Enerji üretimi, devletler için modern dönemin en büyük meselelerinden birisidir. Bunun sebebi, teknoloji üretiminin ve ekonomik kalkınmanın enerjiye bağlı olmasıdır. Ayrıca dışa bağımlılığın azalması için ülkelerin kendi enerjilerini üretmesi elzemdir. Bu sebeple birçok ülke özellikle son 200 yıldır enerji kaynaklarına ulaşımını kolaylaştırmak için birbiriyle mücadele hâlindedir. Bu durum, Türkiye için de çok farklı değildir. Petrol ve doğal gaz yatakları bakımından fakir bir ülke olan Türkiye, enerji ihtiyacının yaklaşık %70-75’ini ithalat yoluyla karşılamaktadır. Bu durum, doğal olarak Türkiye’nin enerji üretiminde alternatiflere yönelmesine sebep olmaktadır. Bu alternatiflerden birisi de nükleer enerji üretimidir.
Nükleer Enerjinin Özel Olmasının Sebepleri
Nükleer enerjinin üretildiği nükleer santraller var olduğundan beri toplumların farklı kesimleri tarafından hem desteklenmiş hem de eleştirilmiştir. Eleştirilerin ana sebeplerinden birisi nükleer santrallerin tehlikeli yapılar olduğu ve olası bir kazada sonuçlarının felaketlere yol açabileceği ihtimalidir. Ayrıca nükleer santrallerin oluşturduğu radyoaktif atıkların varlığı çevreci kesimleri rahatsız etmektedir. Bunlara ek olarak nükleer santrallere sahip olmanın ülkelere nükleer silahlar için altyapı sağlayacağı fikri de gelen eleştiriler arasındadır. Son olarak ise yenilenebilir enerjiler yerine nükleere destek verilmesine karşı bir duruşun var olduğu söylenebilir.
Öncelikle teknolojinin hızla ilerlediği bu dönemde nükleer santrallerin de gün geçtikçe donanımsal açıdan geliştiğini belirtmekte fayda vardır. Yani güvenlik ile ilgili sorunlar, santrallere yapılan düzenli kontroller ve son teknoloji materyallerin kullanımıyla engellenebilir. Burada kontrollerin düzenli olmasının sağlanması açısından ülkelerin nükleer konusunda uluslararası arenada imzaladığı anlaşmalar önemlidir. Bu konuda Türkiye, 1957 yılında “Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) İle İş Birliği” anlaşmasını imzalayarak IAEA’nın denetimine açık bir ülke hâline gelmiştir. Bu da Türkiye’de kurulan veya kurulacak santrallerin uluslararası kuruluşlar tarafından denetleneceği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Türkiye, güvenli santrallerin inşası için elinden geleni yapmak zorundadır. Bu sebeple güvenlik konusunda ortaya çıkabilecek eksikliklerin giderilmeye çalışıldığı görülmektedir. Nükleer enerji üretimine karşı diğer bir eleştiri olan radyoaktif atıkların varlığı konusunda geri dönüşüm tesislerinin kurularak faaliyete sokulması çok önemlidir. Bu, Fransa ve Japonya gibi enerji ihtiyacının önemli bir kısmını nükleer enerjiden karşılayan ülkelerin uyguladığı yöntemlerden birisidir.
Yukarıdaki paragrafta eleştirilerden üçüncüsü olan nükleer silahlara sahip olma tehdidi, nükleer enerji üretebilen tüm ülkeler için var olan bir potansiyeldir fakat bu durum ancak uluslararası anlaşmalar ile çözümlenebilir. Türkiye bu konuda da Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’nı (NPT) 1958 yılında imzalayan ülkelerden biri olarak nükleer silah karşıtlığında ilk adımları atan ülkelerden biridir. Ayrıca yenilenebilir enerjinin nükleere karşı tercih edilebileceği düşüncesine karşı olarak yenilenebilir enerjinin nükleer enerji kadar mevsime veya hava durumuna bakılmaksızın sürekli olarak enerji üretebilen bir enerji çeşidi olmadığının belirtilmesinde fayda vardır. Kısaca nükleer enerjinin az kaynakla çok fazla enerji üretebilmesi ve bunu mevsim ve hava durumu fark etmeksizin sürekli olarak yapabilmesi onu hem petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtlardan hem de güneş paneli ve rüzgâr türbini gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından daha ön planda tutmaktadır.
