Blog Yazılarımız

TUDPAM | Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi > Analizler > Güncel Gelişmeler Işığında Türk Dünyası

Güncel Gelişmeler Işığında Türk Dünyası

Doç. Dr. Kamelya Tekne

Kırklareli Üniversitesi, Tarih Bölümü, Akademisyen

Günümüz dünyasının koşullarında, harita üzerinde Türklerin yaşadığı her coğrafi birim Türk dünyasının bileşenidir. Bu perspektiften hareketle Türklerin, kendi tarihinin mimarı aktörler olarak geniş bir zaman dilimine ve mekâna yayılmış olan Türk dünyası olgusunu inşa ettikleri kabul gören bir gerçektir. Türk dünyası, dünyadaki güncel siyasi gelişmelerin istikameti doğrultusunda kritik süreçlerden geçmektedir. Bağımsız, özerk veya azınlık statüsüne sahip Türk yurtları ve toplulukları kendi bölgelerinde ve yine kendi öncelikleri olan problemlerle mücadele etmekle beraber, Türk dünyasının geleceği adına olumlu yönde gelişmeler de kaydedilmektedir.

“Dilde, Fikirde, İşte Birlik” ilkesinden yola çıkarak Türk dünyasının her noktasına ulaşma gayreti içinde olup tüm bileşenlerini bir araya getiren Türk Devletleri Teşkilatı (TDT), kapsayıcı ve yönlendirici faaliyetleri ile bütün Türk âlemine vizyon sunan çatı bir kurum hâlini almıştır. TDT gerçekleştirdiği her zirvede aldığı kararlar doğrultusunda Türk dünyasını ortak paydada buluşturma idealine bir adım daha yaklaşmaktadır. Aynı zamanda teşkilat bünyesinde barındırdığı TÜRKPA (Türk Devletleri Parlamenter Asamblesi), TÜRKSOY (Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı), Türk Kültür ve Miras Vakfı, Türk Akademisi, TTSO (Türk Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği) ve Türk Yatırım Fonu gibi ortaklarla eş güdümlü ve çok boyutlu bir gelişim modeliyle çalışmalarını sürdürmektedir.

TDT, 6 Kasım 2024 tarihinde, Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te düzenlediği toplantıda, teşkilat bayrağının mevcut tasarımını yeniden değerlendirerek ortak Türk tarihinden referans alan bir yaklaşımla bayrağın güncel formunu tayin etmiştir. Türk milletinin töresine gereği “bayrağın dalgalandığı her yer vatan toprağı” addedildiğinden, söz konusu görsel kimliğin derinliği, Türk devlet geleneğinin kodlarına işaret eden süreklilik prensibini vurgulamaktadır. Çünkü, Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’in de ifade ettiği gibi, “Bayrak koruyucu bir ruhtur. O, bir zaferdir. Bayrak kutlu ve mübarek bir kişi gibidir; kızar, sevinir, kırılır, düşerse onu tutanlar da yok olur. Kökü, dibi yerde; başı ise göklerde olan bir varlıktır. Gök’lerde enginleşir, yayılır, yücelir, milletlerin soyunun ve kökünün sembolüdür.

Diğer taraftan TDT, “Ortak Türk Alfabesi” meselesinde uzlaşma sağlanmasına zemin hazırlayarak Türk dünyası için önemli bir terakkiye vesile olmuştur. Ortak alfabeye geçiş Türk dünyasının uyanışını temsil eden “Ceditçilik” hareketi ve 26 Şubat-6 Mart 1926 tarihlerinde gerçekleştirilen I. Bakü Türkiyat Kurultayı’nın ruhunu âdeta yeniden harekete geçirecek bir motivasyonu temsil etmektedir. Tarihî tecrübeler değerlendirildiğinde, farklı etnik hâkim zümrelerin çatısı altında yaşamak durumunda kalan Türk topluluklarının geçmişten günümüze taşıdığı en belirgin problemlerin başında anadil ve bununla irtibatlı olarak alfabe meselesinin geldiği görülmektedir. TDT’ye üye devletlerin tarihî seyri mercek altına alındığında, Rusya esareti altında kalan bölgeler olduğu ve buna dayalı olarak anadil ve alfabe meselesinin temel problemler arasında yer aldığı bilinen bir gerçektir. Üstelik maruz kalınan esaretin Çarlık ve Sovyet rejimleri olmak üzere, iç içe geçmiş iki ayrı sistem dâhilinde ve uzun bir zaman dilimini kapsaması göz ardı edilemez bir olgudur. Bu nedenle anadilde yaşanan deformasyonun boyutu oldukça derindir. Aile muhiti istisna tutulmak kaydıyla, Türk dilinin kullanım alanının daraltılması ve kamusal alana Rusçanın hâkim olması bir iç mesele olmanın ötesinde, Türk dünyasının paydaşları arasında ortak iletişim kanalının yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakılması anlamını taşımaktadır.

