Blog Yazılarımız

TUDPAM | Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi > Analizler > Uluslararası Politikada “Hakikat-Sonrası (Post-Truth)” Çağ: Kavram ve Örnek Olaylar

Uluslararası Politikada “Hakikat-Sonrası (Post-Truth)” Çağ: Kavram ve Örnek Olaylar

Mehmet BABACAN

Bursa Uludağ Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler, Doktorant

Giriş

Gerek güncel uluslararası politika meselelerine dair konuşurken gerekse tarihsel düzlemde bir analiz gerçekleştirirken argümanların bilimsel bir paradigma çerçevesinden aktarılması veya teorik bir arka-planla desteklenmesi şüphesiz yapılan değerlendirmelerin daha “bilimsel” bir nitelik kazanmasını sağlamaktadır. Her ne kadar sosyal bilimlerin doğası gereği fen bilimlerinde olduğu gibi kesin bir determinizm içermemesi ve ampirizme daha az elverişli olması bu hususta tartışmalar doğursa da sosyal bilimlerdeki çalışmaların genel kabul görmüş teori, yasa ve genel prensipleri etrafında gerçekleştirilmesi gerektiği yaygın ve hâkim kanaattir. Uluslararası ilişkiler disiplini geçmişten günümüze birtakım teorik tartışmalar ekseninde şekillenmiş, 1930’larda başlayan Realizm-İdealizm çekişmesi ilerleyen yıllarda Gelenekselcilik-Davranışsalcılık tartışmasına dönüşmüştür. Günümüzde ise teorik yorum ve eleştiriler Pozitivizm-Post-Pozitivizm ile Eleştirel Teori ve diğer teoriler arasındaki tartışmalar çerçevesinde sürüp gitmektedir. Bununla birlikte küreselleşme, küresel güvenlik tehditlerinin değişmesi ve uluslararası sistemin dönüşümü ile yeni kavramsal ve teorik perspektifler ortaya çıkmış, bu da devletlerarası ilişkilerin ya da bir bütün olarak sistemin analizinde hesaba katılması gereken farklı unsurların varlığını gündeme getirmiştir.

Uluslararası Politikada Temel Kavramsal ve Teorik Çalışmaların Önemi

Türkiye’de özellikle uluslararası ilişkiler ve uluslararası politika bilimi söz konusu olduğunda bu alanlarla ilgili teorik çalışmaların eksikliğinden yakınan bir eserde bunun sebebi olarak Türkiye’de dış politika ağırlıklı bir uluslararası ilişkiler anlayışının hâkim olması gösterilmektedir. Bu görüşü haklı çıkaracak gelişmelerin ağırlıkta olduğunu, ülkemizde bahse konu alanla ilgili teori-üretimi yerine uluslararası ilişkilerdeki başat bölge çalışmalarında mevcut teorilerden yararlanarak bölgesel olayları teoriler kategorisine yerleştirme geleneğinin sürdüğünü belirtebiliriz. Teori ya da meta-teori üretimi açısından elzem olan husus ise güncel olaylar ve dış politika çalışmalarının ötesine geçen bir uluslararası dinamikleri anlama ihtiyacının doğmasıdır.

