Kaan Öztoprak
TUDPAM Araştırmacısı
Haber
Hannover kentindeki Türkiye Başkonsolosluğu’na PKK yandaşları saldırı düzenledi. Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, “İlgili ülkelerden beklentimiz, terör örgütü destekçilerinin eylemlerine izin verilmemesi ve saldırganların bir an önce adalet önüne getirilmesidir.” denildi. (NTV, 27.03.24).
TUDPAM Haber Analizi
Geçtiğimiz günlerde Brüksel’de yaşanan terör girişimini takiben bugün, Türklerin yoğun olarak yaşadığı Hannover şehrinde bulunan Türkiye Başkonsolosluğu’na da gece saatlerinde fiili bir saldırı gerçekleştirildi. Çekilen ve daha sonrasında sosyal medyada paylaşılan görüntülerden anlaşılıyor ki terör örgütü propagandası yapmakta olan PKK partizanları, yalnızca konsoloslukla kalmayıp Türk mahallelerinde maddi hasara sebebiyet verecek taşkınlıklarda bulundular. Benzeri terör eylemlerinin Belçika ve Almanya’nın ardından Avrupa’daki farklı bölgelere de taşmaması adına Türk Dışişleri Bakanlığı devreye girerek konuyu üst düzeyde takibe aldı. Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Schulz ile yapılan görüşmenin ardından bir kınama mesajı yayınlayan Dışişleri sözcüsü Wagner, ülkelerinde şiddetin kimden geldiğine bakmaksızın yerinin olmadığına ve suçluların hukuk önüne getirileceğine dair vurgu yaptı.
Tüm bu sağduyulu açıklamalara rağmen geçmişten günümüze Avrupa’daki Türk toplumunun huzurunu bozmaya yönelik farklı örgütlerce gerçekleştirilen eylemlerini görmek mümkün. 60’lı yıllardaki işçi göçlerini takiben fazlasıyla göç alan kuzey Almanya bölgesi ise bu tarz olayların yoğunlaştığı yerler arasında geliyor. Her ne kadar birçok Avrupa devleti gibi Almanya da PKK’yı bir terör örgütü olarak tanısa da sahada bu konuyla ilgili attığı adımların Türkiye’nin beklentilerini ne derece karşıladığı tartışma konusu. Zira Almanya’nın günümüzdeki üç istihbarat servisinden biri olan BfV’nin tahminlerine göre on beş bine yakın PKK sempatizanının mülteci popülasyonu olarak ülkede oturma izinleri olduğu söyleniyor. Bu kitlenin ve belki daha fazlasının, büyük bir çoğunluğu 1980 darbesi sonrasında Türkiye’den kaçan politize Kürtlerden oluşuyor. Tabii o dönem bu koşulları fırsat bilen terör örgütü PKK, diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Almanya’da da güçlü bir teşkilatlanma sağlayarak elini kuvvetlendirmişti. Günümüze kadar geçen süreçte Alman hükümetinin ayrılıkçı görüşe sahip bu azınlık gruba karşı tutunduğu tavır bekleneceği üzere siyasi çıkarlarına paralel şekilde geliştirilmişti. Günümüz Alman federal meclisinde çoğunluğu elde tutan sosyal demokrat, yeşil ve sol görüşü temsil eden partilerin insan hakları ve ifade özgürlüğü noktasındaki hassasiyetlerini görmezden gelerek perde arkasına daha rahat bakılabilir. Düşünceme göre Alman hükûmeti, her ne kadar bu tedirginliğini uluslararası medyaya yansıtmasa da PKK nezdinde attığı caydırıcı adımların ters tepmesinden çekiniyor. Diğer yandan bu nüfus aracılığıyla kurtlar sofrası Orta Doğu’da arka bahçe elden eden devletlerden biri olma ayrıcalığını da sağlıyor. Bu durum PKK sempatizanı barındıran tüm diğer ülkeler için de geçerli. Dolayısıyla Türkiye’nin bu konuda samimi duygulara ve kararlılığa sahip bir müttefik bulması ihtimalini düşük görüyorum. Ancak yine de İsveç’in NATO üyeliği sürecinde elde edilen kazanımlarda olduğu gibi birtakım kozlar kullanılarak terör örgütünün Avrupa’da Türk nüfusuna yönelik gerçekleştirdiği eylemlere karşı daha somut adımların atılması sağlanabilir. Tam da bu yüzden Türkiye, her koşulda bu kozlardan tam anlamıyla yararlanmayı bilmesi gereken bir pozisyonda olmalıdır.