş yerlerinde, eğitim kurumlarında yaşanan ayrımcılık…), toplumun siyasi figürlerinin İslam karşıtı söylemleri (Sağcı ulusal partilerin liderleri, göçmenlik karşıtı siyasi partiler, siyaset ve medya yorumcuları, katı Hıristiyan ve Siyonist dini liderler: sürekli olarak yalnızca aşırı Müslümanlar olmaksızın İslam dinine ve diğer Müslüman kimliğine sahip bireylere yönelik olarak nefret söylemini dile getirmişler ve her seferinde İslam ve Müslümanları terörizm ile ilişkilendirmişlerdir.) Sonuç olarak demokrasinin beşiği olarak kabul edilen Avrupa’nın, söz konusu Müslümanlar olduğunda demokratik ve sivil toplum ilkelerinde belirgin bir biçimde karşıtlıklar olduğu gözlemlenmektedir. Bu karşıtlıklar esas olarak özellikle İslamofobi açısından keskinleşen ve ön yargıya dönüşen ciddi bir algı sorununu ortaya çıkarmaktadır.

Müslümanların, üç dört kuşaktır Avrupa toplumlarında yaşamalarına rağmen demokratik değerleri benimseyip çok kültürlülüğü uygulama konusundaki en büyük zorluk, bu insanların demokrasiyi ve çok kültürlülüğü kabul edip uygulamak için gerekli temele sahip olmamaları değil; aksine, Avrupa toplumlarında kök salmış olan bu ön yargıların hâlâ devam etmesidir.[6] Bununla birlikte Avrupa’da yükselen İslamofobi, Müslümanlara yönelik yaygın şüphe, ırk ve dinleri nedeniyle uğradıkları ayrımcılıkları beraberinde getirirken, bu durum ayrıca nefret suçları ve diğer şiddet olaylarını da tetiklemiştir.[7]

İfade Özgürlüğü ve Nefret Söylemi Arasındaki Denge

Çeşitli kültürlere sahip toplumlarda insanların karşılıklı saygı içinde, bir arada özgürce yaşamaları her zaman kolay olamamaktadır. Bu durumda farklı dilleri konuşan, farklı dinlere inanan ve farklı kültürel geçmişlere sahip insanların bir arada yaşamalarını engelleyen önemli bir faktör, ön yargı temelli ve suça yol açabilen nefret söylemleridir. Nefret söylemi, ön yargıların varlığına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu tür ifadeler, belirli bir bireye veya o bireyin ait olduğu gruba karşı ön yargıların bir sonucu olarak gelişir. Ayrıca nefret söyleminin kökeninde, tarihsel düşmanlıklar, ön yargılar, mevcut kaygılar ve benimsenen bir ideolojiye bağlılık bulunabilir. Nefret söylemi, genel olarak evrensel bir tanıma sahip olmasa da çoğu zaman literatürde en sık başvurulan tanım Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu Tavsiye Kararında bulunmaktadır: “Nefret söylemi kavramı, ırkçı nefreti, yabancı düşmanlığını (Xenophobia), Yahudi düşmanlığını (Anti-semitizm) veya azınlıklara, göçmenlere ve göçmen kökenli insanlara yönelik saldırgan ulusalcılık ve etnik merkezcilik, ayrımcılık ve düşmanlık şeklinde ifadesini bulan, dinsel hoşgörüsüzlük dahil olmak üzere hoşgörüsüzlüğe dayalı başka nefret biçimlerini yayan, kışkırtan, teşvik eden veya meşrulaştıran her türlü ifade biçimi” şeklinde tanımlanmıştır. Bu anlamda “nefret söylemi” muhakkak belirli bir kişiye veya gruba yönlendirilmiş yorumları kapsamaktadır.[8] Bu noktada 1997 tavsiye kararında belirtilen tanım, genellikle ırk veya etnik kökenle ilişkilendirilen nefret, yabancı düşmanlığı veya anti-semitizme odaklanmış ve bu tanımda İslamofobi’ye yer verilmemesi ise dikkat çekmiştir. Bu bağlamda karara göre nefret söylemine uğrayan mağdurlar ve ayrımcılığa maruz kalan gruplar açısından bu tanımın eksik olduğu ise açıktır.[9]