Diğer yandan bütün dünyada bir “Amerikan sosyal bilimi” olarak kabul edilen uluslararası ilişkiler, Batı dünyasının üstünlüğü anlatısına dayalı oryantalist ve/veya kültüralist bir felsefi yapıdadır ve bu yapıyı itibarsızlaştıracak ezber-bozucu çabalar henüz makul seviyede başarılı olamamıştır. Realizm, İdealizm, Konstrüktivizm, İngiliz Okulu gibi ya da Post-Pozitivizm gibi her teorik çerçeve aynı şeyleri farklı şekillerde açıklarken aslında ne gibi bir dünya gördüğümüz ve nasıl bir dünya kurmak istediğimiz ile ilgilidir. Ayrıca Robert Cox’un teori ile ilgili şu özdeyişini anımsatmakta da yarar var; “Teoriler her zaman birisi ve bir amaç içindir.” Uluslararası ilişkilerde teoriler Weber’in tüm toplum bilimlerin amacı olarak betimlediği gibi insan davranışlarını kesin olarak kestirmekten öte anlamak gayesine hizmet ettiğinden hem uluslararası sistemdeki aktörlerin (devletleri bireyler ve gruplar/örgütler) davranışlarını açıklamak ve anlamak hem de pozitivist ve rasyonel bir eylem olan “bilim” yaptığımızı iddia etmek için disipline ait teorileri kullanmak ve irdelemek durumundayız. Bununla birlikte uluslararası ilişkilerde ve onun bir alt dalı olan uluslararası politikada bilimsel çalışma adı altında tez, makale, kitap ve diğer eserleri meydana getirirken teorik çalışmaların önemini yadsımamız ise mümkün değildir.

Dönüşen Uluslararası Sistemin Yeni Özellikleri ve Gerçeğin Kaybolması: “Post-Truth”

Yukarıda iletişim ve ulaşım teknolojisindeki gelişmelerin, tanık olduğumuz Covid-19 pandemisi gibi yeni tehdit formlarının küresel güvenlik ve küresel politikaya dair yeni perspektifler ortaya çıkardığını dahası uluslararası sistemdeki dönüşüm sürecinin birtakım özelliklerinin uluslararası politikada farklı kavramları gündeme getirdiğini belirtmiştik. Öncelikle savaşın değişen doğası, geleneksel güvenlik anlayışının kaybolarak tehdit unsurlarının çoğalması ve çeşitlenmesi; iki kutuplu sistem şartlarının geçerli olduğu 1990 öncesine kıyasla dünyayı daha güvensiz hale getirirken dijitalleşme ile beliren risk ve fırsatlar devletleri hem olumlu hem de olumsuz anlamda bütün alternatiflerin birlikte var olabileceği karmaşık bir uluslararası sisteme doğru yaklaştırmaktadır.

Uyandığımız her yeni günde, adını daha önce hiç duymadığımız bir teknolojik gelişmeyle, yeni bir enerji kaynağıyla, savaş ve savunma sanayii için tasarlanan/geliştirilen sofistike bir silahla tanışmamız, en azından adını duyup varlığından haberdar olmamız şaşılacak değil kanıksanacak bir durum artık. Yeni bir “kavram”, “olgu” ya da “teknoloji” adı olarak zihin dünyamıza, dilsel ve düşünsel dağarcığımıza “buyur” ettiğimiz bu isimler arasında sivrilen bir kavramsallaştırma var ki neredeyse tüm bu anlattıklarımızla bir şekilde bağlantılı. Ayrıca bir yönüyle sosyo-kültürel ve sosyo-politik dinamikleri etkileyen, diğer yönüyle de gelişmeye devam eden iletişim teknolojilerinin ortaya çıkmasında önemli rol oynadığı, toplumsal ve siyasal hayatla yakından ilişkili bir adlandırma bu; “hakikat-sonrası (post-truth)”

