Kaan Öztoprak
TUDPAM Araştırmacısı
Haber
“Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Kıbrıs özel elçisi Maria Angela Holguin Cuellar’ı Ankara’da kabul etti.” (Bugün Kıbrıs, 06.05.24)
TUDPAM Haber Analiz
BM Genel Sekreteri Guterres’in henüz ocak ayında Kıbrıs sorunu özelinde şahsi temsilcisi olarak atadığı Cuellar, yıl başındaki yoğun temaslarının ardından soruna dahil birincil ve ikincil taraflarla görüşmeler yapmaya devam ediyor. Bu doğrultuda geçtiğimiz hafta Paris ve Berlin’de temaslarda bulunan diplomat, yıl başında yaptığı ziyaretin üstüne geçtiğimiz günlerde tekrardan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’la görüşmek amacıyla Ankara’ya geldi. Her ne kadar toplantının detaylarıyla ilgili bir açıklamada bulunulmasa da tahmin etmesi pek zor değil. Elçi, tarafların nabzını yoklayarak 2017 yılında Crans Montana’da sonlanan barış görüşmelerini tekrardan masaya taşımaya çalışıyor. Yine de çözüm, 1950’lerden bu yana etkisi arttıran ve tarafları savaşa dahi sürükleyen anlaşmazlıkların yanı sıra son dönemde KKTC yönetiminde yaşanan değişikler de göz önünde bulundurulduğunda dünden daha erişilebilir bir noktada gözükmüyor.
Ardı arkası kesilmeyen barış çabalarının arasında Kuzey Kıbrıs resmî kaynakları, sorunun çıkmazdan kurtarılması için insan hakları temeline dayanarak hareket edilmesi gerektiğini vurguluyor. Kıbrıs Cumhuriyeti lideri Hristodulidis’in kuzeydeki Türk varlığına yönelik geçtiğimiz aylarda açıkladığı on dört maddelik paketin adada nihai çözüm hedefinden uzak olduğunu belirten yetkililer, Türklere karşı tutunulan işgalci azınlık yargısından dönülmedikçe ortak refah alanı yaratmaktan bahsedilemeyeceğini söylüyor. Bu noktada Rum tarafının yayınladığı bildirinin zamanlaması oldukça manidar. Zira birkaç yıl öncesine kadar Annan planına benzer bir federasyon görüşünü destekleyen KKTC Eski Cumhurbaşkanı Akıncı’ya karşı maksimalist taleplerle gelerek kendisini caydıran Rum yönetimi, şimdileri Türk tarafında çark eden siyasi ibreyi karşısına alacak şekilde birleşmeci bir tavır içerisine girmekte. Diğer yandan adadaki çözümün birleşik bir devletten ziyade iki toplumlu özerklikten geçtiğini düşünen günümüz KKTC yetkilileri, Türk varlığının görünürlüğü arttırmak ve sesini duyurmak amacıyla uluslararası ortamdaki hamlelerine devam ediyor. Bu doğrultuda geçtiğimiz hafta İslam İş Birliği Teşkilatı’nın son toplantısına katılan Kuzey Kıbrıs Türk heyeti, BM’den sonra bir organizasyona daha gözlemci statüsüyle dahil oldu. Anlaşılan o ki KKTC yönetimi, Türk tarafıyla tam uyum içerisinde adadaki insan hakları ihlaline dayanan endişeleri uluslararası arenaya taşımayı ve kendi üzerlerindeki çağdışı olarak niteledikleri yaptırımları kaldırmayı hedefliyor. Bu da şüphesiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin egemen bir devlet olarak tanınmasına giden yolu açacak ilk adım. Ne var ki batının bu çağrılara karşı ne kadar iki yüzlü bir politika izlediği aşikâr. İnsan hakları özelinde değerlendirecek olursak mevzubahis Ukrayna olduğu zaman ortaya konan sağduyunun aksine aylardır gündemden düşmeyen Gazze saldırıları için ne kadar sönük ve geç adımların atıldığı malum. Kıbrıslı Türk varlığının da batı medyasında öncelikli bir yere sahip olmadığı su götürmez bir gerçek. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Tatar ve izlenilen politikanın beklentileri karşılayacağını düşünmüyorum. Her iki tarafı da caydıracak koşulların yaratılmadığı bir ortamda ‘Kıbrıs Şahsi Elçisi’ olarak göreve yeni başlamış Cuellar’ın bahsedilen girişimleri henüz baştan ölü doğmuş denebilir. Kendisinin umut dolu açıklamalarının aksine adada Türk ve Rum toplulukları için kısa vadede varılacak kalıcı bir barış ortamını yaratmak ne yazık ki uzak bir ihtimal.