Nefret kavramı; hoşlanmamak, beğenmemek, aşağılamak, hor görmek ya da saygı duymamak gibi duygusal tepkilerle özdeşleştirilemez. Esas olarak bir kavram olan nefret; hedef alınan kişi veya grup karşısında olumsuz bir şekilde tepki gösterme, zarar verme, düşmanlık besleme veya yok etme arzusunu ifade eden daha derin bir negatif anlam içermektedir.[10] Nefret söylemi, genellikle bir kişi ya da grubun sahip olduğu belirli özellikler nedeniyle hedef alındığı bir tür ifade biçimidir. Hedef alınan kişi ya da grupların sahip olduğu nitelikler çoğunlukla olumsuz algılanan veya istenmeyen niteliklerdir. Toplumsal yaşamda kabul görmeyen kişi ya da gruplar, dini kimlik, ten rengi, cinsel yönelim, engellilik gibi özellikleri sebebiyle dışlanır ve ayrımcılığa maruz kalır. Bununla birlikte hedef alınan kişi ya da grup dışlayan kişi ya da grup tarafından düşmanlaştırılır. Hedef alınan kişi ya da grupların içinde bulundukları toplum tarafından dışlanması, tam anlamıyla nefret söyleminin en ciddi sonuçlarından biridir. Dışlanan ve ayrımcılığa uğrayan bir kişi ya da grubun toplumsal alanda görünürlüğünün azalması ya da iletişimin olmaması noktasında hedef gösterilen kişi ya da gruba yönelik oluşturulan söylemler ve eylemlerin sonucu olarak ön yargıların kalıplaştığı ve sıradanlaştığı söylenebilmektedir.[11]

Nefret söylemi, hukuk terimleri arasında yeni yer bulan kavramlardan biridir. Hangi ifadelerin veya davranışların nefret söylemi olarak kabul edileceği ve bu tür ifadeler için hangi tür cezaların uygulanacağı konuları günümüzde hâlâ tam olarak netleşmemiştir.[12] Nefret söylemi kavramı, farklı bağlamlarda çeşitli şekillerde tanımlanmasına rağmen genellikle ifade özgürlüğü konusundaki tartışmalarda önemli bir rol oynamaktadır. Demokrasinin temel öğelerinden biri olarak kabul edilen ifade özgürlüğü, bireyin düşüncelerini baskı ve zorlama olmadan özgürce ifade edebilme hakkını koruyan önemli bir özgürlük alanıdır. İfade özgürlüğünün temelinde ise diğer özgürlüklerde olduğu gibi başkalarına zarar vermemeye odaklanan bir anlayış bulunmaktadır. İfade özgürlüğü, belli bir topluluğa yönelik sözlü saldırı veya nefret içeren ifadelerin kullanılması durumunda, bireysel özgürlüğün “başkalarına zarar vermemek” sınırlarını aşmış olabileceğini göstermektedir. Bu nedenle ifade özgürlüğünün sınırı, nefret içeren söylemlerin yanı sıra net olmalıdır. Bu sınırın kesin olarak çizilmemesi, özgürlüğün kötüye kullanılmasına, bazı gruplarca suistimal edilmesine ve nefret söylemi kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur.[13]

Avrupa’da İslamofobi ve Türk Diplomasisine Etkisi

Bu bölümde, Türk diplomasisinin ne tür bir tepki ortaya koyduğu internet haber sitelerinin oluşturmuş olduğu bazı haberler üzerinden gösterilecektir.

Aşağıda incelenen üç haber ekseninde değerlendirildiğinde; İsveç’te artan İslamofobi’ye bağlı olarak Türk dış politikasında milli birlik bilinciyle İslamofobi’ye karşı bir duyarlılık gerçekleşir. Bunu ise ülkede veya yurtdışında yaşayan Müslümanları koruma ya da haklarını savunma şeklinde yapar. İkincisi ise Türkiye, İsveç hükümetine yönelik diplomatik çağrıları ile İslamofobi olaylarına karşı tepkilerini iletir. Üçüncüsü ise aslında en önemlisi dediğimiz şey Türk kamuoyu ve medya burada önemli bir rol oynamaktadır. İsveç’te yaşanan İslamofobi olayının aslında uluslararası toplumun dikkatini çekmek ve bu konuda İsveç hükûmetini sorumluluk almaya teşvik etmek amacıyla medya kanalları üzerinden bilgilendirmelerde bulunulur. Dördüncüsü ise uluslararası ilişkiler bakımından İsveç’te İslamofobi olaylarının yaşanması, Türkiye’nin İsveç ile olan diplomatik ilişkilerini ciddi bir şekilde etkiler. Bu noktada Türk hükûmeti ve İsveç ile iş birliği konusunda olumsuzluklar yaşanabilir. İsveç’teki İslamofobi olayları karşısında Türkiye’nin sergilediği diplomasi ve uluslararası arenadaki girişimine aslında bakıldığında İsveç’te yaşayan Müslümanların haklarının korunması konusunda İslamofobi’ye karşı mücadelede önderlik yaptığı görülmektedir.