Bu kavramı doğru algılayabilmek için öncelikle gerçeğin ya da hakikatin ne olduğu sorusuyla başlamamız gerekmektedir. “Doğru” ya da “hakikat” sosyal bilimler kategorisinde ağırlıklı olarak felsefe ve mantık bilim dalları dahilinde tartışma alanı bulmuş, uzun ve çetrefilli argümanlarla dolu arka plana sahip bir kavram olarak ifade edilebilir. Örneğin; “insanlığın ilk öğretmeni” olarak kabul edilen Aristoteles’e göre; hakikat meselesi bir çeşit uygunluk teorisiyle ilişkilidir ve bir şeyin doğru olması için gerçeklikle uyumlu olması gereklidir. Hakikate ilkelerin ve bilgilerin nesneyle uyumlu olması ölçütüyle ulaşabiliriz. Bir şeyin “aslı”, “esası”, “doğrusu”, “gerçekliği” gibi anlamlara gelen hakikat kavramı her ne kadar felsefi literatürde “düşünceyle nesnesi arasındaki uygunluk ya da düşüncenin gerçekle uyuşması” biçiminde tanımlanabilse de “post-modern” olarak tabir edilen günümüz dünyasında, insan ilişkilerinde ve uluslararası ilişkilerde hakikatin anlamı ve tanımı da değişmiş bulunmaktadır. Keza, yalanın gerçeğe galebe çaldığı günümüz dünyasında toplumsal olarak “güven” duygusunun zedelenmesi neticesinde ortaya çıkan güvensizlik durumu içtimaî, siyasi, iktisadî boyutlarıyla yeni bir dünya ortaya çıkarmıştır. Her ne kadar bu durumun yaratılmasında medya ve diğer iletişim araçlarının, bilgi kirliliğinin önemli etkileri bulunsa da sosyal ilişkilerdeki güven kaybı da başat amillerden biri olarak öne çıkmaktadır.

“Post-truth” dönemi buradan yola çıkarak; yalan ve gerçekliğin/hakikatin birbiriyle karıştırıldığı ya da birbirleri arasında işlevsel ortaklığın olduğu bir zaman dilimi biçiminde tanımlamak mümkündür. Gerçeğin yozlaşmasını ve hakikatin yitimini betimleyen “post-truth” kavramı diğer disiplinler gibi uluslararası ilişkilerde de özgül ağırlıkta bir yer edinmiş hem bu alandaki teorik ve epistemolojik tartışmaları alevlendirmiş hem de son dönemde dünya politikasındaki gelişmeleri anlamlandırmak ve yorumlamak için yoğun bir biçimde kullanılmaya başlanmıştır. Dönüşen uluslararası sistemde öne çıkan iletişim ve ulaşım teknolojilerinin etkinliği, dijital diplomasi, medyanın algıları yönlendirmesi, bilgi kirliliği ve dezenformasyon, siber saldırılar ve çok-boyutlu hale gelen güvenlik tehditleri gibi özellikler yanında hakikatin kaybolması/yitimi olarak ifade edilebilecek “post-truth” kavramı da dönüşmekte olan mevcut uluslararası sistemin en belirgin özelliklerinden biri olarak nitelendirilmektedir.

Hakikat-Sonrası Çağda Uluslararası İlişkiler ve Uluslararası Politika

2016’da Oxford Sözlüğü tarafından yılın kelimesi olarak seçilen “post-truth” kavramı hayatın her alanını etkileyip değiştirdiği gibi uluslararası politikayı ve uluslararası sistemi de etkilemektedir. Oxford Sözlüğü’ne göre; “duyguların ve kişisel kanaatlerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede rasyonel gerçeklerden daha etkili olması durumu” anlamına gelen “post-truth” şu anda tam da içinde yaşadığımız dönemi kastetmektedir. Post-truth çağın oluşumuna giden süreçte önemli rolü olan dezenformasyon ve algı yönetimi yerleşik bilgi akışını sekteye uğratırken bu süreçte yoğunlaşan toplumsal ve ekonomik krizler, siber saldırılar, doğal felaketler insanların süreci anlamlandıramamasına ve neticede “ontolojik güvensizliğe” yol açmaktadır. Bu durumdan faydalanan popülist ve otoriter yöneticiler/liderler ise gerçekliğin parçalandığı böyle bir ortamda dünya politikasını bir savaş alanı olarak değerlendirmekte, demokratik süreçleri de felç etmektedir. Popülist liderler ve popülist akımlar gerçeğin parçalandığı ve yerini algıların aldığı bu dünyada medya aracılığıyla sivil toplumu kontrol etmeye demokratik ortak değerler yerine ideolojik, partizan ve popülist olanı yüceltmeye başlamaktadır.