Türkiye’nin Nükleer Enerji İle Olan İlişkisi
Takvimler 1973’ü gösterdiğinde Türkiye, 80 MW kapasiteli ilk nükleer reaktörünü kurmaya karar verdi. Bunun için hedef il Mersin’di ancak bu plan mali planlamanın sağlanamaması sebebiyle iptal oldu. 1998 ve 2000 yıllarında başka girişimler de oldu ancak dönemin siyasi ortamının hareketliliği ve istikrarlı hükûmetlerin bulunmaması bu projelerin de rafa kalkmasına sebep oldu. Daha sonra 2006 yılında Türkiye’nin üç adet nükleer santral kurmaya yönelik projesi açıklandı. Bu projelerden birisi Mersin’e diğeri ise Sinop’a kurulacakken üçüncünün yeri belli değildi. Sonraları üçüncü santralin İğneada’ya kurulacağı açıklandı.
Mersin’in Akkuyu ilçesinde inşa edilecek santral için Rus Rosatom şirketi ile Türkiye 2010 yılında anlaştı. Sinop’taki Nükleer Güç Santrali için ise Türkiye Japonya ile bir anlaşma yapmıştı ancak projenin beklenilenden daha yüksek maliyete sebep olacağı düşünüldüğünden Japonlar anlaşmadan çekildi. Bakan Bayraktar’ın 16 Temmuz 2024’te yaptığı açıklamalara göre şu an Sinop’taki santralin inşası için Rusya’nın, İğneada’daki üçüncü santralin yapımı içinse Çin’in avantajlı konumda olduğu söylenebilir.
Nükleer Enerjinin Türkiye’ye Katacağı Potansiyel Yararlar
Türkiye’nin nükleer santral inşası konusuna önem vermesinin birçok sebebi vardır. Bunlardan ilki nükleer enerji üretiminin Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığını ciddi oranlarda azaltabilecek kapasiteye sahip olmasıdır. Her ne kadar Türkiye nükleer enerjinin üretilmesini sağlayacak uranyumu ithal edecek olsa da nükleer enerji üretimi için petrol veya doğal gaz gibi yüksek oranlarda hammadde ithalatı gerekmemektedir. Dolayısıyla nükleer enerji kullanımının yaygınlaşması Türkiye’nin kendi enerjisini üretmesine katkıda bulunacaktır. Kendi enerjisini üretebilen bir ülke olarak Türkiye kendini daha güvenli bir noktaya taşımış olacak ve bu sayede uluslararası ilişkilerde daha özgüvenli bir pozisyona sahip olabilecektir. Ayrıca üretilen bu santraller ile istihdam sağlanacak, önceden ithalat için harcanılan kaynaklar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına verilecektir. Tüm bunlara ek olarak nükleer santrallerin sürekli çalışır durumda olması, onların yenilenebilir enerjilerden daha önde bir üretim çeşidi olmalarına sebep olmaktadır. Nükleer santraller sayesinde Türkiye herhangi bir hava koşuluna bağlı kalmadan kendi enerjisini üretebilecektir.
Sonuç
Sonuç olarak; nükleer enerjinin 20. yüzyılın ortalarından itibaren büyük önem kazandığı bir dönemde Türkiye’de bu önemli üretim çeşidini kendi bünyesine katmak istemektedir. Bu durum çeşitli eleştirilere sebep olsa da nükleer santrallerin ürettiği enerjinin verimliliği, bu santrallerin getirdiği negatif etkileri kabul ettirebilecek seviyededir. Bu sebeple Türkiye’de 1970’lerden beri kendi santralini kurmak için bir uğraş içerisindedir. Bu uğraşlar günümüzde meyvesini vermektedir ve bu sayede Türkiye kendisine ait santrallere sahip olarak daha güvenli ve daha bağımsız bir şekilde enerji ihtiyacını karşılamayı hedeflemektedir. Bu hedefler nihai amacına ulaştığında tüm bu sürecin Türk milleti için faydalı olacağı düşünülmektedir.
Kaynakça
Çelikel, E., Çakır, M. Ö., & Temizer, M. (2015).Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alaboyun AA Editör Masası’na konuk oldu. Anadolu Ajansı.
Kabakcı, F. (2023). Türkiye 2. nükleer santral için Güney Kore ve Rusya, 3. santral için Çin ile görüşüyor. Anadolu Ajansı.
Kar Onum, N. (2024). Turkey’s nuclear journey. Anadolu Agency.
Özel, G. E. (2016). Turkey’s nuclear issue: The past and future dynamics. Energy Policy Turkey, 2, 94-103.
World Nuclear Association. (n.d.). Nuclear power in Turkey. World Nuclear Association. https://l24.im/YjOXW
Yetkin, M. (2019). Japonlarla Sinop nükleer santral projesi durdu: Erdoğan açıkladı. Yetkin Report.