Türkiye, çoğu coğrafyada etkisini arttırmak için yumuşak gücün araçlarını kullanırken; vize ve göç politikalarında da yumuşak bir yaklaşım sergilemesi, farklı ülkelerden insanların Türkiye’yi transit ülke olarak kullanmasının önünü açtı. Küresel tahtada nüfuzunu artırırken, fillerin tepişmesinden kaçınmak için ip üstünde diplomasi yürüten Türkiye, makro çıkarları için mikro çatışmaları göze aldı. Birçok gelişmiş ekonomi ve üçüncü dünyasının da içinde olduğu çok boyutlu bir politika yürüten Türk politika yapıcıları, aldıkları riskler ve gördükleri fırsatların yanı sıra uzun vadeli kazançların sağlanması için birtakım yeni yaklaşımlar geliştirdiler. Son dönemlerde dünyadaki Türk varlığı ciddi anlamda yükselirken bu sahnedeki büyük güçlerle çatışmadan kaçınmak için revizyonist politikalardan kaçınıldı.
Türkiye’nin özellikle yumuşak gücüyle nüfuzunu artırma çabaları, gelişmekte olan ülkelerle ilişkilerini güçlendirmek için oldukça etkili bir yöntem oldu. Özellikle Afrika ve Orta Doğu’da, Türkiye’nin inşa ettiği kültürel ve diplomatik ilişkiler, ülkeler arası yakınlaşmayı da teşvik etti. Ancak, bu yaklaşımın bir yan etkisi olarak vize politikalarında kolaylık sağlanması, Türkiye’yi bir transit ülke haline getirmeye ve gelişmiş ülkelerle sorunlar yaratmaya başladı. Göç politikasıyla birlikte bu durum, içerde de ciddi bir sosyo-ekonomik ve güvenlik sorunlarına neden olabiliyor.
Küresel güçlerin, Türkiye’nin etkisini genişletmeye çalıştığı bölgelerde varlıklarını koruma çabası da bir başka önemli faktör. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Çin, Rusya, Fransa ve İngiltere gibi büyük aktörler, ekonomik ve askeri nüfuzlarını güçlendirmek için çeşitli ülkelerde örtülü sömürgecilik politikaları uyguluyor. Türkiye ise bu pazara hem askeri hem de kültürel alanda giriş yapmaya çalışıyor. Ancak Türkiye bu ülkelerdeki etkinliği daha çok yumuşak güç üzerinden ilerletmeyi tercih ediyor ve bu; kültürel diplomasi, yardım programları ve dini-kültürel bağlar gibi alanlarda daha belirgin hale geliyor.
Vize ve vatandaşlık konusunda izlenen politikalar ise hem zorunluluk hem de mevcut hükümetin kendi ajandasının bir birleşimi sonucu ortaya çıkmış olabilir. Türkiye, Avrupa Birliği (AB) ile olan ilişkilerini güçlendirmek ve uluslararası alanda daha fazla saygınlık kazanmak için göç ve vize politikalarını düzenlemeye çalışıyor. Aynı zamanda, hükümetin dış politika ajandasında Afrika, Orta Asya ve Orta Doğu gibi bölgelerde etkinliğini artırmak da yer alıyor. Bu amaç doğrultusunda bölge ülkelerle iyi ilişkiler kurmak için vize kolaylıkları sağlama stratejisi de güdülüyor. Bu politikanın arkasında hem Türkiye’nin uluslararası prestijini artırma çabası hem de bu bölgelerdeki nüfuzunu pekiştirme hedefinin yer aldığını iddia etmek yanlış olmayacaktır.
Bu karmaşık denklemde Türkiye’nin dengeyi sağlaması da oldukça önemli bir faktör olarak öne çıkmakta. Hem gelişmiş ekonomilerle ilişkileri toparlamaya hem de nüfuzunu artırmaya çalışan Türkiye bu durumu sürdürülebilir şekilde yapmalı. Bu noktada önemli sorulardan biri ise Türkiye’nin dengede kalmamasını kimler, neden istiyor ve dengenin bozulması için neler yapıyor? Sorunlarını çözecek olan bir Türkiye’nin bölgesel ve küresel potansiyeli nedir?
