Blog Yazılarımız

TUDPAM | Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi > Analizler > FETÖ ve PKK’nın Türkiye Üzerindeki İttifakı

FETÖ ve PKK’nın Türkiye Üzerindeki İttifakı

Faruk Baybars

Araştırmacı

Terör örgütlerinin tamamı etnik, dinî, mezhepsel, ideolojik ya da sosyolojik sebeplerle ortaya çıkarken kendilerine göre haklı bir mücadele yürüttüklerine inanırlar. Ancak bu örgütlerin içlerine hulul eden istihbarat servisleri ile devşirilen militanlar maharetiyle aslında ilgili devletlerin komutası altına girerek gösterilen hedefler doğrultusunda faaliyette bulunduklarını, militan kadrodaki inandırılmışlık düzeyi ve birçoklarının radikalize edilmesi sebebiyle anlamaları mümkün değildir. Küresel güçlerin bölgesel hedefleri kapsamında ülkelerinin çıkarları açısından uygulatmak veya dayatmak istedikleri politikalara karşı bu yapılar maalesef kullanılmaktadır. Dahası, bu örgütlerin sürekliliği gözetilerek ihtiyaçları doğrultusunda gizli veya açıktan takviyeler yapılmaktadır. Bu minvalde aynı yerden dış destekle takviye edilen FETÖ ve PKK’nın dünyada eşi ve benzerine az rastlanırken, her ne kadar birbirlerinden farklı iki terör örgütü olsalar da aynı hedef ülke açısından ortak amaç birlikteliği ve dış uzantıların siyaset dışı aktörler vasıtasıyla küresel güçlerin ajandalarına hizmet ettikleri bir gerçekliktir. Dış destek alamayan bir örgütün hedef ülkedeki faaliyetlerinin devamlılığının sağlanması ise mümkün değildir. Bu sebeple PKK ve FETÖ’ye destek sağlayan ülkeler, en alt kadrosundan en üst kadrolara kadar bu örgütleri her alanda korumaktadırlar. Yine bu iki örgütü aynı masada bir araya getirmeyi başaranlar, coğrafyamızdaki meşru kazanımlarımızın elimizden alınması için büyük bütçeler ayırmaktadırlar.

Özellikle günümüzdeki terör örgütleri maalesef uluslararası siyasetin önemli aparatlarından biri hâline gelmişken, ülkemiz açısından değerlendirecek olursak; 1980 ihtilalinden sonra kendilerine alan kazanmak adına faaliyetlerini hızlandıran bu iki örgütün  siyasi anlamda Türk solundan PKK’ya, Türk sağından ise FETÖ’ye devşirilenler, ülke içerisinde bazı kritik noktalara temasları sonucunda zaman içerisinde güç birliğine giderek ortak hedefler noktasında birlikte hareket etmeleri, devletimizi ve milletimizi uzun yıllardır meşgul etmeye devam etmektedir. Bu incelemede FETÖ ve PKK arasındaki iş birliği konusu ele alınacaktır.

Komünizmle Mücadelede Derneklerinden TIME Dergisine Uzanan Birliktelik

1960 darbesi sonrasının iklimiyle ülkemizde doğal ya da doğal olmayan birçok farklı yapıda örgüt ve dinsel topluluklar oluşturulmak istenmiştir. Ortaya çıkan doğal olmayan yapılardan birisi de Komünizmle Mücadele Dernekleridir. Bu derneklerin Erzurum şehrimizdeki kurucularından biriside Fetullah Gülen’dir. Dönemin koşulları göz önüne alındığında ABD, bu sözde mücadeleyi başarılı bir şekilde kendi lehine kullanıp bu gibi derneklerin çoğalmasına büyük katkılar sunmuştur.

