Blog Yazılarımız

TUDPAM | Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi > Analizler > Türkiye’nin Suriye Politikasına Yönelik Yanılgıların Çözümlemesi

Türkiye’nin Suriye Politikasına Yönelik Yanılgıların Çözümlemesi

Enes Kılıç

Araştırmacı & Amerika Uzmanı

TUDPAM yazarı ve Amerika Uzmanı Enes Kılıç Türkiye Today için mülakat gerçekleştirmiştir. Bu mülakatta Suriye’ye yönelik Türk Dış Politikasına dair yanlış algılar ele alınmıştır. İlginize sunarız.

Türkiye’nin Suriye Politikasına Yönelik Yanılgıların Çözümlemesi

Esad rejiminin çöküşü, Suriye’de bir güç boşluğu yarattı. Türkiye’nin bu boşluğu doldurma rolü, hem umut hem de endişeli yaklaşımlarla karşılandı. Sadece 20 gün içinde Türkiye, Suriye’nin Esad sonrası geleceğini şekillendiren kilit bir aktör olarak öne çıktı. Ancak uluslararası anlatılar, Ankara’nın yaklaşımını sıklıkla yanlış yorumluyor.

Son dönemdeki değerlendirmeler, Türkiye’yi ya neo-Osmanlıcı bir güç olarak ya da İran değerlendirmelerinden doğan bir İran ekseni analojisiyle Sünni bir güç olarak tanımlıyor.

Bu yorumlar, Türkiye’nin dış politikasındaki pragmatizmi ve son on yıldaki iç ve dış politika evrimini göz ardı ediyor. Türkiye’nin yaklaşımını sadece mezhepçi veya ideolojik çerçevede ele almak, Ankara’nın ideolojik üstünlük yerine pragmatizm ve iş birliğine odaklanmasını kaçırılmasına ve yanlış anlaşılmasına sebep oluyor. Bu yanlış algılara güzel bir ters örnek, Türkiye’nin Esad’a son günleri gelmeden önce dahi müzakere teklifinde bulunmasıydı. Türkiye’yi İran’ın Şii ekseniyle benzeştirmeye çalışan analizler, Ankara’nın Azerbaycan’daki güçlü varlığını, Irak’taki Türkmen gruplara yönelik açılımlarını ya da Suriye’deki ittifaklarının yakınlığını açıklamakta dahi zorlanıyor.

Türkiye’nin artan etkisi, Osmanlı dönemi topraklarını canlandırmaktan çok Orta Asya’da yatırım odaklı bağlantılar gibi ideoloji ile desteklenmiş ekonomik ortaklıklar ve çıkarlar üzerinden ilerlediğini gösteriyor.

Realpolitik

Türkiye’nin dış politikası son on yılda önemli bir dönüşüm geçirdi. Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu dönemindeki neo-Osmanlıcı yaklaşımdan daha esnek ve pragmatik bir stratejiye evrildi. Bu değişim, Arap Baharı’ndan alınan dersler, ideolojik politikaların yol açtığı bölgesel gerilimler ve Türkiye’nin iç siyasi dinamiklerindeki değişimlerle şekillendi.

İstanbul merkezli düşünce kuruluşu EDAM‘ın direktörü ve Carnegie Europe’un kıdemli analisti Sinan Ülgen, Türkiye Today’e özel açıklamalarda, bu dönüşümün neden önemli olduğuna şu sözlerle dikkat çekti:

“Türkiye’nin dış politikasının ideolojik olup olmadığını sorgulamak mühim. Arap Baharı dönemindeki ilk politikalar güçlü bir ideolojik unsur taşıyordu ve bu, Türkiye’nin bölgedeki ilişkilerine zarar verdi. Ancak bugün Ankara’nın Suriye’ye yaklaşımı daha az ideolojik görünüyor. Hükümetin kamuoyuna verdiği mesajlar, ulusal çıkarları ön planda tutuyor ve Suriye’nin yönetim sorunlarını pragmatik bir şekilde ele almayı hedefliyor.”

Ülgen, Türkiye’nin ideolojik üstünlükten ziyade istikrar ve ekonomik yeniden yapılanmaya odaklanmasının bu pragmatik yaklaşımı vurguladığını belirtti. Ancak, Suriye’nin geçiş sürecinde bu ideolojik olmayan odaklanmayı sürdürüp sürdüremeyeceğinin kritik bir dönemeç olduğunu da not etti.

“Türkiye, durumu objektif bir şekilde değerlendirmeye devam etmeli ve Suriye’nin geçiş hükümetine kapsayıcı bir yönetim benimsemesi için baskı yapmalı. İdeolojik endişeler ilerlemeyi sekteye uğratabilir ve bu durum, siyasi İslam’ın baskın olduğu bir yapının ortaya çıkmasına yol açabilir. Bu da istikrarı tehlikeye atabilir,” diye ekledi.

Benzer kaygıları paylaşanlar var. BUPAR Araştırma Başkanı Onur Alp Yılmaz, Türkiye Today’e verdiği röportajda şu uyarılarda bulundu: “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad Al Sani ile görüşmesi ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın’ın Emevi Camii’nde görülmesi, Arap Baharı dönemine ait algıları yeniden canlandırıyor.”