Türk toplulukları üzerinde Çarlık Rusya dönemi ile başlayan Sovyet Rusya döneminde daha da keskinleşen dil politikaları ekseninde Türk dilinin tahribatı ve nihayetinde Kiril alfabesinin kamusal alana hâkim olmasının etkileri Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından da süre gelen ve günümüz Türk dünyası iklimine uzanan birtakım problemleri beraberinde getirmiştir. Büyük Türk dünyasının ortak geleceğe doğru yürüyüşünde “Ortak Türk Alfabesi” bu nedenle altın bir anahtardır. Merkezi, Kazakistan’ın başkenti Astana’da bulunan Türk Akademisi ile Türk Dil Kurumu iş birliğinde 9-11 Eylül 2024 tarihlerinde Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de Türk dünyası Ortak Alfabe Komisyonu’nun yapmış olduğu 3. toplantının sonucunda 34 harften oluşan ortak “Türk Alfabesi” önerisi üzerinde uzlaşma sağlanmıştır. Kabul edilen bu kararın uygulama alanı kazanması durumunda TDT’ye üye ülkeler arasında yakın gelecekte diplomasi, medya, süreli yayınlar, ders kitapları, akademik yayınlar gibi iletişim unsurlarının tamamında ortak bir platformun tesis edilmesi olasıdır. Bu sayede bilgi paylaşımı hızlanarak ortak Türk kimliği daha güçlü düzeyde pekişecektir. “Ortak Türk Alfabesi”nin kullanımı aynı zamanda Türk dünyasının uluslararası arenada ortak bir ses ile daha etkin bir aktör olarak varlık göstermesini sağlayacaktır. Bu aşamadaki önemli beklentilerden biri de Türk dünyasının geleceği olan genç nesillerin ortak anlayış ve değerler sistemi etrafında kenetlenmesidir.

Türk dünyasının çok parçalı dağılımı içerisinde, Doğu Türkistan ve Kırım’da yaşanan son gelişmeler, çözüme kavuşmamış problemlerin ve vahamet arz eden koşulların tezahürü olarak değerlendirilebilir. Bilindiği üzere büyük Türkistan coğrafyasının doğu kesiminde yaşayan Uygur Türklerinin varlığı, Çin Halk Cumhuriyeti tarafından fiili bir “özerklik” içermeyen bir yönetim yapısı altında yaşadıkları iddiasıyla uluslararası kamuoyuna sunulmaktadır. Oysaki bu coğrafyada Türklerin mezarı kazılmaktadır. Uygur Türkleri siyasi bir irade sergilemek şöyle dursun; anadil, din, eğitim, kültür gibi en temel insani haklardan ve değerlerden mahrum bırakılarak kendi öz yurdunda azınlık statüsüne indirgenmiş koşulların ağırlığı altında var olma mücadelesi vermektedir. Çin yönetimi, sözde üniter devlet yapısı adına Doğu Türkistan’ın Çin’e entegrasyonunu sağlama söylemiyle bölgeye Çinli göçmenleri yerleştirmeye devam etmektedir. İnanç olgusunun içeriğini dolduran tüm ibadetler, dini eğitim, dini yayınlar, kutsal günler, dini inanca uygun kılık-kıyafet gibi tüm unsurların yasaklanması ve bu yasakları ihlal eden Uygur Türklerinin akıl almaz yöntemlerle işkenceye maruz bırakılması söz konusudur. Ayrıca kamuoyuna eğitim merkezi olarak tanıtılan toplama kamplarına bir tehdit algısı içinde gördüğü Uygur Türkleri tutsak edilmektedir. Planlı doğum politikaları adı altında Uygur kadınları sağlıksız koşullarda zorunlu kürtaj operasyonlarına maruz bırakılarak Türk soyu yok edilmeye çalışılmaktadır. Doğu Türkistan, aynı zamanda Çin ekonomisi için küresel ölçekte ham madde temin eden ve Uygur Türklerinin zorla çalıştırıldığı bir sömürü alanıdır. Ayrıca Çin yönetimi Doğu Türkistan’da millî ve dini kimliğin açıkça ifade edilmesini “millî bölücülük” ve “dinî radikalizm” söylemiyle marjinalleştirerek, kendi politikalarına meşruiyet kazandırma çabası içindedir. Tam da bu nedenle Türklüğün beşiği Doğu Türkistan’da hakikatlerin bulanıklaştırıldığı bir iklimin hâkim olduğunu söylemek mümkündür. Bir yandan bu gelişmeler yaşanırken, Uygur Türklerinin tutsaklığa baş eğmeyen ruhunu temsil eden bir platformun mevcudiyetine değinmeden geçmek mümkün değildir. Oluşturulan platform Pekin’deki Minzu Üniversitesi’nde ekonomist olarak görev yapan Uygur Türkü Doç. Dr. İlham Tohti’nin, Doğu Türkistan davası yolunda sulh ve hukuk nezaretinde çözüm arayan hak arayışı karşısında müebbet hapse mahkûm edilmesine bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. “İlham Tohti İnisiyatifi” adıyla anılan platformun girişimleriyle Doç. Dr. İlham Tohti’nin 2025 yılı Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmesi için uluslararası akademik toplum davet edilmiş ve son derece anlamlı bu davete Türkiye Cumhuriyeti’nden akademisyenler oldukça geniş bir katılımla destek vermiştir.