Fetullahçıların din anlayışlarındaki felsefi temellerinin kurucusu Said-i Nursi tarafından ”Biz Müslümanların en büyük düşmanı komünizmdir, komünizminde en büyük düşmanı Amerika’dır. Dinimizi korumak istiyorsak Amerika ile dost olacağız.” sözlerinin günümüz bakış açısıyla değerlendirildiğinde, kimsenin zorluk çekmemekle birlikte Fetullahçıların ABD sevgisinin nereden geldiğini araştırmak isteyenler içinde nirengi noktası işte tam da burasıdır. Fetullah Gülen’in bu derneğe hizmetleri bilinmekle birlikte ne tesadüf ki 1999 senesinde PKK elebaşı hain Abdullah Öcalan’ın İmralı duruşmaları sırasında geçmişine dair hâkime verdiği ifadelerden birinde çok çarpıcı olsa da birçok kişinin görmezden gelmek istediği mesele cereyan ederek aynen şunları söylemiştir: ”Kimse bilmez, ben ilk olarak komünizmle mücadele derneklerinin seminerlerine gidiyordum.”

Bu durumda her iki terör örgütünün liderinin seneler önce aynı fabrikada üretilen düşünce birliğine ama bilerek ama bilmeyerek hizmet ettiği açıktır. Yani dış destek açısından hedef ülke üzerinde kuklalar zaman zaman değişirken, kuklacı ise aynı el olarak karşımızda durmaktadır. Abdullah Öcalan ile daha önce aynı yollardan geçen Fetullah Gülen’i çok sonraları, 2013 senesinde Time Dergisi nisan sayısında dünyanın en etkili 100 kişisi belirlenirken, bu listede Türkiye’den gösterilen kişiler olarak karşımıza çıkarıldılar. Dergi, yayınında Öcalan’ı barışa giden yol haritasını çizen kişi olarak gösterirken Fetullah Gülen’i ise ilkokul mezunu olmasına rağmen Türk eğitimci ve İslami akademisyen olarak tanıtmışlardı. Yani o dönem birisi ilkokul mezunuyken akademisyen olarak gösteriliyordu, diğeri ise teröristken barışa giden yol haritasını çizecek kişi olarak yansıtılıyordu.

İttifakın Tuğlaları Ne Zaman Örülmeye Başlandı?

PKK (Kürdistan İşçi Partisi) ile FETÖ (Fetullahçı Terör Örgütü), Türkiye’nin iç ve dış güvenlik politikaları bağlamında düşünce ve eylemsellik açısından her ne kadar ortak noktalara sahip olsalar da unutulmamalıdır ki bu iki örgüt, ideolojik ve yapısal faktörler gözetildiğinde birbirlerinin tamamen zıddıdır. FETÖ ve PKK, özellikle çözüm süreci olarak isimlendirilen döneme gidilen zaman aralığı itibariyle taktik iş birliğine giderken kendi gündemlerine uygun olan her olayda birbirlerini destekleyip, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı uluslararası arenada çeşitli dezenformasyon çalışmalarında ortak hareket ederek özellikle Türk devletinin kolluk ve güvenlik güçlerinin içine sızan Fetullahçıların, PKK’nın eylemlerine karşı engelleme noktasında hareketsiz kalarak, aynı şekilde PKK’ya verilen listeler ile de Fetullahçı Terör Örgütü mensuplarının sahadaki elemanlarına zarar verilmemesi sağlanmıştır. Gerek doğrudan destek, gerekse de dolaylı olarak yardımlaşmaları, stratejik ve uzun vadeli ittifaklarına dair birçok örnekle de karşımıza çıkmaktadırlar.

