2000 Sonrası Türk Dış Politikası: Stratejik Çıkarlar ile İdeolojik Çıkarların Çatışması
2000 yılı sonrasında Türk dış politikası, özellikle AK Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte önemli bir dönüşüm geçirmiştir. Bu dönüşüm, Türkiye’nin hem iç hem de dış politikasındaki değişimlerle yakından ilişkilidir. Ancak, bu değişimler sırasında Türkiye’nin stratejik çıkarları ile ideolojik çıkarları arasında ciddi bir çatışma yaşanmış ve bu çatışma Türk dış politikasının etkinliğini sınırlamıştır.
Bu çalışmada, Türkiye’nin dış politikasındaki bu dönemi analiz ederken, stratejik ve ideolojik çıkarların nasıl çatıştığı ve bu çatışmanın Türkiye’nin Orta Doğu’da ve dünya genelinde nasıl konumlandığına odaklanacağız. Aynı zamanda Türkiye, Rusya ve Batı arasında sıkışmış gibi görünse de bu durumu kendi çıkarlarına göre yönlendirme kapasitesine sahip olduğunu ele alacağız.
2000 Sonrası Türk Dış Politikası: Teorik ve Pratik Çatışma
Türkiye’nin 2000’li yıllardan sonra uyguladığı dış politikada özellikle Ahmet Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” doktrini önemli bir kırılma noktası yaratmıştır. Bu doktrin, Türkiye’nin tarihsel ve coğrafi bağlarını yeniden değerlendirerek, ülkeyi bir bölgesel güç haline getirme amacını taşıyordu. Ancak, bu teori pratikte bölgenin konjonktürüne uymadı. Özellikle Orta Doğu’daki iç savaşlar, jeopolitik gerilimler ve uluslararası ilişkilerin karmaşıklığı, Türkiye’nin bu stratejiyi uygularken ciddi zorluklarla karşılaşmasına neden oldu.
Bu dönemdeki en önemli dönüm noktalarından biri, Türkiye’nin Suriye iç savaşına doğrudan taraf olarak Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sürdürdüğü tarafsızlık politikasını terk etmesiydi. Türkiye, Beşar Esad rejiminin düşmesini bekleyerek Suriye’de aktif bir rol oynamayı hedefledi, ancak bu politika hem iç güvenliği tehdit etti hem de uluslararası ilişkilerde Türkiye’yi zor duruma soktu.
Eğer Türkiye, bu süreçte daha itidalli davransaydı, yani taraf olmadan arabuluculuk rolü üstlenseydi, Esad’ın düşmediği senaryoda bile Orta Doğu’da daha güçlü bir aktör olarak kalabilirdi. Suriye’yi doğrudan bir çatışma sahasına dönüştürmek, savaşı Türkiye sınırlarına taşımış oldu. Suriyeli mülteciler ve terör tehdidi bu politikanın olumsuz sonuçları arasında yer aldı. Suriye’nin tampon bölge olarak kalması, Türkiye’nin güvenliği ve bölgesel çıkarları açısından çok daha faydalı olabilirdi.
Türkiye’yi Bu Duruma Getiren Gizli Aktörler
Türkiye’nin Suriye politikasında aktif bir rol almasına yönelik kararlar, sadece iç dinamiklerle açıklanamaz. Bu noktada birçok dış etkenin de Türkiye’yi bu yola teşvik ettiğini söylemek mümkün. Görünürde bu politikaları Ahmet Davutoğlu’nun şekillendirdiği bilinse de arka planda Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başta olmak üzere Batılı güçlerin teşvik edici bir rol oynadığı düşünülebilir. Özellikle ABD, Arap Baharı ile Orta Doğu’da rejim değişikliklerini destekleyen bir politika izledi ve Türkiye bu politikayla uyumlu hareket etti.
ABD’nin Orta Doğu’daki varlığı, büyük ölçüde İsrail’in güvenliğine dayanmaktadır. Barack Obama yönetimi ile ABD, stratejik odağını Pasifik bölgesine kaydırmış olsa da İsrail’in güvenliği ABD için vazgeçilmez bir öncelik olmaya devam etmiştir. 1996 yılında İsrail’in stratejik çıkar alanını Türkiye’yi de içine alacak şekilde genişletmesi, bölgedeki dengelerin değiştiğinin bir göstergesiydi. Bu gelişmeler Türkiye’nin de Orta Doğu’daki politikasını etkiledi ve Suriye’deki rejim değişikliğine yönelik baskılar arttı.
Ancak Türkiye’nin bu süreçte bağımsız bir dış politika izleyip izlememesi gerektiği de önemli bir soru işareti olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye, bu dönemde daha bağımsız bir yol izleseydi, belki de daha az zarar görürdü. Bu sorunun cevabı, Türkiye’nin bölgedeki büyük güçler arasında bir denge kurma kapasitesine dayanıyor.