Türkiye’nin dengede kalmamasını isteyenler, bölgesel ve küresel düzeyde Türkiye’nin güç kazanmasını kendi çıkarlarına tehdit olarak gördükleri için bu politikaları uygulamakta. Özellikle, ABD, Rusya, Fransa gibi ülkeler, Türkiye’nin Orta Doğu, Afrika, Doğu Akdeniz ve Kafkasya’daki etkisini dengelemek ya da kendi stratejik çıkarlarını korumak için Türkiye’nin hareket alanını kısıtlamaya çalışıyor.
Türkiye’nin büyüyen askeri kapasitesi, artan diplomatik nüfuzu ve ekonomik büyüme potansiyeli, bazı ülkelerin bölgedeki çıkarlarıyla ters düşmekte. Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları üzerindeki çekişmeler, Türkiye’nin bölgesel güç konumunu rahatsız eden bir faktör olarak öne çıkmakta. Ayrıca, Türkiye’nin Rusya ile olan dengeli ilişkisi, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyesi olması nedeniyle Batı’da şüphe uyandırıyor ve makro düzeyde bir sorun olarak öne çıkıyor.
Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan gerilimler, özellikle göç politikası, insan hakları ve demokrasi konularındaki eleştiriler, Rusya ile Ukrayna arasındaki savaştan dolayı uygulanan yaptırımlar Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerini zorlaştırıyor. AB’nin Türkiye’ye karşı daha mesafeli bir tutum sergilemesi, ekonomik ve siyasi iş birliğinin önünde engel teşkil ediyor.
Ayrıca Türkiye’nin iç ekonomik sorunları, özellikle yüksek enflasyon, döviz kurlarındaki dalgalanmalar ve işsizlik gibi faktörler, dış politikada daha agresif adımlar atmasını da zorlaştırıyor. Ekonomik istikrarın olmaması, Türkiye’nin dış politikada daha bağımsız hareket etme kapasitesini sınırlıyor. Küresel ekonomik krizler ve enflasyon, Türkiye’yi doğrudan etkiliyor. Özellikle enerji ve gıda fiyatlarındaki artış, Türkiye’nin iç piyasasında ciddi baskılara yol açarken, ekonomik büyümesini de olumsuz yönde etkiliyor.
Suriye denkleminde ise, ülkede iç savaşının başlamasından bu yana Türkiye, bölgesel istikrarı sağlamak ve kendi güvenliğini korumak için aktif bir rol üstlendi. Ancak ABD’nin PYD/YPG/PKK ile iş birliği yapması, Türkiye’nin bu süreçteki manevra alanını daraltıyor. Suriye’nin kuzeyinde bir terör koridoru oluşması, Türkiye’nin ulusal güvenliğine ciddi bir tehdit olarak algılanıyor ve bu Türkiye’nin stratejik hedeflerine ulaşmasının önündeki en büyük engellerden biri olarak görülüyor. ABD’nin Suriye’deki PYD/YPG/PKK’ya destek vermesi, Türkiye-ABD ilişkilerinde ciddi bir gerilime yol açtı. Bu durum, Türkiye’nin sınır güvenliği ve iç istikrarı açısından büyük bir tehdit oluşturuyor. ABD’nin bu politikası, Türkiye’nin Suriye’deki çıkarlarını baltalıyor.
Bu noktada Türkiye’nin dış politika stratejisini çok boyutlu bir yaklaşımla değerlendirmek oldukça yerinde olacaktır. ABD ile ilişkileri geliştirmek, ekonomik ve siyasi alanda önemli avantajlar sağlayabilir. Özellikle askeri operasyonlarla desteklenmiş siyasi ve diplomatik çözümler yoluyla hareket etmek, Suriye ve PYD/YPG/PKK gibi temel sorunlarda ABD ile ortak bir zemin bulmayı sağlayabilir. Ayrıca, ekonomik problemleri kontrol altına alarak ve demografik değişimlerin önüne geçerek iç istikrarı güçlendirmek, dış politikada daha sağlam adımlar atmayı kolaylaştırır. Suriye’de orta yolun bulunması hem Rusya hem de ABD ile dengeli bir ilişki kurarak bölgesel sorunları çözme konusunda kritik öneme sahiptir.