Örnek Olay-1: 45. ABD Başkanı Donald Trump, seçim kampanyasında yoğun olarak kullandığı popülist söylem ile destekçilerini her geçen gün artırırken demeçlerinde kullandığı ifadelerin/söylemlerin gerçekliği ve inandırıcılığı büyük bir tartışma konusu olmaya başladı. ABD iç kamuoyunu uzun bir süre meşgul eden bu tartışma, Trump ABD seçimlerini kazanıp Başkan olsa da uzmanlar ve siyaset bilimciler tarafından inceleme konusu olarak politika biliminin araştırmalarına dahil oldu. Özellikle Trump ’un seçimler öncesinde sosyal medya platformu “Twitter’ı sıklıkla kullanması, “Meksika sınırına duvar örülmesi”, “Müslümanların ülkeye girişini yasaklama” gibi vaatlerde bulunması, dahası bunları anlatırken kullandığı dil büyük bir ilgi görerek Amerikan ve dünya kamuoyunda “gerçeklik anlamını kaybediyor” endişesini gündeme taşımıştır.

Örnek Olay-2: İngiltere’nin Avrupa Birliğinden (AB) ayrılmasını ifade eden Brexit referandumu sırasında aşırı-sağ UKIP ve parti lideri Farage, komplo teorilerine çok sık başvurmuştur. Keza Muhafazakâr Parti içinden de siyasetçiler, medya, entelektüeller ve popüler kültür endüstrisi bu tarz teorileri sıklıkla kullanarak bir “öteki” inşa etmişlerdir. Neticede komplo teorileri kullanılarak ülkede bir etki yaratılmış bu etki ile gerçekten uzaklaşılarak referandumdan İngiltere’nin (Birleşik Krallık) AB’den ayrılması yönünde karar çıkmıştır.

Sonuç         

Yukarıdaki iki örnek olaydan da hareketle gerçek bilginin yozlaştığı, popülist söylemlerin arttığı ve hakikatin önemini yitirmeye başladığı bir dünyada yaşamaktayız. Artık, medya ve diğer sosyal medya organları üzerinden servis edilen gerçek dışı bilgiler kitleleri büyük ölçüde etkileyip harekete geçirebilmektedir. Aynı şekilde siyasetçiler, medya, uluslararası örgütler, devletler ve karar verici aktörler anlatılarını gerçek olmayan/sahte olgular üzerine inşa edilebilmektedir. Bu sahte olgular ise uluslararası sistemi de etkilemekte ve ülkelerin ikili ilişkilerine, dış politikalarına, ekonomik ve teknik altyapılarına, dahası ulusal güvenlik ve savunma politikalarına zarar verebilmektedir. Neticede bu durumla bağlantılı bir şekilde gerçekten uzaklaşma çatışmaların ve şiddetin artmasına, terör gruplarının güçlenmesine ve meşrulaştırılmasına, uluslararası ittifakların zayıflamasına ve müdahaleci politikaların öne çıkmasına da yol açabilmektedir. Uluslararası sistemin hakikatin yitimi durumuyla içine düştüğü veya düşebileceği güvenlik risklerine karşı daha güçlü bir uluslararası liderlik formuna ihtiyaç varken Türkiye’nin de “post-truth” çağda güçlü bir strateji geliştirmesi elzemdir. Özellikle uluslararası alanda Türkiye’nin imajına zarar vermeye yönelik etiketlemeler, algı operasyonları, yanlış bilgiler ve dahası terör örgütlerine (PKK, DEAŞ, FETÖ vb.) karşı yürütülen kararlı mücadeleyi akamete uğratmaya çalışan dezenformasyon ve siber tehditlere karşı yerli ve milli bir “post-truth kalkanı” üretmek durumundayız. Bu yönde geliştirilecek strateji hem dönüşen uluslararası sisteme uyum sağlamayı kolaylaştıracak ve hem de ulusal güvenlik önceliklerinden taviz vermeden stratejik özerkliğin sürdürülebilirliğine büyük katkı sağlayacaktır.

Webinara
Kayıt Ol !

Son 2 Gün