2002’de bitme noktasına gelen PKK, 2007 sonrasında ilginç bir şekilde toparlanarak yukarı yönlü ivme kazanmaya başlamış; aynı tarihlerde Fetullahçıların ”Ulusalcı dalgayı aşacağız.” söylemleri PKK içerisinde destek bulmuştur. Hemen akabinde Fetullahçılar, başta TSK olmak üzere devletin kurumlarında yalnızca amirinden emir alacak olan personelleri hedef alarak çeşitli kumpas müdahaleleri ile tasfiye sürecine girerken kendi militanlarına alan açmaya başlamıştır. Sonrasında yaşanan Mit Krizi, 17-25 Aralık olayları ile ülke çalkantıya sokulmaya çalışılırken de takip eden yıllarda açılım sürecinin bitirilmesi ile birlikte 2015’te “Hendek Olayları,” Güneydoğu Anadolu Bölgesini âdeta yaşanamaz bir yere çevirmiştir. Bu bağlamda PKK ile FETÖ aynı amaca hizmet ederek aynı yerlere vururken, halkın darbeye karşı direnç göstermemesi adına ortamın hazırlanmasında uyum içinde faaliyet göstermişlerdir. Yani 2016’daki darbe girişimi sürpriz değil, sonuç olarak karşımıza çıkmıştır.

FETÖ ve PKK’nın Temel Hedef ve Stratejileri

FETÖ ve PKK, Türkiye’nin istikrarını baltalamak için kendilerine verilen görevleri yerine getirmeye çalışırken, ülkemize karşı hasım olan ülke ve oluşumları hem destekleyip hem de her alanda yardımlarını görmeye devam etmektedir. Küresel güçlerin hedeflerine yönelik kendi politikalarını terör güdümüyle kabul ettirmeye çalışan ülkelerin kendi gündemleri adına bu iki örgütü artık tüm çıplaklığı ile ortada olmalarına rağmen alenen kullanmaktadır. Taktiksel olarak saldırmazlık veya birbirlerinin eylemlerinden dolaylı olarak fayda sağlamaya yönelik örnekler çokça olmakla birlikte, FETÖ ve PKK’nın temelde farklı ideolojileri ve nihai hedefleri vardır. Kökleri Said-i Nursi’nin görüşlerine dayanan ve sözde İslami açıdan daha etkili bir devlet yapısını hedefleyen FETÖ’nün, PKK’nın Kürt özerkliğini veya bağımsızlığını hedefleyen Marksist-Leninist kökleriyle keskin bir tezat oluşturuyor. Ancak bu farklılıkların ”ortak düşman” söz konusu olduğunda hiçbir mahiyeti bulunmuyor.

FETÖ; Yargı, TSK ve Emniyet Teşkilatı da dahil olmak üzere çeşitli devlet kurumlarına sızarak nüfuzunu kendi emellerine yönelik stratejik kolaylık sağlamak için kullanırken, hükûmeti istikrarsızlaştırmak için PKK üyelerine yönelik davaları veya operasyonları manipüle ederek veya tam tersi şekillerde kullanarak toplum üzerinde çok çeşitli ameliyatlar yapmıştır. PKK’nın temel hedefi, Kürt vatandaşlarımızın yoğunluklu olduğu Doğu ve Güney Doğu bölgemizi kapsayan alanlarda bağımsız bir Kürt Devleti kurmak ya da özerklik elde etmek iken FETÖ’nün hedefi ise daha çok Türkiye’de iktidarı ele geçirmek ve kendi ideolojik yapılanmasını devletin her kademesine yerleştirmektir.

Toplumsal taban olarak ise PKK daha çok Kürt milliyetçiliği üzerinden hareket ederken, FETÖ ise dini bir cemaat görünümü altında daha geniş bir kitleyi hedef alarak eğitim ve iş dünyası üzerinden etkinliğini artırmayı amaçlamıştır. Hem PKK hem de FETÖ Türkiye’nin iç siyasetini etkilemeye çalışarak, devlet içine sızarak, devletin güvenlik politikalarını sabote etme yoluyla Türkiye’yi destabilize etmeyi amaçlamışlardır. FETÖ, eğitim kurumları ve medya üzerinden propaganda yaparak toplumsal yapıya nüfuz etme stratejisi izlerken, buna karşılık olarak PKK da özellikle Kürt nüfus arasında propaganda faaliyetleri yürütmüştür. Eylemsel açıdan iki terör örgütünü incelediğimizde ise PKK, açıktan silahlı mücadeleyi benimsemiş ve çok sayıda terör eylemi gerçekleştirmiş; FETÖ ise daha çok devletin aygıtlarını kullanarak çeşitli yargı kumpasları düzenlemesinin yanı sıra kendine tehdit olarak gördüğü kişilere suikastlar düzenlerken, bu cinayetleri kendisine hasım ya da rakip olarak gördüğü kişilere yıkmıştır. Son olarak 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi ile Türk milletine ait olan silahları yine Türk milletine karşı kullanarak silahlı müdahaleye başvurmuştur.

