Bölgesel ve küresel sistemde büyük bir kırılmaya yol açarak yeni jeopolitik hesapların devreye girmesine neden olan ve “Suriye Devrimi” ile etkilerinin güçlü bir biçimde devam ettiğine tanık olduğumuz Arap Uyanışı/Baharı’nın şüphesiz Türk dış politikası üzerine de güçlü etkileri olmuştur. Bu bağlamda Mısır, Tunus, Libya, Yemen, Suriye, Bahreyn gibi geniş bir ölçeğe yayılan devrim dalgaları esnasında bahse konu ülkelerde siyasal erke sahip olanlara halkın taleplerine kulak verme çağrısı yapan Ankara, kitlelerin demokratik ve meşru haklara ulaşma çabalarını da desteklemiştir. Özellikle 2013 sonrasında halk devrimlerinin karşı devrimci ters dalgalarla karşılaşıp bölgenin (Orta Doğu) küresel ve bölgesel aktörlerin gerek doğrudan gerekse vekil unsurlar üzerinden örtük/dolaylı jeopolitik mücadelelerine sahne olması Türkiye’nin yaklaşımının değişmesine neden olmuştur. Öncelikle kendi ulusal güvenlik öncelikleri temelinde Irak ve Suriye gibi ülkelerde güçlenmeye başlayan, IŞİD tehlikesi ve PKK/PYD etkinliğine karşı aksiyon alan Ankara, hemen hemen diğer bütün bölgesel aktörler (İran, İsrail, Suudi Arabistan vb.) gibi daha güvenlikçi ve proaktif bir dış politikaya yönelmiştir.
10 yılı aşkın bir süredir devam eden iç savaş ve çatışma ortamıyla birer küresel kriz hâline gelen Suriye’de iktidarı bırakmak istemeyen Beşar Esad, Rusya ve İran gibi aktörlerin desteğiyle ayakta kalmaya çalışırken, İsrail’le de çok da istikrarlı olmayan ilişkilere sahip olmuştur. Hatta bu ülkede artan İran ve Hizbullah etkisi Tel Aviv’in işine gelmese de İsrail, Beşar Esad’ı “tanıdık düşman” olarak nitelemiştir. İsrail, özellikle Arap devrimleri sürecinde bölgede etkisini artıran IŞİD, El-Kaide ve Boko Haram gibi radikal örgütler ve devlet dışı silahlı aktörler bağlamında artan güvenlik tehditlerinin bir süre sonra kendi varlığına yöneleceği endişesiyle Esad’ın ardından Suriye’de iktidara radikal ve cihatçı Sünni yönetimlerin gelebileceğini değerlendirmiş ve Esad’ın yönetimde kalmasını tercih eder hâle gelmiştir. Türkiye’nin Suriye devrimi çerçevesinde ÖSO örneğinde somutlaştığı üzere muhalefete siyasi, diplomatik ve askerî destek vermesi, Suriye krizinde Tel Aviv ve Ankara’nın farklı kutuplarda yer almasını doğurmuştur.[i]
Özelde Suriye krizi, genelde ise Arap devrimleri kapsamında Orta Doğu alt sisteminde demokratik hak talepleriyle başlayan süreçlerin bir süre sonra bölgesel ve küresel aktörlerin jeopolitik güç mücadelesine dönüştüğü bir konjonktürde, İsrail ve Türkiye birçok çatışma bölgesinde farklı bloklarda yer alarak karşı karşıya gelmiştir. Ancak bundan da öte Türkiye-İsrail ilişkilerinin yapısal, tarihsel birtakım dinamiklerin etkisi altında şekillenmesi yanında Türkiye’nin İsrail politikasının Filistin politikasının bağımlı değişkeni olarak ortaya çıkmasının payı büyüktür.[ii] Bu nedenle çok boyutlu bir tarihsel, siyasal ve kültürel arka plan araştırması yapılmadan ikili ilişkilerin bugününü anlamlandırmak ve geleceğini konumlandırmak pek de sağlıklı ve nitelikli bir eylem olmayacaktır.