İncelenen Haberler:

  1. MEDYASCOPE/ 21 Ocak 2023

Haber başlığı: “Rasmus Paludan’ın İsveç’teki Türkiye Büyükelçiliği önünde Kur’an-ı Kerim yakmasına izin verildi”

Spot: İsveç, Türkiye ile yaşadığı NATO üyeliği sorununu çıkmaza sokacak bir gelişmeye daha hazırlanıyor. İsveç polisi, yarın (21 Ocak) aşırı sağcı ve göçmen karşıtı görüşleriyle bilinen Rasmus Paludan’ın Türkiye’nin İsveç’teki büyükelçilik binası önünde protesto gösterisi düzenlemesine izin verdi. Paludan, bu eylemler sırasında Kur’an-ı Kerim’i yakmayı planlıyor.

Haber içeriğinin detaylarına bakıldığında;

İsveç Dışişleri Bakanı Tobias Billström, TT haber ajansına yaptığı açıklamada, protestolara dair konuştu ve ifade özgürlüğüne vurgu yaptı. Polisin izin verdiği bu protestoların Türkiye ile İsveç arasındaki ilişkileri nasıl etkileyeceğine dair spekülasyon yapmak istemediğini söyleyen Billström, “Süreci gereksiz yere uzatan her şey elbette çok ciddiye aldığımız bir şey” diye konuştu.

Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği yakınında Kur’an-ı Kerim yakma eylemine izin verilmesi üzerine İsveç’in Ankara Büyükelçisi Staffan Herrström Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı. Diplomatik kaynakların aktardığına göre Herrström’e, “açıkça nefret suçu niteliğindeki söz konusu provokatif eylemin en güçlü şekilde kınandığı, İsveç’in bu tutumunun kabul edilemez olduğu, Türkiye’nin eyleme müsaade edilmemesini beklediği, kutsal değerlere hakaretin demokratik haklar kisvesi altında savunulamayacağı” belirtildi.

İsveç Büyükelçisi’ne bu gösteriye izin verilmesinin Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında Madrid’de imzalanan Üçlü Mutabakat’ın ihlali olduğu ifade edildi.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, İsveç’teki PKK destekçilerinin kuklalı eylemi ve yetkililerin Kur’an-ı Kerim yakma eylemi iznini hatırlatarak, “Geldiğimiz bu noktada İsveç Savunma Bakanı Pal Jonson’un Türkiye’ye 27 Ocak’ta yapacağı ziyaretin önemi de anlamı da kalmadı. Bu nedenle ziyareti iptal ettik” dedi.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İsveçli yetkililerin, Paludan’a Kur’an-ı Kerim’i yakmak için verdiği izne tepki gösterdi. Çavuşoğlu, “İsveç’te bu meczup daha önce de dinimiz İslam’a ve kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’e hakaret etmiştir, bu tür eylemlerde bulunmuştur. Bu, ırkçı aynı zamanda nefret suçunu kapsayan bir eylemdir” diye konuştu.

İsveç Dışişleri Bakanı’nın ifade özgürlüğü açıklamalarına tepki gösteren Çavuşoğlu, “Bugün başka bir dinin, başka bir kitabın yakılmasına izin vermiyorlar ama Kur’an-ı Kerim söz konusu olunca, İslam düşmanlığı söz konusu olunca hemen ifade ve düşünce özgürlüğü diyorlar” dedi.

Haberin linki: https://medyascope.tv/2023/01/21/rasmus-paludanin-isvecteki-turkiye-buyukelciligi-onunde-kuran-i-kerim-yakmasina-izin-verildi/

  1. TRTHABER/ 29 Haziran 2023

Haber başlığı: “İsveç’te Kur’an-ı Kerim yakılmasına tepki yağdı”

Spot: Kurban Bayramı’nın ilk gününde İsveç’teki bir cami önünde Kur’an-ı Kerim yakıldı. Bu çirkin saldırıya Türkiye başta olmak üzere çok sayıda ülke sert tepki gösterdi.