Türk dünyasının güncel meselelerinin öncelikli bölgelerinden biri olan Kırım ise Rusya-Ukrayna Savaşı’nın jeopolitik mücadele sahası konumundadır. Rusya’nın, Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne ve egemenliğine göz dikmesi üzerine yaşanan siyasi krizin ardından 16 Mart 2014 tarihinde, Kırım Özerk Cumhuriyeti’nde silahların gölgesinde gerçekleştirilen sözde referandum sonucunda çok uluslu yapıya sahip Kırım Özerk Cumhuriyeti ve özel statüye sahip Sivastopol şehri Ukrayna’dan ayrılarak Rusya Federasyonu’na bağlanmıştır. Sözde referandum, Kırım Tatar Millî Meclisi’nin çağrısına riayet edilerek Tatar Türkleri tarafından boykot edilmiştir. 18 Mart 2014 tarihinde Rusya Federasyonu’na bağlanan Kırım’da, Tatar Türklerinin siyasi liderleri ile kanaat önderlerinin yarımadaya girişi yasaklanmıştır. Ayrıca Kırım’ın işgalini protesto edenler, Rusya’nın insan hakları ihlalleri ile dolu politikalarını eleştiren Tatar Türkleri ya tutuklanarak hapis cezasına çarptırılmışlar ya da kimliği belirsiz kişilerce kaçırılarak akıbeti belirsiz şekilde ortadan kaybolmuşlardır. Bununla birlikte Kırım’da faaliyet gösteren hemen hemen bütün medya organları yasaklanmıştır. 2014 yılından itibaren ATR (Kırım Tatar Millî Televizyonu) ve Kırım Haber Ajansı (millî haber ajansı) başta olmak üzere medya kuruluşlarının faaliyeti durdurularak internet sitelerine erişim engeli konulmuştur. Anlaşılacağı üzere Kırım’ın ilhakı, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın tetikleyicisi olup, Rusya Federasyonu’nun bu süreçteki eylemleri, tarihî bağlamda Kırım Tatarlarına uyguladığı baskı ve kontrol yöntemleriyle benzerlik arz etmektedir. Dünya çapında en büyük Kırım Tatar diasporasına sahip olan Türkiye Cumhuriyeti’nde faaliyet gösteren Kırım Tatar dernek, vakıf ve platformları savaş bölgesinden göç etmek durumunda kalan Kırım Tatarı kardeşlerimize destek olurken, Kırım davasını Türk ve dünya kamuoyunun gündeminde tutmaya yönelik etkili faaliyetlerde bulunmaktadır.  Bu faaliyetlerin yakın dönemde karşılığını bulduğu en önemli gelişme, Kırım Tatar Millî Meclisi Başkan Yardımcısı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin girişimleriyle, 29 Haziran 2024 tarihinde Rusya ile Ukrayna arasında gerçekleştirilen esir takası sonucunda esaretten kurtulan Nariman Celal’in, Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy tarafından Aralık 2024’te Ukrayna’nın Ankara Büyükelçiliği’ne atanmasıdır. Bu atama kararı Türkiye Cumhuriyeti ile Ukrayna arasındaki ilişkileri güçlendirecek bir geleceğin öncülüğünü yapmaktadır.

Türk dünyasının gündemini oluşturan bir başka konu şudur: Azerbaycan Cumhuriyeti’nin 2020 yılında 44 günlük savaş sonucunda elde ettiği Karabağ Zaferi ve bu zaferin Azerbaycan’ın Kafkasya coğrafyasındaki bölgesel nüfuzunu pekiştiren sonuçları ile bağlantılıdır. Karabağ Zaferinin kazanımlarından biri olarak Zengezur Koridoru projesinin hayata geçirilmesi durumunda bölgedeki güvenlik, ulaşım ve ticaretin yeniden şekillenmesinin yanı sıra sadece Azerbaycan’ın değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin de bölgesel ve küresel ölçekte etkinliğini artıracak avantajlar sağlayacağı ön görülmektedir. Karabağ Savaşı’nın nihayete ermesiyle imzalanan ateşkes anlaşmasının 9. maddesine dayanarak, coğrafi bir bariyerin ortadan kalkması anlamını taşıyan Zengezur Koridoru projesinin devreye girmesi durumunda “Türk Koridoru” olarak adlandırılması sembolik öneme haiz bir talep olarak değerlendirilmelidir.

Fotoğraf: Anadolu Ajansı

Not: Bu makale, Dış Bakış dergisinin Şubat 2025 sayısında yayınlanmıştır.

Webinara
Kayıt Ol !

Son 2 Gün