Türkiye-İsrail İlişkilerinde Dinamikler ve Tarihsel Arka Plan
Aslına bakılırsa birçok kaynakta Türkiye ve İsrail’in Orta Doğu’daki tek demokratik ülkeler olduğu belirtilmektedir ve İsrail, 1948’de kuruluşunu ilan ettiğinde onu ilk tanıyan Müslüman ülke Türkiye olmuştur.[iii] Ancak tarihsel perspektif bize Türkiye’nin bu tarihten itibaren Filistinli Arap ulusunun tezlerine ağırlık veren bir yaklaşımı benimsediğini ve uluslararası ve bölgesel platformlarda bu yönde argümanlar ortaya attığını göstermektedir. Türkiye; tarihsel, dinsel ve kültürel unsurların yanı sıra dış politikasına hâkim olan “barışçıl yaklaşım”, “diplomasiye öncelik verilmesi” ve “insani dış politika” gibi enstrümanlara vurgu yapan bir anlayışla hareket ettiğinden, bizatihi kendini Filistin halkının yanında bulmuştur. Arap-İsrail savaşlarından bugüne tarih; birçok kez Tel Aviv yönetimini işgalci, kural ve hukuk dışı, saldırgan olarak yazarken Filistin’in ve Filistinlilerin “Nekbe”den bu yana ağır zulüm ve baskı altında mücadelesini devam ettirdiğini de tüm insanlığı ve uluslararası toplumu tanık tutarak konumlandırmıştır. Böyle bir durumda 1990’larda gündeme gelen “Orta Doğu Barış Süreci” dahi çeşitli nedenlerden dolayı yoluna devam edemez hâle geldiğinde Türkiye, Suudi Arabistan ve diğer bölgesel aktörler Filistin’de kalıcı ve sürdürülebilir bir barışı inşa etmek için birçok plan ve yol haritası hazırlamıştır. Ancak Filistin’deki durumun çözümsüz ve girişimlerin de başarısız kalmasını işgal politikalarına ve siyonist-revizyonist emellerine daha uygun bulan Tel Aviv, her seferinde barış görüşmelerini sonuçsuz ve faydasız bırakmaya gayret etmiştir.
Bu noktada Türkiye’nin aktivist bir barış girişimi olan “Mavi Marmara” olayı dahi iki ülke arasında etkileri uzun yıllar sürecek bir gerginliğin ve çatışmacı soğuk atmosferin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Dahası, İsrail-Türkiye ilişkilerine soğuk duş etkisi yapan olay ve dinamikler bununla da sınırlı kalmamış; “alçak koltuk krizi”, “Davos (One Minute) olayı”, “Kudüs’ün başkent ilan edilmesi” gibi tepkisellik derecesi Türk siyaseti ve kamuoyunda çok yüksek olan krizler söz konusu olmuştur. Ankara’nın Tel Aviv’le olan ekonomik, ticari, toplumsal, diplomatik ve diğer ilişkileri de sürekli siyasi ilişkilerin gölgesi altında kalmış ve konjonktürel özellikler göstermiştir. Söz gelimi; Mavi Marmara krizinin ardından Türkiye, İsrail’deki büyükelçisini geri çağırarak Tel Aviv’deki diplomatik misyonunu “ikinci kâtiplik” düzeyine düşürmüştür.[iv]
Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler, Filistin politikası ekseninde ve onun gölgesinde şekillenen ve dalgalı bir seyir izleyen yapıya sahipken, ikili ilişkileri çoğu kez Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’yle olan ilişkiler, bölgedeki Arap devletleriyle olan ilişkiler gibi unsurlar da etki altına almıştır. Türkiye’nin İran, Suriye, Suudi Arabistan, Ürdün ve Filistin Özerk Yönetimi gibi birçok bölge ülkesiyle olan ilişkileri İsrail’i yakından ilgilendirmiştir. Bu bağlamda Ankara’nın Hüsnü Mübarek sonrası süreçte Mursi önderliğindeki Müslüman Kardeşler (İhvan) rejimine verdiği destek, Camp David düzeninin ve dolayısıyla meşruiyet zemininin kaybolacağı endişesini taşıyan İsrail’i oldukça tedirgin etmiştir.
Türkiye ile İsrail arasındaki ticari ilişkilere bakıldığında ise bunun yukarıda da ifade ettiğimiz gibi dönemsel olarak yaşanan siyasi olay ve krizlerden etkilenerek dalgalı bir seyir izlediği tahlil edilse de herhangi bir kesintiye uğramadan yapılan ikili anlaşma ve taahhütler bağlamında günümüze kadar istikrarlı bir biçimde geldiği ifade edilebilir.[v]
Aksa Tufanı sonrası süreç: Gazze Soykırımı ve Suriye Devrimi Kapsamında İlişkiler
7 Ekim 2023 tarihi Orta Doğu coğrafyası için bölgesel bir kırılma noktasını işaret ederken, Gazze bağlamında saldırgan politikalarıyla öne çıkan Netanyahu yönetimini bölge ve sistem için önemli bir güvenlik problemi olarak gündeme getirmiştir. Aşırı sağcı ve terörist Netanyahu rejimi, Hamas tarafından gerçekleştirilen bu baskını bahane ederek yıllardır abluka altındaki Gazze Şeridi’ne yoğun ve kapsamlı bir kara harekâtı başlatmış; yaklaşık 2 milyon insanın yaşadığı bölgede katliam ve soykırıma girişmiştir. ABD tarafından desteklenen ve yoğun bir biçimde fonlanan, eğitilen, silah, mühimmat, araç-gereç ve istihbarat desteği yapılan İsrail ordusu (IDF), sivilleri hedef alan terör eylemleriyle uluslararası kamuoyunun tepkisini toplayarak bir yandan küresel bir intifadaya yol açmıştır. Diğer yandan kendisine karşı yükselen uluslararası muhalefet karşısında dezenformasyona başvurarak “meşru müdafaa” yapmakta olduğu gibi mesnetsiz, irrasyonel ve gülünç bir gerekçenin arkasına sığınmayı yeğlemiştir. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de özellikle kamuoyu ve iç siyaset (siyasi partiler, STK’lar, baskı grupları vb.) bağlamında aşırı tepki toplayan İsrail’in Gazze soykırımı boykot, protestolar ve kınamalarla topyekûn bir ulusal reaksiyon düzeyine ulaşmıştır. Tam da bu noktada Arap devrimlerinin ortaya çıkardığı yeni jeopolitik mücadelenin ardından durulmaya başlayan ve normalleşme eğilimine giren Türkiye–İsrail ilişkileri tekrar soğuk bir atmosfere girerek telafisi mümkün olmayan agresyon ve restleşmelerle dolu karanlık bir ortama hapsolmuştur.