Haber içeriğinin detaylarına bakıldığında;

  • Sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı açıklamayla bu aşağılık eylemi lanetlediğini belirten Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“İslam karşıtı bu eylemlere ifade özgürlüğü bahanesiyle izin verilmesi kabul edilemez. Bu tarz menfur eylemlere göz yummak suça ortak olmaktır.”

  • Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, söz konusu eyleme izin verilmesini “skandal” olarak değerlendirdi. Din ve vicdan özgürlüğünün en temel insan hakkı olduğunu vurgulayan Tunç, şu sözleri kullandı:

“İnsanların kutsallarına hakaret, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez, hiçbir mahkeme kararı bu hakareti meşrulaştıramaz, bu durum hiçbir demokratik hukuk devletinde korunamaz. Lanetlenmesi gereken bir eyleme müsaade edilmesi özellikle Müslümanlar için, içinde bulunduğumuz kutsal bayram günlerinde inancımıza yapılan açık saldırıdır. Özellikle NATO zirvesi öncesinde Türkiye’nin müttefiki olmak isteyen İsveç’in yetkili makamları, özgürlük kisvesi altında ülkesinde birbirini takip eden hukuksuzluklara ve provokasyonlara son vermeli, gerekli tedbirleri almalıdır.”

  • AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Ömer Çelik, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, şunları kaydetti:

“İsveç makamlarının Kurban Bayramı günü bir cami önünde Kur’an-ı Kerim yakmak için yapılan başvuruya onay vermesini lanetliyoruz. İsveç Yüksek Mahkemesinin nefret suçlarını himaye eden tutumunu şiddetle kınıyoruz. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Kur’an-ı Kerim’e karşı yapılmış her saygısızlık insanlık suçudur. Bu lanetli eylemlere karşı siyasi ve hukuki her zeminde en güçlü şekilde mücadele etmeye devam edeceğiz.”

  • ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Vedant Patel’e, günlük basın toplantısında, İsveç’te Kur’an-ı Kerim yakılması olayı soruldu.

“Dini metinlerin yakılmasının, saygısız ve incitici olduğunu ve yasal olabilecek bir şeyin kesinlikle uygun olmadığını sürekli söyledik.” ifadesini kullanan Patel, olay hakkında daha fazla yorum için İsveç hükümeti ve yerel kolluk kuvvetlerini işaret etti.

Patel, İsveç’in NATO üyeliğine kabulü konusunda da Macaristan ve Türkiye’yi katılım protokolünü gecikmeden onaylamaları için teşvik etmeye devam ettiklerini belirtti.

  • Filistin Dışişleri Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, “Dışişleri Bakanlığı, İsveç’in başkenti Stockholm’de nefret dolu bir aşırılık yanlısı tarafından İslam dini ve Kur’an-ı Kerim’e yönelik nefret ve ırkçılığın bir ifadesi olarak Kur’an-ı Kerim’in bir nüshasının yakılması ve ona saygısızlık edilmesi suçunu kınıyor” ifadesine yer verildi.

Açıklamada, Kur’an-ı Kerim yakma eyleminin, “insan hakları ilkelerine, hoşgörü değerlerine, diğerini kabul etmeye, demokrasiye ve tüm dinlerin mensupları arasında barış içinde bir arada yaşama değerlerine karşı açık bir saldırı” olduğu vurgulandı.

Açıklamada “Bu ırkçı eylemin ifade özgürlüğüne tamamen aykırı olduğu ve dünyadaki milyonlarca Müslüman’ın hissiyatına dokunduğu” kaydedildi.

Haber linki: https://www.trthaber.com/haber/gundem/isvecte-kuran-i-kerim-yakilmasina-tepki-yagdi-778159.html

  • ANADOLU AJANSI/ 3 Temmuz 2023

Haber başlığı: “Cumhurbaşkanı Erdoğan: (İsveç’te Kur’an yakılması) Kur’an-ı Kerim’i yakma diye bir özgürlük olamaz”

Spot: Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsveç’te Kur’an yakılması ile ilgili, “Nasıl kiliseyi, havrayı veya bir başka inancın mabedini ateşe vermek özgürlük değilse Kur’an-ı Kerim’i yakma diye bir özgürlük de olamaz.” dedi.