Eylem ve Söylem Birliği Açısından FETÖ/PKK Organizasyonları

Kökleri daha öncesine dayanan FETÖ’nün 2004 yılı itibariyle insan kaynakları ve faaliyetleri yükselmeye başlarken darbe girişimi sonrası yakalanan örgüt imamlarından birinin yapmış olduğu itiraflar sonucunda 2004 yılında ”cemaatteki” Kürt asıllı imamlara, ”Sizler artık hizmetten değilsiniz ama hizmettesiniz.” dendiğini, yani takiye ve tedbir yapmaları istenerek bir kesime ya da bir görüşe değil, her görüşe hitap etmeleri istenerek çeşitli dernek ve vakıflar kurmalarının yanında farklı düşünce ve görüşe sahip topluluklara da dahil olmalarına yönelik talimat aldıklarını anlatmıştır. 2005 ve 2006 yıllarında ise ABD‘ye doktoraya gönderilen Fetullahçı emniyet görevlileri, açılım sürecine zemin hazırlayıp bölgedeki etkileşimlerini kuvvetli tutmak adına döndüklerinde önemli görevlendirmelerle Doğu ve Güneydoğu’daki illerimizde konumlandırılıp, PKK’ya müzahir birçok kişi ve topluluklarla ikili ilişkilerini sıcak tutmaya çalıştılar. Doğu illerimize gönderilen FETÖ militanları ayrıca bölgede alan taraması yaparak siyasal iktidardan önce havanın nabzını tutmayı başarmışlardır. Hatta siyasal iktidarın çok sonraları başlattığı çözüm sürecini, Fetullahçılar 2009 yılında Polis Akademisinde açılım yaparak çeşitli toplantı ve çalıştaylar düzenlediler. Bu çalışmaların akabinde ”isimli davalar” olarak bilinen, Fetullahçı emniyet, istihbarat, yargı mensupları ile TSK içerisinde mevzilenmiş yapının marifetiyle karar vericiler kasten yanlış yönlendirilerek birçok operasyona imza attılar. PKK’lı terörist Şemdin Sakık, bu kumpas davalarında tanık yapılırken şerefli Türk Subayı ise sanık sandalyesine oturtulmuş; yargılamaları ise Fetullahçı hâkim ve savcılar eliyle yapılırken, ABD’de suç önlemenin yanında suç üretme eğitimi alan Fetullahçı emniyetçiler maharetiyle de kumpasları hayata geçirdiler.

