Blog Yazılarımız

TUDPAM | Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi > Analizler > Avrupalı Devletlerin Kaçınılmaz Gerçeklerle Yüzleşmesi!

Avrupalı Devletlerin Kaçınılmaz Gerçeklerle Yüzleşmesi!

Güney Ferhat Batı

Akademisyen – Yazar

Uluslararası sistem 20’nci yüzyılda Avrupa kıtasındaki devletlerin üstünlüğünden Atlantik’in üstünlüğüne doğru evirilmiş ve burada Amerika Birleşik Devletleri (ABD) denilen bir ‘süper güç’ kavramının oluşmasını sağlamıştır. Kıta Avrupa’sı, yüzyıllar boyunca devletlerin ve hanedanlıkların uzun savaşlarına ve milyonlarca insan kaybının neticesinde birbirlerine karşı üstünlüklerine sahne oldu. Aslında tarihsel perspektiften bakıldığında dünya siyasetine yön veren yerin Avrupa olduğu gerçeğidir. Keza, ABD’nin çoğunluğunu oluşturanların Anglo-Sakson olduğu ve İrlandalıların zamanında yerleştiği, nüfus olarak çoğunlukta olduğuna bile bakıldığında ABD’nin saf ırkının (Kızılderili haricinde) olmadığını görmek mümkün. Ne var ki, devlet kavramı ABD’nin ‘birleşik devletler’ kavramıyla hayat bulduğu için ABD’nin Avrupalılardan oluşmasının pekte önemi yok, bir önem var ABD’nin menfaatleridir! İşte bu doğrultuda ABD’nin Birinci Dünya Savaşıyla ortaya çıkarak, 20’nci yüzyıl boyunca dünya siyasetinde hegemonyasını kurduğunu ve bunun İkinci Dünya Savaşıyla pekiştirdiğidir. Böylelikle uluslararası sistemin çift kutuplu olarak 21’inci yüzyıla kadar ABD ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) tezahür ettiğidir.

Avrupa’nın devletleri ve milletleri iki büyük dünya savaşını iliklerine kadar yaşadı, milyonlarca insanın ölümünü seyrederek, yıkım ve acılarla yaşadılar. Bu iki büyük dünya savaşı Avrupa’nın hiçbir yerine huzur getirmediği gibi milyarlarca zarar getirdi ve bunun tahribatı uzun yıllara yayılarak ancak giderilebildi. Yaşadığımız çağda (21’inci yüzyıl) bir yüzyıl sonra, ilk defa Avrupa ciddi bir şekilde tekrardan bir dünya savaşına doğru ilerleyen parametrelerle yüz yüze kalmaktadır. Buna, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı öncesindeki gelişmelerden bakmak bile, tehlikenin nasıl ilerlediğini ve bu tehlikenin birileri(!) tarafından git gide Avrupa’da büyütüldüğünü vurgulamak isterim. Bariz olarak, Rusya-Ukrayna savaşının sadece bir ‘bölgesel’ savaş olduğunu söylemek, hatta varsaymak büyük bir yanılgı olur. Keza, Avrupa’nın ikinci dünya savaşı sonrasında ilk defa böylesine sıcak bir çatışmaya sahne olması, bu sıcak çatışmanın ABD-Rusya Federasyonu gerçeğiyle örtüşmesidir. ABD’nin öncülüğündeki Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) Sovyetler Birliği sonrasında Rusya’nın geri kalan kısmını parçalamak ve karşısında herhangi bir rakip görmek istemediğidir, zira Asya’dan yükselen Çin ile birlikte dünya siyasetindeki hegemonyasını sürdürmesinin mümkün olmadığını görmektedir.

Avrupa’da iki büyük dünya savaşında Almanya önemli bir faktör devlet olmuştur ve öyledir. İki büyük dünya savaşının ‘günah keçisi’ yani kabahatlisi Almanya olduğu kuşku götürmez, ancak Almanya’yı ‘askeri bir güç tehdidi’ olarak, bu iki dünya savaşının sorumlusu yaptıran taşları iyi bir tahayyül etmek gerekir. Neticede bu iki büyük savaştan en zararlı çıkan ve askeri kapasitesi minimize edilen daha doğrusu ABD’ye boyunduruk olan devletin kimin ellerinde olduğu gerçeği göz ardı edilemez. Muhakkak ki, ABD’nin Doğu Avrupa özelinde ileri bir karakolu görevi gören, stratejik kurumları ABD tarafından dizayn edilen Almanya, şimdiden Rusya ile olası bir savaşa sürüklenmek istenmektedir. Keza, ABD için Avrupa’da güçlü bir Almanya her zaman tehlike demek ve menfaatleri açısından kabul edilemez. Çünkü her halükarda İngiltere onunla, Fransa mecburiyet velâkin Almanya başıboş bırakılamaz, bir ‘üçüncü’ dünya savaşı bu defa ABD’nin aleyhine olur. Neden mi? 20’nci yüzyıldaki çift kutuplu uluslararası sistem olmadığı gibi, artık sadece Rusya değil, Çin var, Hindistan var, Brezilya var ve her şeyden önemlisi ‘’Küresel Güney’’ hızla güçlenmektedir.

Sonuç olarak, Avrupalı devletlerin kaçınılmaz gerçeklerle yüzleşmesinde, muhakkak ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin menfaatleri neyi gerektiriyorsa ve nasıl hareket kabiliyeti olmasını zorunlu kılıyorsa, öyle yapmalıdır. Nihayetinde, Türkiye’nin özellikle ikinci dünya savaşından uzak tutulması önemli bir diplomasi başarısıdır. Ne var ki, Türkiye tüm kurumlarıyla uluslararası sistemde Avrupalı bir devlettir, bu da Avrupa’nın Türkiye’den ayrı düşünülemeyeceğini göstermektedir. Her ne kadar Avrupa Birliği (AB) süreci farklı işliyor olsa bile, bu böyledir. Bundan dolayıdır ki, Avrupalı bir devlet olan Türkiye’nin uluslararası sistem içerisinde Rusya-Ukrayna savaşı kaynaklı olarak, bir tercih zorunluluğuna maruz kalmadan en az hasarla süreci atlatması zaruridir. Çünkü çok yakın bir zamanda ikinci dünya savaşının gelen ayak seslerini aynısını farklı veçhelerle Kıta Avrupa’sında göreceğiz, görülmektedir de. Ezcümle; Avrupalı devletlerin, tercihler ve zorunluluklar arasında bir girdap içerisinde oldukları apaçık ortadadır. Bu girdaptan çıkanlar ‘ulus-devlet’ olarak ilerleme sağlar, çıkamayanlar için Avrupa’nın yeni ve hazırlanmakta olan jeopolitik haritasında yok olma ve tarihin tozlu sayfalarında yer alma vardır. Avrupa siyasi tarihinin perspektifinde bunlar vardır.

Webinara
Kayıt Ol !

Son 2 Gün