Tel Aviv yönetiminin Gazze soykırımı devam ederken, yine Arap devrimlerinin ortaya çıkardığı en büyük kriz ve çatışma bölgesi olan Suriye’de muhaliflere karşı direnen Esad rejimi büyük bir güç kaybı yaşayarak iktidarı bırakmak zorunda kalmış ve “Suriye Devrimi” halkın lehine sonuçlanmıştır. “Heyet’üt Tahrir-Şam” (HTŞ)’nin rejim güçlerini bertaraf ederek ve Halep, Hama, Humus düzleminde elde ettiği başarılar neticesinde başkent Şam’ı ele geçirmesinin ardından yaklaşık 61 yıllık Baas rejimi son bulmuş ve Suriye’de halkın sevinç ve muhalefetin zafer gösterileri arasında Ahmed el-Şara idaresinde bir geçiş hükûmeti oluşturulmuştur. Türkiye’nin diplomatik, askerî ve siyasi yönden büyük desteğine mazhar olan Suriye muhalefeti, Esad rejiminin devrilmesinin ardından sürekli bir biçimde Ankara’yla irtibat hâlinde olmuş ve Türkiye’nin devlet tecrübesinden yararlanma yolunu tercih etmiştir.[vi]
Bütün bu gelişmeleri dikkatle takip eden ve Esad sonrası süreçte Suriye’deki kazanımlarını ve işgal ettiği bölgeleri sürdürülebilir kılmaya çalışan İsrail, muhalefetin başarısından ve Ankara’yla kurduğu yakın ilişkiden açıkçası pek memnun olmamıştır. Esasen güç boşluğunun ve iktidar kaybının yaşandığı, devlet kontrolünün olmadığı, kendini savunmayan, zayıf ve istikrarsız bir Suriye, İsrail yönetimi için daha tercih edilebilirken; karşısında gücün temerküz ettiği ve devlet erkini yeniden inşa etmeye başlayan, bu kapsamda tehditlerle mücadele edebilmek için savunma kuvveti oluşturmaya yönelen, üstelik Türkiye gibi bölgesel majör bir aktörden teknik ve fiziki destek alan bir Şam yönetimi, Tel Aviv’in uzun dönem çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır. Bu yüzden hem yıllardır işgal altında tuttuğu Golan ve çevresindeki hâkimiyetini tahkim etmek hem de Ankara’nın desteklediği yeni rejime mesaj vermek amacıyla el-Şara iktidarı sonrası süreçte de Suriye’deki saldırılarına pervasız bir biçimde devam eden Tel Aviv, Şam ve Ankara’nın sinir uçlarıyla oynayarak tahrik etmek istemiştir.