Açılım sürecinde bu iki örgütün görünürdeki ilişkileri FETÖ’nün yayın organı olan Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ile PKK’nın siyasi uzantısı olan partideki Sırrı Süreyya Önder üzerinden yönetildi. O dönem Fetullahçılar sürecin yönetimini hükûmetten tamamen devir almak istediler, hatta tüm yetki ve kontrolün ellerine geçmesi adına sözde terörle mücadele ediyormuş izlenimi vererek KCK operasyonlarını başlattılar. Bu olaydaki amaçlanan hedeflerden birisi hükûmeti zor durumda bırakmak olsa da asıl hedefin Milli İstihbarat Teşkilatımız olduğu ise her iki örgütün sözcüleri tarafından ve mahkemelerde kolektif tavır sergileyen örgüt mensuplarının söyledikleri sözler üzere ”PKK’yı Mit yönetiyor” algısı oluşturarak vatandaş ile devletin arasının açılmasını ve güven ortamını zedelemek adına birlikte hareket ettiler. Sonraki süreçte ise farklı bir stratejiye kapı aralayan Fetullahçılar, BTÖ’nün güdümündeki parti hakkında kapatma davası açılmasına katkıda bulunarak, Kürt siyasetinde PKK ile FETÖ arasında ileri dönemler düşünülerek, uyum içinde çalışacak kadroların hazırlanması için bazı siyasilere yasaklar getirilmesi için ortak akıl yürüttüler. Yine o dönemde FETÖ medyasında bazı Kürt siyasetçilerin parlatıldığına da şahit olunmuştur. Bu parlatılan isimlerin başında ise Selahattin Demirtaş bulunurken, o dönemlerde siyasette bir göreve sahip olmayan Leyla Zana’ya getirilmek istenen siyasi yasak talebi ise sürecin ilginç vakalarından birisi olmuştur. Fetullah Gülen, hemen hemen her dönemde siyaseti dizayn çalışmalarında öncülük ederken dokunmadığı siyasi parti kalmamıştır. Hayatın her alanına nüfuz etmek isteyen FETÖ, TRT Şeş’e paralel olarak Dünya TV’yi kurarak Kürt vatandaşlarımızı etkileyip kendilerinin zihniyetine yakın refleksler göstermesi için de uğraşı göstermekten geri durmamıştır. Darbe girişimi sonrasında kanal içerisinde çalışan bir yetkilinin itirafları eşliğinde kanalın eski Genel Müdürü Remzi Ketenci ile yönetim kurulu üyeleri hakkında açılan davalar sonucunda FETÖ ve PKK ilişkisine dair önemli itiraflarda bulunulmuştur.

PKK terör örgütü mensubu olan ve düzenlenen operasyonlarda yakalanan bazı örgüt kuryeleri, Gülen’e bağlı ışık evleri ile yurtlarda kaldıkları da ortaya çıkarılanlar arasındadır. Hatta üniversite öğrencisi olan Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nu katleden PKK’lı Nurullah Semo da İzmir Bornova’da bulunan Gülen’in yurtlarında kaldığı tespit edilenler arasındadır. Yine Sırrı Süreyya Önder’in tarafından bir örgüt liderinden diğerine selamlar gönderilirken, doğuda sözde demokratik toplumun inşasında birlikte çalıştıklarının itirafları da basına yansımaktaydı. Ne geçmişte ne de darbe girişiminden sonraki süreçte iki örgüt arasında hiçbir zaman çatışma ortamına girilmediği gözlenirken, özellikle darbe girişiminden sonra PKK’nın dağ kadrosundaki sözde üst düzey yöneticileri Avrupa’ya firar eden Fetullahçı militanlara kucak açarak iyi karşılanmaları ve barınma noktasında büyük katkılar sağlamışlardır. Darbe girişimi öncesinde ülke içerisindeki yaratılmak istenen kaos sürecinde ise ihbarlar sonucu teknik takibe alınan PKK’lı canlı bomba şüphelileri, Fetullahçı hâkimler tarafından hızlıca serbest bırakılıyordu. Keza savunma sanayi alanında faaliyet gösteren Gürbüz Sevilay isimli şahıs ise Mit operasyonu ile Özbekistan’dan Türkiye’ye getirildiğinde vermiş olduğu ifadelerin yanı sıra yapmış olduğu itiraflar, bu iki terör örgütünün sahadaki ortak iş birliğine dair seviyesinin anlaşılması için çok önemlidir. Bu şahıs, 2017 yılında Kandil’e giderek PKK’ya füze, anti drone, termal kıyafetler ve daha birçok çeşitte ve çapta askerî teçhizat ve donanım temini noktasında faaliyette bulunduğunu açıklamıştır. Ayrıca örgütten aldığı talimatlar doğrultusunda şirketinde Fetullahçı mahrem imamlara da görevler vermesi istendiğini ve bu talimatları harfiyen yerine getirdiğini anlatmıştır. İki örgütün birlikteliğine dair bir diğer örnekse, çözüm süreci döneminde PKK’lı militanların Türk halkı üzerinde parlatılması çabalarına yönelik hazırlayıp yayınladıkları kitap çalışmaları bulunmasıdır. FETÖ’ye ait olan Zaman gazetesinin Fotoğraf Servis Editörü Selahattin Sevi ile yine Zaman gazetesinde dil, Alevilik ve Kürt sorunu hakkında yazılar kaleme alan Bejan Matur, Kandil’e gönderilerek teröristlerle vakit geçirip örgüt mensuplarını normalleştirmek adına PR çalışması yaparak “Dağın Ardına Bakmak” isimli kitabı birlikte hazırlamışlardır. Hatta bir kadın teröristin puantiyeli çorabının fotoğrafı çekilip bunun üzerinden örgüt elemanlarının ne kadar “masum” ve dağa çıkan militanlarının ise sözde “haklı” gerekçeleri işlenip ilave olarak da devletin baskıları sebep gösterilirken, bu yola neden girdiklerini efsaneleştirip göstermek adına birçok magazinsel fotoğraf çekilerek servis ettiler.