Son olarak bölgedeki küresel çapta etkili bir diğer problem ise İsrail’in Filistin ve Orta Doğu üzerindeki revizyonist politikalarıdır. Bu politikalar neticesinde bölgedeki tansiyon sürekli olarak İsrail ve İran tarafından yükseltiliyor. Türkiye, Filistin davasına güçlü destek vererek Arap dünyasında olumlu bir imaj kazansa da İsrail’in ve İran’ın politikaları nedeniyle bölgede kalıcı bir çözüm bulmak zorlaşıyor. Bu durum, Türkiye’nin bölgedeki arabuluculuk rolünü ve etkisini sınırlıyor.
Sonuç
Türkiye’nin vize ve göç politikaları, uluslararası ilişkilerde önemli bir rol oynamakta. Yumuşak güç stratejisi çerçevesinde uygulanan vize ve göç politikaları, ülkenin uluslararası alandaki nüfuzunu artırma çabasının bir parçası olarak görülmekte. Bu politikalar, Türkiye’nin gelişmekte olan ülkelerle olan ilişkilerini güçlendirirken, aynı zamanda gelişmiş ekonomilerle de sorunlar yaşamasına neden oldu. Türkiye’nin transit ülke rolü, özellikle gelişmiş ülkelerle olan ilişkilerde bazı gerginliklere de vesile oldu. Bundan dolayı iç sosyo-ekonomik ve güvenlik sorunlarını da beraberinde getirdi.
Suriye ve Orta Doğu’daki gelişmeler, Türkiye’nin bölgesel güvenlik stratejilerini etkileyen önemli unsurlardır. Özellikle ABD’nin PYD/YPG/PKK ile iş birliği içerisinde olması, Türkiye’nin Suriye’deki stratejik hedeflerine ulaşmasını zorlaştırmakta ve bölgesel istikrarı tehdit etmekte. Türkiye’nin bu süreçte dengeleyici bir rol oynaması ve hem Rusya hem de ABD ile makul bir ilişki kurması gerekmektedir. Küresel güçlerin Türkiye’nin bölgesel etkisini dengeleme çabaları, ABD, Çin, Rusya, Fransa ve İngiltere’nin Türkiye’nin stratejik hedeflerine yönelik tutumları bu çerçevede değerlendirilmelidir. Türkiye’nin bu büyük güçlerle yürüttüğü ilişkiler hem ekonomik hem de askeri düzeyde önemli bir denge sağlamak zorundadır.
Filistin-İsrail gerilimi, Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolünü ve etkisini sınırlandıran bir diğer önemli faktördür. Türkiye’nin Filistin davasına verdiği güçlü destek, bölgedeki arabuluculuk rolünü pekiştirse de İsrail ve İran’ın politikaları nedeniyle kalıcı çözümler bulmak zorlaşmaktadır.
Sonuç olarak, Türkiye’nin dış politika stratejisinin başarılı bir şekilde yürütülmesi için ekonomik istikrarın sağlanması, iç ve dış politika arasındaki dengenin korunması ve büyük güçlerle stratejik ilişkilerin dikkatle yönetilmesi önem arz etmektedir. Türkiye’nin vize ve göç politikalarının uluslararası ilişkilerdeki etkilerini göz önünde bulundurarak hem iç hem de dış politika düzeyinde sürdürülebilir stratejiler geliştirilmesi gerekmektedir. Bu yaklaşım, Türkiye’nin uluslararası alandaki etkisini artırırken, aynı zamanda iç ve dış sorunlarını çözme kapasitesini de güçlendirecektir.