Gazze’deki soykırımı tüm dünyanın gözü önünde devam ettirirken, bir yandan Hizbullah’a yönelik kapsamlı ve stratejik saldırılar gerçekleştiren ve Lübnan topraklarına saldıran, diğer yandan bir başka İran vekili Husilerin varlığı nedeniyle ABD’yle ortak bir biçimde Yemen’e saldıran, kural ve sınır tanımaz Netanyahu yönetimi, Suriye hava sahasını da ihlal ederek çoğu kez bu ülke topraklarında da bombalamalar gerçekleştirmiştir. Bunların bir kısmını Esad sonrası askerî birliklerin ve silah üretim tesislerinin varlığı gerekçesiyle yaptığını iddia ederken diğer birçok saldırısı ise yeni rejime gözdağı olarak yorumlanmıştır.[vii]
Suriye Üzerinden Karşılaşma ve Restleşmeler
Suriye’de teritoryal kontrol alanları inşa etmek isteyen ve bunları genişletme eğiliminde olan Tel Aviv, Esad sonrası dönemin belirsizliğini bir avantaj olarak kullanıp bu durumdan faydalanmak isterken karşısına Ankara’nın kararlı ve tavizsiz duruşu çıkmıştır. Baas döneminde ve özellikle Arap ayaklanmaları sürecinde Beşar Esad’ın siyasal erk ve kontrolünün zayıflamasıyla doğru orantılı olarak Hizbullah ve Hamas saldırıları, IŞİD tehlikesi ve diğer milis grupların eylemleri gibi unsurları bahane ederek çoğu kez Suriye topraklarına giren ve hava sahasını da ihlâl eden Tel Aviv, Esad rejimini kollayan Rusya ve İran’la beraber dahil olduğu bir güç denklemi içerisinde hareket etmekteydi. İran’ın vekil ve milis unsurlarla sahada olduğu Rusya’nın ise daha çok Lazkiye ve Tartus bölgesiyle hava sahasında baskın olduğu bu ortamda Tel Aviv, istihbarat bilgileri doğrultusunda kendisine saldırı hazırlığında olduğunu iddia ettiği silahlı güçlere karşı bombalamalar gerçekleştirerek eylemlerine bir nevi “meşru müdafaa” kılıfı giydirmeye çalışırken, diğer yandan da bir “ön alıcı/önleyici savaş doktrini” uygulamaya çalışmıştır.[viii]
7 Ekim 2023 sonrası süreçte lider kadrosunun tasfiyesi ve çağrı cihazlarının patlatılmasıyla gerçekleştirilen suikastla önemli darbe vurduğu İran vekili Lübnan Hizbullah’ını büyük ölçüde zayıflatan Tel Aviv, Hamas’ın önemli isimlerine de suikastlar düzenleyerek istihbarat operasyonları sayesinde nokta atışı saldırılar gerçekleşmiştir. Beşar Esad’ın devrilmesinin ardından ve Hizbullah gibi vekillerin geriletilmesiyle Suriye denkleminde İran’ın dengenin dışına itilmesi ve Rusya’nın da Ukrayna Savaşı bağlamında diğer önceliklerine yönelmesiyle Suriye sahasında rakipsiz kaldığını değerlendiren İsrail ordusu, bu ülke topraklarında istediği gibi ilerlemeye başlamıştır. Golan bölgesinin yakınları dahil olmak üzere Güney Suriye’de birçok bölgeyi etki ve denetimi altına almaya çalışan IDF, birkaç kez geçiş hükûmetinin uyarılarına muhatap olsa da bunları pek ciddiye almamıştır.[ix]
Diğer taraftan Gazze’de yürüttüğü soykırım nedeniyle uluslararası toplumun büyük tepkisini toplayan ve giderek bölgesel ve küresel sistem için önemli bir güvenlik problemi hâline gelen Netanyahu hükûmeti sınırsız Amerikan desteğinin devam etmesi için bu süreçte Washington’la olan temaslarını artırmaya da gayret göstermiştir. Özellikle Trump’ın ikinci kez başkanlık koltuğuna gelmesiyle bölgedeki revizyonist politikalarını daha cesur bir biçimde uygulamaya başlayan Netanyahu ve ekibi Hamas ve Hizbullah’ın üst düzey isimlerine yönelik suikastları da ABD’nin istihbarat desteği sayesinde gerçekleştirmiştir. Hâl böyleyken İsrail Başbakanı Netanyahu, Washington’a düzenlediği son ziyaretinde Başkan Trump’ın Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında kullandığı ifadelerden dolayı büyük bir şoka uğramış ve Suriye politikasının çıkmaza girdiğini tahlil etmiştir. Suriye’deki devrimde Türkiye’nin katkısını öven ve Başkan Erdoğan’ın lider diplomasisini öne çıkaran Trump, Suriye’den çekilmekten bahsetmesinin yanında alanı Türkiye’ye bırakmanın doğru olacağını ifade etmiş ve bu konuda Ankara’nın başarılı girişimlerini anlatmıştır.[x]
Suriye’deki geçiş hükûmetinin ülkenin yeniden inşası çalışmaları yanında, anayasanın hazırlanmaya yöneldiği bir sırada Suriye hava sahasını pek çok kez ihlal ederek cumhurbaşkanlığı konutunun yakınları da dahil olmak üzere birçok bölgeye bombalar bırakan İsrail ordusuna ait uçakların birkaç kez Türk jetleri tarafından sinyallerinin bozulduğu iddia edilmiştir. İsrail’in Esad sonrası dönemde Suriye’de devam eden başına buyruk ve uluslararası hukuka aykırı girişimleri Türkiye’nin dikkatinden kaçmamış, İsrail makamları da bu konunun bilincinde olarak yeni denklemde Rusya ve İran yerine artık Türkiye’yle yüz yüze gelindiğini fark etmiştir. Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Suriye’de İsrail’le çatışmak istemiyoruz.” açıklamasının ardından[xi] İsrail hükûmetinden de aynı yönde beyanlar gelmiş ve taraflar Azerbaycan’ın ev sahipliğinde bir araya gelerek güvenlik, dış ilişkiler ve istihbarat konularında görüşmeye başlamıştır. Keza İsrail, güvenlik ve istihbarat birimleriyle öteden beri devam eden ve “normalleşme eğilimine” giren daha önceki görüşmelerde belli bir düzeye ulaşmış ancak ifade edildiği gibi “Aksa Tufanı” operasyonu sonrası İsrail’in Gazze’ye başlattığı “Demir Kılıçlar Operasyonu” kapsamında düzenlediği katliam ve soykırım nedeniyle ilişkiler tekrar çıkmaza girmiştir.