2013 senesinde ise doğuda sözde demokratik uzlaşının sağlanması adına PKK’lı örgüt sözcülerinin Fetullah Gülen’le uzlaşılması ile konunun aşılabileceğine yönelik açıklamalar yapılmıştır. Buna karşılık olarak devam eden yıllarda Fetullahçılardan ise bu söylemlere karşılık olarak olumlu yanıtlar verilmiştir. Yine bu iki örgütün “Mit Tırları Hadisesi” olarak basına yansıyan olayda beraber çalıştıklarına şahitlik edilmiştir. Fetullahçı yargı ve emniyet mensuplarının Türkiye’yi uluslararası alanda zor duruma düşürmek adına yapmış oldukları operasyonu yine ilk sahiplenen PKK ve FETÖ yayın organları olmuştur. AB ve ABD destekli olan bu iki örgütün her alan ve olayda Türkiye karşıtlığı söz konusu olduğunda hiçbir zaman geri adım atmamışlardır.

PKK’nın kentlerimizde başlattığı silahlı başkaldırı döneminde yapılan Hendek Operasyonları ile bölge teröristlerden kuyumcu hassasiyetinde arındırılmış, tek bir sivile zarar gelmemesi için her gün şehitler verdiğimiz ortamda ise “Devlet halka ağır silahlarla saldırıyor” iftirasına yönelik büyük kampanyalar başlatmışlardır. PKK’lı Cemil Bayık’ın 2014’teki ifadeleri ittifakın arkasında ABD’nin olduğuna yönelik bir diğer itiraf niteliği taşıyan beyanlarda bulunarak, ABD’nin destekleriyle “cemaatin” Türk halkını dönüştürerek kendileri ile iş birliğine yönelik ortamın hazırlanmasında kendileri ile irtibat noktasında daha sık görüşme sağlamalarının gerekliliğine değinmiştir. Hatta Cemil Bayık bu ifadelerine ek olarak sonraki yapmış olduğu açıklamalarda 2015 yılında “cemaat” tarafından teklif edilen ortak söyleşi tekliflerine olumlu yanıtlar verdiklerini anlatmıştır. Bir diğer husus ise PKK sözcülerinin 2016 Nisan ayında o dönemki ismi Twitter olan şimdiki adı X platformu üzerinden Türk Hükûmetini yıkmak için “cemaat” ve PKK’nın yaptığı iş birliğinin en doğru karar olduğuna yönelik paylaşımlar yapılmıştır.