Haber içeriğinin detaylarına bakıldığında;

  • Cumhurbaşkanı Erdoğan, İslam dünyası olarak Kurban Bayramı’na ulaşmanın heyecanını yaşarken İsveç’in başkenti Stockholm’de mukaddes kitap Kur’an-ı Kerim’e yönelik gerçekleştirilen alçakça saldırının herkesi öfkelendirdiğini belirtti.

“2 milyar Müslümanın hissiyatını hiçe sayan bu sapkınlığın, bırakın fikir özgürlüğünü, en temel insani değerlerle bağdaşması mümkün değildir.” diyen Erdoğan, bunların İslam düşmanlığından beslenen nefret suçları olduğunu söyledi.

Bu nefret suçunun polis korumasında işlenebilmesinin ise çok daha vahim olduğunu vurgulayan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Dünyanın hiçbir medeni ülkesinde insanların kutsallarına yönelik saldırılar, düşünce hürriyeti olarak nitelenemez. Nasıl kiliseyi, havrayı veya bir başka inancın mabedini ateşe vermek özgürlük değilse Kur’an-ı Kerim mushafı yakma diye bir özgürlük olamaz. Bizim nazarımızda, camilerimizi hedef alan eylemler ile kutsal kitabımıza yapılan rezil saldırılar arasında hiçbir fark yoktur. Bu gerçeği aslında nefret suçlarına imza atanlar kadar buna izin verenler, göz yumanlar da çok iyi biliyor.

Söz konusu kendi güvenlikleri olunca hiçbir hak, hukuk, ilke tanımayanlar sıra Müslümanların kutsallarına gelince birden fikir özgürlüğünü hatırlıyor. Bu zihniyetin elinde ‘fikir hürriyeti’, İslam düşmanlığı ve yabancı karşıtlığının tüm biçimlerini meşrulaştıran bir araç konumundadır. Stockholm’de Kurban Bayramı’nın ilk günü hem de bir cami önünde gerçekleştirilen menfur eyleme münferit bir hadise gözüyle bakamayız. Bu saldırıları batıda habis bir ur misali hızla yayılan İslam ve Müslüman düşmanlığı hastalığının yeni tezahürleri olarak görüyoruz. Batı dünyası özellikle bu hastalıkla mücadele noktasında hiçbir adım atmıyor.”

Haberin linki: https://www.aa.com.tr/tr/gundem/cumhurbaskani-erdogan-isvecte-kuran-yakilmasi-kuran-i-kerimi-yakma-diye-bir-ozgurluk-olamaz/2935910