Türkiye’nin İsrail politikasının dinî, kültürel etmenlerin yanı sıra yukarıda da ifade edildiği gibi “Filistin politikası” çerçevesinde şekillenmesi ve bu durumun 7 Ekim sonrasında radikal bir biçimde değişerek Gazze’deki soykırıma odaklanması, Türkiye ve İsrail ilişkilerini artık dönüşü olmayan bir noktaya getirmiştir. Bu son noktada terörist Netanyahu rejiminin tüm bölgeyi ve uluslararası sistemi tehlikeye atan politikaları ve saldırıları yayılmacı Tel Aviv karşısında Türkiye’yi sert güç enstrümanlarına yöneltmektedir. Nitekim, geçtiğimiz aylarda İsrail’in Filistin-Suriye-Lübnan-Yemen-İran düzleminde devam eden, bölgesel güvenliği tehlikeye atan saldırıları karşısında Ankara’nın bir eylem planı hazırlaması zorunluluğu ortaya çıkmış ve bu kapsamda Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nde bir kapalı oturum gerçekleştirilmiştir. Bu kapalı oturumda Dışişleri Bakanı Fidan, meclisi bilgilendirmiş ve İsrail’in gelecekteki olası saldırıları hakkında Türkiye’nin tedbir ve politikaları hakkında açıklama yapmıştır.[xii]
Suriye’de İsrail ve Türkiye: ABD Bu Denklemin Neresinde?
Türkiye’nin yaşadığı birtakım diplomatik krizlerin ardından ve Mısır, Suriye, BAE gibi ülkelerle eşzamanlı olarak başlattığı İsrail’le normalleşme süreci aslında her iki tarafın da bölgede Arap devrimleri sonrasında esmeye başlayan iş birliği ve diplomasi rüzgârının etkisiyle ortaya çıkmış bir durumdur. 2020 sonrasında tarafların kendi rızaları dahilinde ikili ilişkilerinde daha mutedil ve yumuşak bir hava oluşturma girişimlerinde bulunmaları Tel Aviv ve Ankara makamlarını çeşitli vesilelerle bir araya getirmiştir. Bu süreçte Ukrayna Savaşı nedeniyle Rusya’nın Suriye’de oluşturacağı boşluğu Tahran’ın dolduracak olmasından ve Arap Baharı’nın başından beri bölge genelinde artan İran yayılmacılığından duyduğu endişe nedeniyle Türkiye’yle yakınlaşmaya daha çok istekli görünen İsrail de Türk dışişleri, güvenlik ve istihbarat birimleriyle görüşmelere başlamıştır. Keza Mısır için geçerli olan “enerji dosyası” İsrail için de hatırı sayılır derecede önemdedir ve Tel Aviv yönetimi, “Leviathan” doğal gaz sahasındaki gazın Türkiye’yle oluşturabileceği iş birliği sayesinde orta ve uzun vadede elde edeceği transfer imkânlarını önemsemektedir. Ayrıca Türkiye’nin bu süreçte Tel Aviv’in sempatisini kazanacak bazı adımlar atması, örneğin yurtiçinde İsrail asıllı turistlere suikast hazırlığında olan İran ajanlarını gözaltına alması İsrail kamuoyunda büyük etki yaratmış ve İsrail Başbakanı Naftali Bennett Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT)’na ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkür etmiştir.[xiii]
Ne var ki yukarıda da ifade ettiğimiz üzere; bahse konu noktalar üzerinden ilerleyen normalleşme adımları 7 Ekim 2023 sonrasında bambaşka bir dönem girmiş, “El-Aksa Tufanı Operasyonu” sonrasında İsrail’in abluka altındaki Gazze’ye (Hamas’a) karşı başlatmış olduğu “Demir Kılıçlar Operasyonu” kapsamında sivil katliama girişmesi tüm uluslararası toplumun yanında Türkiye’nin de büyük tepkisini çekmiş, Güney Afrika tarafından Uluslararası Adalet Divanı (UAD)’nda İsrail aleyhine açılan soykırım davasına Türkiye de dahil olmuştur.[xiv] Türkiye’nin öteden beri Filistin ulusunun haklı tezlerine öncelik veren ve dinî, kültürel değerleri önemseyen ahlaki ve insani dış politikası çerçevesinde attığı adımlar İsrail’i büyük ölçüde rahatsız etmiştir. Aynı şekilde unutmamak gerekir ki ABD Başkanı Donald Trump’ın ilk başkanlık döneminde (2017) imza attığı ve uluslararası toplumun büyük tepkisini toplayan “Kudüs Kararı”, Türkiye’nin girişimleriyle BM Genel Kurulu’nda kınanarak yok sayılmıştır.