Bölgesel Tepkiler

Türkiye’nin yaklaşımı, başlangıçta bölgesel aktörlerden eleştiri ve endişe topladı. Siyasi İslam’a mesafeli olan Körfez ülkeleri, uzun süredir Ankara’nın vizyonuna şüpheyle yaklaşıyor. Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, bu gerilimlere hitap etmeyi unutmadı: “Ne İran’ın ne de Türkiye’nin bölgeye hakim olmasını istiyoruz. Suudi Arabistan, BAE, Katar, Türkiye ve diğer ülkeler işbirliği ve birbirlerinin sınırlarına, egemenliklerine saygı kültürü içinde bir araya gelmeli. Bu saygının ötesinde, birbirimizi korumayı taahhüt etmeliyiz. Aksi takdirde, dış güçler bölgesel kutuplaşmaları istismar ederek uzun vadeli ve maliyetli çatışmalara yol açar.”

Bu işbirliği çağrısı, daha önce Esad’ın Arap Birliği’ne dönüşünü destekleyen Körfez liderlerinin söylemlerinde de şimdiden bir değişime yol açmış görünüyor.

Karşılıklılık içermeyen geçmiş anlaşmalardan çokça mustarip olan Türkiye, örneğin Afrika’daki adımlarını her zaman karşılıklı fayda temelinde attı.

AK Parti milletvekili Mehmet Şahin, Türkiye Today’e verdiği demeçte yanlış algıları şöyle cevapladı: “Türkiye’nin Suriye ve Orta Doğu’daki tek isteği istikrarın sağlanması, terör örgütlerine güvenli bir sığınak sunulmaması ve halkıyla barışık bir yönetimin tesis edilmesidir. Sonuçta, 910 kilometrelik ortak sınır boyunca süregelen gerilim, istikrarsızlık ve izole bir rejim Türkiye için kayıptır.”

Şahin ayrıca Türkiye’nin yaklaşımının ideolojik bir motivasyonla örtüşmediğini vurguladı: “Türkiye ne neo-Osmanlıcı bir gündem peşinde ne de Sünni eksen ile Şii eksen arasında bir taraf tutuyor. Böyle bir bölünmeye dahil olma niyeti de yok. Türkiye, bunun yerine pragmatik ve gerçekçi bir politika izliyor. Bu bakış açısı, Türkiye’nin eylemlerinin en doğru yorumunu sunuyor.”

Şahin, Türkiye’nin daha geniş bölgesel bağlarını kanıt olarak gösterdi ve Irak’ın Şii ağırlıklı hükümetiyle güçlü ve gelişen ilişkilerini buna örnek olarak sundu.

Etiketlerin Ötesinde

Türkiye’nin dış politikası basitleştirilmiş kategorilere meydan okuyor. İstanbul merkezli düşünce kuruluşu İstanPol Enstitüsü‘nün eş direktörü Seren Selvin Korkmaz, Türkiye Today’e yaptığı açıklamada, hükümetin yaklaşımının pragmatizm ve ideolojiyi birleştirdiğini belirtti:

“Türkiye’nin ‘stratejik özerklik’ arayışı, değişen küresel dinamikler, sınır güvenliği endişeleri, dış müdahaleye güvensizlik ve ekonomik fırsatlar tarafından şekillendirilen pragmatik ve çok yönlü bir yaklaşım.”

Ancak tam bir zafer yorumları için erken olabilir. Mercator-IPC analisti Korkmaz uyarıda bulundu: “Suriye’deki geçiş sürecinde aksaklıklar yaşanırsa, Ankara ittifaklarını koordine etme ve bölgesel istikrarı sürdürme konusunda önemli risklerle karşı karşıya kalabilir. Türkiye’nin Suriye’nin yeniden inşasındaki liderliği, hem bölgesel etkisini pekiştirme fırsatı hem de istikrar sağlama kapasitesinin bir sınavı olacak.”

Korkmaz, Türkiye’nin yaklaşımının milliyetçi ve dini anlatıları harmanladığını, ancak tamamen ideolojik bir yön taşımadığını da vurguladı. Bu stratejinin, güvenlik tehditlerini ele almayı ve özellikle altyapı ile yeniden inşa projelerinde ekonomik fırsatları değerlendirmeyi amaçladığını söyledi.

İleriye Bakış

Türkiye’nin Suriye politikası, geçmiş paradigmaların indirgemeciliğini reddediyor. Mezhepçi bir hakimiyet ya da emperyalist bir genişleme yerine Ankara, pragmatizmi ideolojik etkilerle dengeleyerek iş birliği ve istikrarı destekleyen bir strateji izliyor.

Suriye’deki geçiş süreci ilerledikçe, Türkiye’nin kapsayıcı bir yönetimi teşvik etme yeteneği, bölgesel istikrar sağlayıcısı rolünü pekiştirip pekiştiremeyeceğini belirleyecek. Sonuç, yalnızca Suriye’nin geleceğini değil, Ankara’nın Orta Doğu’daki daha geniş rolünü de şekillendirecek.

Kaynak: Türkiye Today, https://www.turkiyetoday.com/opinion/debunking-myths-around-turkiyes-stance-in-syria-96699/

Webinara
Kayıt Ol !

Son 2 Gün