PKK’lı Duran Kalkan ise 2016 Mayıs ayında darbe girişiminden birkaç ay önce Cumhurbaşkanının düşürüleceğine dair duyumlar aldıklarını yine bir başka söyleşisinde dile getirirken, FETÖ ile nasıl bir uyum içinde çalıştıklarını ortaya koymuştur. İttifaka yönelik bir başka itiraf ise; yapılan ihbarlar üzerine güvenlik güçlerimizin ele geçirdiği silah ve patlayıcıların incelemesi yapıldıktan sonra Dindar Kaplan isimli PKK’lı örgüt mensubuna ait parmak izlerinin tespit edilmesiyle birlikte, şahıs yakalanarak sorgusunda talimatları örgütte Doktor kod adı ile bildiği kişiden aldığını, bu kişinin yönlendirmesiyle Pamukkale Üniversitesinde 1. sınıfta öğrenim görürken Gülen’in kontrolündeki evlerde kalmasına dair yönlendirmeler aldığını itiraf etmiştir.

PKK ve FETÖ, ülkemize yönelik eylemlerinde farklı noktalardan yaklaşarak aynı yerleri vururken birisi dini görünüşlü diğeri ise etnik terör örgütü olarak aynı hedef üzerinde uzlaşı sağlamışlardır. Uzun vadeli planlar doğrultusunda iki örgütün birbirlerini her alanda ittiklerine de şahit olmaktayız. Örneğin 2011 senesinde Kaymakam adayı olan Kenan Eroğlu isimli şahıs, Muş’tan Diyarbakır’a giderken PKK’lılar tarafından kaçırılma süsü verilip daha sonra serbest bırakıldığında FETÖ medyası tarafından PKK propagandası yapılarak şahsın örgüt tarafından çok iyi şekilde muamele gördüğünü, PKK’nın demokratik sürecin içinde olmak istediğine dair bir kaymakam adayı tarafından bu sözlerin söyletildiğine şahitlik edilmiştir. Aynı kişi, darbe girişiminden sonra yapılan incelemelerde Vali Yardımcılığı yaparken FETÖ mensubu olduğu ortaya çıkınca ihraç edilenlerden biri olmuştur. Dahası, dönemin Muş Valisi Seddar Yavuz’un sosyal medya üzerinden duyurduğu bir paylaşımda ise bölgede yaralı olarak ele geçirilen bir PKK’lının üzerinden çıkan telefonun incelemesinde cihazda örgütün haberleşme programlarından biri olan Bylock’un çıktığı duyurulmuştur. Güvenpark saldırısının faillerinden olan PKK’lı Vahit Ayçil’in ise yakalanması sonrasında yapılan incelemede birinci derecede akrabaları olan kişilerin birçoğunda yine Bylock uygulamasına rastlanmıştır. Bir diğer iş birliği ise İzmir’de düzenlenen operasyonla yakalanan FETÖ’ye ait Kaynak Holding ile ticari ilişkileri bulunan HDP’li Erhan Kahraman’ın FETÖ ile PKK’nın siyasi uzantısı arasında kuryelik yaptığı ortaya çıkarılmıştır.

Darbe girişiminin yapılacağı geceye dair PKK’lı Medet Oruç isimli şahsın daha sonra yakalandığında girişim öncesinde kırsalda bulunurken; darbenin yapılacağına yönelik örgüt tarafından bilgi aldıklarını, askere yönelik herhangi bir eylemin düzenlenmemesi gerektiğini, hedefin yalnızca polis olduğuna yönelik talimatlar aldıklarını itiraf etmiştir. Bu örnekler birlikteliğe dair yaptıkları çalışmaların küçük bir bölümüdür. Özellikle 2014 ve 2015’te ülkemizde düzenlenen bombalı saldırılar ile açılım süreci boyunca bu iki örgüt iş birliği seviyesinde fiili eylemsellik anlamında doruklara ulaşırken, ülkenin darbe ortamına hazırlanması için yeknesak hareketleri açıkça ortadadır. Halkın darbeye rıza göstermesine yönelik çeşitli argümanların sunulması ve güven ortamının ortadan kaldırılması için aynı el tarafından bir araya getirildiler ve hâlâ bir aradalar!

Webinara
Kayıt Ol !

Son 2 Gün