Sonuç

“Nefret söylemi bir suç mudur yoksa bir ifade özgürlüğü müdür?” tartışmaları sürerken; bu açıdan bakıldığında nefret söyleminin suç olarak kabul edilmesini destekleyenler, bu tür söylemin toplumda nefret suçlarının artmasında önemli bir rol oynadığını ve hedeflenen bireylerin olumsuz anlamda duygusal ve psikolojik olarak etkilendiğini ve zarar gördüğünü savunmaktadır. Ancak ifade özgürlüğünün hiçbir koşulda sınırlanmaması gerektiğini savunanlar ise nefret söyleminin tanımının belirsizliği ve hangi ifadenin nefret söylemi olarak kabul edileceğini belirleyecek bir otoritenin bulunmaması durumuna dikkat çekmişler ve nefret söyleminin bir suç unsuru olarak kabul edilmesi hâlinde ise ifade özgürlüğünün keyfi bir şekilde kısıtlanabileceğine vurgu yapmışlardır. Sonuç olarak ifade özgürlüğünü savunanlar, ifade hürriyetini kısıtlamaya yönelik önlemlerin, ifade özgürlüğüne müdahale anlamına geldiğini iddia etmişlerdir. Bu iddiayı ileri sürenler, yanlış, zararlı veya sakıncalı kabul edilen görüşlerin serbestçe ifade edilmesinin sınırlanmasının istenen sonuçların aksine yol açabileceğini dile getirmişlerdir. İfade özgürlüğünü savunanlar, bu bağlamda belirli kişi ve grupları hedef alan ifadeleri nedeniyle ceza alan bireylerin etkisiyle toplumda hedef alınmış grupla ilgili öfke ve ön yargıların artmasının etkili olabileceğini vurgulamışlardır.[14] Avrupa’da İslamofobi, nefret söylemi ve ifade özgürlüğü arasında var olan karmaşık ilişkinin varlığı gün geçtikçe daha fazla dikkat çeken bir konu hâline gelmiştir. İslamofobi, Müslümanlara yönelik oluşturulan ön yargı, ayrımcılık ve nefret temelli duyguları içeren bir sorun olarak karşımıza çıkmakta ve aynı zamanda bu açıdan bakıldığında nefret söylemi ise bu tür ayrımcı ve zarar verici düşüncelerin ifadesi olarak ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte ifade özgürlüğü, demokratik olan toplumların temel ilkesidir ve toplumda yaşayan bireylerin düşüncelerini serbestçe ifade etme hakkını içermektedir. Bu özgürlük alanı farklı görüşlerin ifade edilmesine izin verir ancak bunun sonucunda özgürlük alanının sınırsızlığı söz konusu olduğunda bu ifadeler kötü niyetli ve zarar verici olabilmektedir. Toplum içerisinde hedef gösterilen gruplara yönelik oluşturulan nefret söylemi ile mücadele etmek önemlidir. Çünkü nefret içerikli düşünceler ve söylemler toplum içinde ayrımcılığa ve şiddete yol açabilir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü ve nefret söylemi arasındaki dengenin sağlanması konusu kritik bir öneme sahiptir. İslamofobi ve nefret söylemi ile mücadele konusunda birtakım önlemler alınmalı ve bu dengeyi sağlayabilmek için ise farklı inançlara, kültürel değerlere sahip olan toplumların arasında sürekli olarak diyalog olması ve bununla birlikte ifade özgürlüğü-nefret söylemi arasındaki dengenin oluşması açısından da eğitimlerin verilmesi ile bu toplumdaki bireylerin bilinçlendirilerek fobik söylemlerin oluşturulmasının önüne geçileceği düşünülmektedir.

Kaynakça

[1] Muslims in The European Union-Discrimination and Islamophobia, European Monitoring Centre on Racism and Xenephobia (EUMC), 2006

[2] Öztürk, O. (1992), Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, s.241. Ankara.

[3] Canatan, K. (2007), “İslamofobi ve Anti-İslamizm: Kavramsal ve Tarihsel Yaklaşım”, Batı Dünyası’nda İslamofobi ve Anti-İslamizm, ed. Kadir Canatan ve Özcan Hıdır, Eskiyen Yayınları, Ankara, s. 20-30.

[4] Daniel, N. (1993), Islam and the West: The Making of an Image, Oneworld Publications. Oxford, 1993.

[5] Yavuzcan, İsmail H., “Almanya’da İslamofobi”, Batı Dünyasında İslamofobi ve Anti-İslamizm, ed. Canatan, Kadir- Hıdır, Özcan, Eskiyen Yayınları, Ankara, 2007 s. 325.

[6] Cesari, Jocelyn, ‘Avrupa: İslami Bir Kesit’, içinde Shireen Hunter ve Huma Malik (der.), Avrupa ve Amerika Müslümanları, (İstanbul: Gelenek Yayıncılık, 2003), ss. 33-37.

[7] Lambert, R. Ve Githens-Mazer, J. (2010). Islamophobia and Anti-Muslim Hate Crime: UK Case Studies, EMRC University of Exeter, London.

[8] Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu Kararı (97)20, 1997 https://www.stgm.org.tr/sites/default/files/2020-09/nefret-soylemi-el-kitabi.pdf

[9] Kesgin, Y. (2018). Türkiye’de ve ABD’de Ayrımcılık Karşıtlığı Bağlamında Medya Politikaları. İstanbul: İstanbul Üniversitesi. s. 15.

[10] Badamchi, D. K. (2015). Nefret Söylemi İfade Özgürlüğünün Bir Parçası mıdır?. Felsefe Dünyası Dergisi, 61,55-79.

[11] Brown, A. (2017). What is Hate Speech? Part 1: Myth of Hate. Law and Philosophy. 36(4), 419-468.

[12] Çelik, E. (2013). Nefret Söylemi İfade Özgürlüğünün Neresinde? İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 4(2), 205-240.

[13] Mill, J. S. (2011). On Liberty. Canada: Batoche Books.

[14] Uslu, C. (2013). Nefret Söylemi Suçu Versus İfade Özgürlüğü. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (38), 185-202.

 

 

 

Webinara
Kayıt Ol !

Son 2 Gün