Stratejik Çıkarlar ile İdeolojik Çıkarların Çatışması
Türkiye’nin 2000 sonrası dış politikasında en önemli sorunlardan biri, stratejik çıkarlar ile ideolojik çıkarlar arasındaki çatışma olmuştur. Bu çatışma, Türkiye’nin hem Batı ile olan ilişkilerinde hem de Orta Doğu’da yaşadığı sorunların temel nedenlerinden biridir. Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren statükocu bir dış politika benimsemiş ve bu politikayı büyük ölçüde stratejik çıkarlarını korumak için kullanmıştır. Ancak, 2000’li yıllardan sonra bu statükocu politika kısmen terk edildi ve ideolojik temelli bir dış politika ön plana çıktı.
David Munton’a göre dış politika, amaçsal değildir. Yani dış politika salt kurgulanmış amaçlarla açıklanamaz. Bunun yerine, iç ve dış yapıların etkisiyle şekillenir ve olaylar üzerinden analiz edilmelidir. Türkiye’nin bu dönemdeki dış politikası da olaylar üzerinden değerlendirilmelidir. Bu yüzden, Türkiye’nin ideolojik çıkarlarını stratejik çıkarlarının önüne koyduğu birçok olayda, uzun vadede zarar gördüğünü söylemek mümkündür.
Özellikle Suriye politikası, Türkiye’nin stratejik çıkarlarını ideolojik çıkarlar uğruna feda ettiği bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğer Türkiye, geleneksel denge politikasını sürdürseydi ve ideolojik bir hedef peşinde koşmasaydı hem kendi güvenliği açısından hem de bölgesel gücü açısından çok daha avantajlı bir konumda olabilirdi.
Rusya ve Batı Arasında Sıkışmak: Bir Tercih mi Zorunluluk mu?
Türkiye’nin son yıllarda karşılaştığı en büyük dış politika zorluklarından biri, Rusya ve Batı arasında bir denge kurma zorunluluğudur. Ancak bu durumu bir zorunluluk değil, bir tercih olarak görmek mümkündür. Türkiye, jeopolitik konumu gereği birçok fırsata ve tehdide sahip bir ülkedir ve majör kazançlar için minör kayıpları göze alabilir. Bu da Türkiye’nin manevra kabiliyetini artırır.
Rusya’nın yayılmacı politikalarına karşı Türkiye; Gürcistan, Ukrayna, Suriye’nin kuzeyi ve Libya gibi bölgelerde tampon alanlarla karşı karşıya kalmıştır. Bu bölgeler, Türkiye’nin güvenliğini koruma amacı güderken aynı zamanda Rusya’nın sınırlarına ulaşmasını engellemek için stratejik bir hamle olarak değerlendirilebilir.
Özellikle son dönemde ABD’nin Yunanistan üzerinden bölgeye yığınak yapmasına izin vermek, Türkiye’nin bölgedeki gerginliği azaltma yönündeki bir stratejik hamlesi olarak görülmelidir. Türkiye, bu adımıyla hem Batı ile stratejik ortaklığını sürdürmekte hem de Rusya’ya karşı denge kurmaktadır. Bu tür politikalar, Türkiye’nin stratejik ve ideolojik çıkarlarının örtüştüğü durumlarda başarılı olmaktadır.
Sonuç: Eşgüdümlü Dış Politika ve Türkiye’nin Geleceği
Türkiye’nin 2000 sonrası dış politikasında stratejik ve ideolojik çıkarların çatışması, ülkenin hem iç hem de dış dinamiklerini ciddi şekilde etkilemiştir. Türkiye, tarih boyunca statükocu bir politika izlerken, 2000’li yıllardan sonra bu statükoyu kısmen de olsa terk ederek ideolojik temelli bir politika izlemeye başlamıştır. Ancak bu değişim, uzun vadede Türkiye’nin stratejik çıkarlarına zarar vermiştir.
Türkiye; Rusya ve Batı arasında sıkışmış gibi değerlendirilse de, bu durumu bir zorunluluk değil, bir tercih olarak görülmelidir. Jeopolitik konumu gereği Türkiye, stratejik çıkarlarını korumak için farklı cephelerde tampon bölgeler oluşturmuş ve bu sayede manevra kabiliyetini artırmıştır.
Sonuç olarak, Türkiye’nin gelecekte daha etkili bir dış politika izleyebilmesi için stratejik ve ideolojik çıkarlarını daha iyi bir şekilde dengelemesi ve analiz etmesi gerekmektedir. Eğer Türkiye, bu çıkarları eş güdümlü bir şekilde yürütmeyi başarırsa hem bölgesel hem de küresel anlamda daha güçlü bir aktör haline gelebilir.