İsrail’in 1948’den beri izlediği ve bölgedeki bütün siyasi sistemler için büyük bir güvenlik problemi ve tehdit oluşturan klasik ve mistik Yahudi inancı temeline dayanan yayılmacı/revizyonist politikası tabii olarak Ankara için de bir tehdit oluşturmaktadır. Bu kapsamda “vadedilmiş topraklar” inancı ve politikası çerçevesinde devletinin sınırlarını Nil Nehri’nden Fırat Nehri’ne kadar genişletmek için Filistin, Lübnan, Irak, Suriye ve İran gibi bölgedeki hemen hemen bütün devletlere karşı saldırgan ve sinsi politikalar izleyen Netanyahu yönetiminin bu tavrı Türkiye’yi büyük ölçüde rahatsız etmektedir.[xv] Bu rahatsızlık, iki ülkenin Suriye üzerinden karşı karşıya gelmesiyle bariz bir biçimde ortaya çıkmış ve Tel Aviv, Tahran ve Moskova’nın ardından Suriye’de Ankara’yla karşılaşmıştır.[xvi]
Türkiye’nin öteden beri kendi ulusal güvenlik öncelikleri çerçevesinde ve PKK/YPG/PYD tehdidi karşısında kuzey Suriye’de düzenlemiş olduğu askerî harekâtların (Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Bahar Kalkanı vb.) farkında olan İsrail, Arap devrimlerinin başından beri Türkiye’ye karşı “Kürt kartını” kullanmaktan çekinmemiş ve PKK/PYD’nin Suriye’de kantonlaşma ve devletleşme sürecine el altından destek vererek onaylamıştır. Keza aynı politikayı Saddam rejimi altındaki Irak’a karşı uygulayan Tel Aviv yönetimi, ülkedeki Kürt azınlık üzerinde etki kurmaya ve rejime karşı kışkırtma tavrı içerisinde olmuştur. İsrail’in bölgedeki bu tavrının Washington’un öncelikle IŞİD/DEAŞ tehlikesine karşı bir vekil güç olarak kullandığı PKK’yı önceleyen stratejisiyle örtüşmesi Ankara’nın başından beri itiraz ettiği bir konu olmuş ve bir “terör örgütü” olan PKK’yla iş birliğinin yanlış bir seçenek olduğu Türk dışişleri tarafından defalarca muhataplara iletilmiştir.[xvii]
Diğer yandan Ankara’nın PKK terör örgütünü düzenlediği etkin ve caydırıcı operasyonlarla giderek zayıflatması yanında siyasi açıdan gündeme getirilen “çözüm süreci” ve terör örgütünün siyasî uzantılarıyla müzakere ve görüşme olgusunun belli bir noktaya getirilmesi akabinde örgütün kendisini feshetmesi gibi somut bir noktaya gelinmiştir.[xviii] Bunun yanında Suriye’de Beşar Esad rejiminin yıkılmasıyla Şam denkleminde Rusya ve İran’ın bertaraf edilmesi sahada yeni bir gerçeklik inşa etmiştir. Ayrıca ABD Başkanı Trump’ın Suriye’den çekileceğini ima etmesi ve askerî yoğunluğunu azaltması, Şam-Tel Aviv-Ankara-Washington hattında yeni diplomatik ve siyasi ilişkilerin şekil almasını doğurmuştur. PKK terör örgütünün fesih ve dağılma süreciyle “Kürt Kartı” bir şekilde elinden alınmış olan ya da en azından artık bu kartı etkin bir şekilde kullanmayacak olan İsrail, bu kez bölgede kendisine yakın Dürzi azınlıklara yönelerek yeni Suriye hükûmetine karşı kışkırtmayı denemiştir.[xix] Yine Lazkiye civarındaki Nusayrilerin eylemleri ve burada bulunan Esad rejimi kalıntılarının bölgedeki faaliyetleri el-Şara hükûmetinin bölgeye güvenlik kuvvetlerini sevk etmesini doğurmuştur. Dolayısıyla gerek İran ve gerekse İsrail, Suriye’deki yeni realiteyi kabullenmekte zorlanmış ve bölgedeki istikrarı bozmak için çeşitli girişimlerde bulunmayı denemişlerdir. Ancak Şara yönetiminin tekrar ülke genelinde güvenlik ve istikrarı sağlamaya yönelmesi bu huzur bozucu eylem ve müdahaleleri boşa çıkarmıştır.[xx]
Türkiye ile İsrail arasında Suriye üzerinden gündeme gelen gerginlik ve nüfuz mücadelesi özellikle İsrail’in Türkiye’de askerî üs kurmasına karşı olması ve iddialara göre bu üsler için seçilmiş potansiyel konumlara saldırı gerçekleştirmesi her iki tarafın da müttefiki olan küresel aktör ABD’nin kolaylaştırıcı/facilitator ya da arabulucu olarak ikili ilişkilere dahil olması beklentisini doğurmuştur. Ancak ABD’nin özellikle Trump dönemiyle başka gündemlere yoğunlaşması ve öteden beri var olan Orta Doğu angajmanını azaltması eğilimi bu noktada bir handikap oluştursa da Suriye’den çekilmeye başlaması ve bu ülke topraklarında sadece bir üs bırakması sahada artık etkin olmayacağını göstermektedir.[xxi]
Sonuç ve Değerlendirme
Bölgesel ve küresel krizler eşliğinde büyük bir dönüşüm sürecinden geçmekte olan uluslararası sistemin yapısında meydana gelen radikal değişimler, devletlerin, ulus devletlerin ve uluslararası politikanın diğer aktörlerinin dış politikaya yönelik eylem ve kararlarına da yansımaktadır. Dahası çeşitlenerek artan güvenlik tehditleri teknolojik gelişmelerin kaydettiği büyük sıçrama ekseninde her geçen gün daha farklı şekillere bürünürken, devletlerarası ilişkilerin doğası da Soğuk Savaş ve sonrası döneme göre farklılık arz etmeye başlamıştır. Bu bağlamda artan krizler, iklim değişimleri, çoğalan güvenlik riskleri karşısında diplomasi ve diğer barışçı girişimler devletlerin dış politika gündemlerinde daha fazla oranda yer alması gerekirken, dogmatik inanç ve emellere kapılan İsrail gibi ülkeler ütopik ve mistik hedeflerine ulaşmak için saldırgan ve yayılmacı politikalar izlemekte; bu ise küresel ve bölgesel güvenliği tehlikeye atmaktadır.
7 Ekim sonrasındaki süreçte dünyada eşi benzeri görülmedik yöntemlerle (aç bırakarak, altyapıyı tahrip ederek, yardımların ulaşmasını engelleyerek ve uluslararası yardım kuruluşlarını tehdit ederek) Gazze’deki nüfusa karşı soykırıma girişen Tel Aviv yönetimi karşısında neredeyse bütün Batılı aktörler vicdanları Netanyahu hükûmeti tarafından esir alınmış bir biçimde bu insanlık ayıbı ve utancını seyretmektedir. Bu durum karşısında sesini ve itirazını en fazla yükselten ülkeler arasında yer alan Türkiye, diplomatik, hukuki, siyasi ve toplumsal açılardan Gazze’deki katliam ve soykırımın sona ermesi için en büyük uğraşı veren aktörler arasında yer almıştır. Bölgedeki ve uluslararası sistemdeki güvenlik problemlerini derinleştiren ve bizatihi tehdidin adresi hâline gelen İsrail, halkın başarıya ulaştırdığı Suriye’deki devrimi ve devrim sonrası oluşan istikrar ve huzur ortamını da hedef almış görünmektedir. Bahse konu yayılmacı, saldırgan ve terörist politikalarıyla Lübnan, Irak, İran gibi diğer bölge ülkelerinin topraklarını doğal yayılma alanı ve potansiyel çatışma bölgesi görerek istikrarsızlaştırmaya çalışan Netanyahu ve ekibi, kaçınılmaz bir şekilde Türkiye’yle karşı karşıya gelmektedir. Bu kaçınılmaz karşılaşmanın mecburi ve tabii cephesi ise Suriye olarak belirmiş durumdadır. Türkiye’nin Arap devrimleri sonrasında ve 7 Ekim öncesinde ilişkilerini normalleştirmeye çalıştığı ve bu yönde adımlar attığı Tel Aviv’le olan Suriye üzerinden karşılaşma normalleşme rüzgârının kesilmesiyle önce restleşmeye, ardından ise görüşmeler ve istişareler bağlamında kontrollü gerginlik atmosferine dönüşmüş durumdadır.
Kaynakça
[i] “Turkey and Israel on the Brink of War over Syria: Context, Interests and Scenarios”, Institute Of Foreign Affairs, 29.04.2025 https://www.ifa.gov.et/2025/04/29/turkey-and-israel-on-the-brink-of-war-over-syria-context-interests-and-scenarios/
[ii] Mehmet Kaya, “Türk-İsrail İlişkileri ve Filistin”, Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 18, (2019): 1043-1066.
[iii] “Türkiye-İsrail Siyasi İlişkileri”, T.C. Dışişleri Bakanlığı, https://www.mfa.gov.tr/turkiye-israil-siyasi-iliskileri.tr.mfa 22.06.2024
[iv] Umut Uzer, “Türkiye-İsrail İlişkilerinde Bunalım”, Ortadoğu Etütleri, Cilt: 2, Sayı: 2, (Ocak-2011): 137-168.
[v] Derya Demir, Rüştü Yayar, “Siyasi Krizlerin Gölgesinde Türkiye-İsrail Ticari İlişkileri Üzerine Bir Değerlendirme”, Erciyes Akademi, Cilt: 39, Sayı: 1, (2025): 180-205.
[vi] Aaron Y. Zelin, Soner Cagaptay, “A New Age for Turkish Relations with Syria”, TWI, 20.02.2025 https://www.washingtoninstitute.org/policy-analysis/new-age-turkish-relations-syria 24.06.2025
[vii] “Israel strikes Syria 480 times and seizes territory as Netanyahu pledges to change face of the Middle East”, CNN, 11.12.2024 https://edition.cnn.com/2024/12/10/middleeast/israel-syria-assad-strikes-intl 24.06.2025
[viii] Muhammed Mustafa Kulu, “İsrail Milli Güvenlik Algısında Suriye İç Savaşı”, Küresel ve Bölgesel Aktörlerin Suriye Stratejileri, ed. Burhanettin Duran, Hasan Basri Yalçın, 3. Baskı, İstanbul: SETA Yayınları, 2018, s. 267-274.
[ix] “Israel strikes near Syria’s presidential palace in ‘message’ to new leader Sharaa”, Reuters, 03.05.2025 https://www.reuters.com/world/middle-east/israel-attacks-target-near-syrian-presidential-palace-netanyahu-says-2025-05-02/ 24.06.2025
[x] “Trump says he told Netanyahu he ‘has to be reasonable’ about any disputes with Türkiye”, Anatolian Agency, 07.04.2025 https://www.aa.com.tr/en/americas/trump-says-he-told-netanyahu-he-has-to-be-reasonable-about-any-disputes-with-turkiye/3530982 24.06.2025
[xi] “Türkiye ve İsrail arasında yaşanan ‘Suriye gerilimi’ hakkında neler biliniyor?”, BBC News Türkçe, 07.04.2025 https://www.bbc.com/turkce/articles/cx2ygknjd29o 24.06.2025
[xii] “Salon boşaltıldı, kapılar kilitlendi: Meclis’te İsrail tehdidi oturumu”, NTV, 08.10.2024 https://www.ntv.com.tr/galeri/turkiye/salon-bosaltildi-kapilar-kilitlendi-mecliste-israil-tehdidi-oturumu,RznrfHsik0ugyig35ypsgw 24.06.2025
[xiii] “İsrail Başbakan’ından MİT’e özel teşekkür”, Haber Vakti, 29.06.2022 https://www.habervakti.com/israil-basbakanindan-mite-ozel-tesekkur 24.06.2025
[xiv] “Turkey submits ICJ bid to join South Africa’s genocide case against Israel”, Aljazeera, 07.08.2024 https://www.aljazeera.com/news/2024/8/7/turkey-submits-icj-bid-to-join-south-africas-genocide-case-against-israel 24.06.2025
[xv] “Devlet Bahçeli: Vakit kaybedilmeden İsrail’e karşı harekete geçilmelidir”, TRT Haber, 24.06.2025 https://www.trthaber.com/haber/gundem/devlet-bahceli-vakit-kaybedilmeden-israile-karsi-harekete-gecilmelidir-911699.html 24.06.2025
[xvi] Haydar Oruç, “Türkiye-İsrail Mücadelesinde Suriye’nin Yeri ve Önemi”, KRİTER, Yıl: 10, Sayı: 101, (Mayıs-2025), s. 36-39.
[xvii] “Turkey and Israel are becoming deadly rivals in Syria”, The Economist, 07.04.2025 https://www.economist.com/middle-east-and-africa/2025/04/07/turkey-and-israel-are-becoming-deadly-rivals-in-syria 24.06.2025
[xviii] “PKK to disband, potentially ending decades of conflict in Turkiye”, Aljazeera, 12.05.2025 https://www.aljazeera.com/news/2025/5/12/kurdish-pkk-to-disband-potentially-ending-decades-of-conflict-turkey 24.06.2025
[xix] “Israeli army ordered to prepare to ‘defend’ Druze city in southern Syria”, Middle East Eye, 02.03.2025 https://www.middleeasteye.net/news/israeli-army-ordered-prepare-defend-druze-city-southern-syria 24.06.2025
[xx] “Syrian authorities regain control over most areas in clashes with Assad loyalists”, Anatolian Agency, 09.03.2025 https://www.aa.com.tr/en/middle-east/syrian-authorities-regain-control-over-most-areas-in-clashes-with-assad-loyalists/3504060 24.062025
[xxi] “US to reduce military presence in Syria, keeping only one base operational”, AlJazeera, 03.06.2025 https://www.aljazeera.com/news/2025/6/3/us-to-reduce-military-presence-in-syria-keeping-only-one-base-operational 24.06.2025
Fotoğraf: Anadolu Ajansı
Not: Bu çalışma, Dış Bakış dergisinin haziran 2025 sayısında yayınlanmıştır.