Lütfiye Sarı: Zafer Karatay kimdir? Emel Kırım Vakfı ne zaman, kim tarafından kuruldu ve aktif olarak hangi faaliyetleri yürütüyor? Türkiye-Kırım arasında bir bağlantı sağlıyor mu?
Zafer Karatay: Hem anne tarafından hem baba tarafından aslen Kırımlıyım. Dedem, Kırım’dan göç etmek zorunda kalmış ve Ankara’ya 40 km uzaklıkta bir yerde Kırım Tatarlarının yaşadığı Gunalan köyünü kurmuştur. Ben de 1958’de o köyde doğdum. Ortaokul, lise ve üniversiteyi Ankara’da okudum. Gazi Üniversitesi’nde Mühendislik tahsili yaptım. Tahsilimden sonra bir dönem TRT’de prodüktörlük yaptım. Gerek dedemlerin anlattığı gerekse kendi araştırmalarım ve okuduğum Cengiz Dağcı romanları ile Kırım’a ve Kırım davasına son derece ilgi duyuyordum. 1975-1976 yıllarında Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, Kırım meselesi için büyük bir açlık grevi yapmıştı. O dönemlerde biz de çeşitli protestolar yaptık. O yıllarda ben de duygularımı ifade eden şiirler, makaleler yazdım. 1980’den sonra da bir grup arkadaş toplandık ve Kırım davası için neler yapabileceğimizi konuştuk. O yıllarda Emel Dergisi çalışmalarını sürdürüyordu.
Emel Dergisi ise, 1930 yılında Bulgaristan’ın Pazarcık kasabasında Müstecip Ülküsal ve 9 idealist arkadaşının çıkardığı bir dergidir. Bu on dava arkadaşı, İsmail Gaspıralı’nın izinde şiirler yazan Mehmet Niyazi’ye danışarak derginin adını “Emel” koydular. 1917’de ilan edilen Kırım Halk Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanı Cafer Seydahmet Kırımer’in teklifi ve isteği ile Emel Dergisi, Kırım Türklerinin tüm dünyada bağımsızlık için verdiği mücadelenin sesi olmayı üstlenmişti. İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Emel, yayınını durdurdu ve ancak 1960’ta Ankara’da tekrar yayın hayatına devam etti.
Biz de bir grup arkadaş 12 Eylül darbesi münasebetiyle tüm vakıf ve derneklerin durdurulan faaliyetlerini canlandırmak adına, Emel Dergisi’nin 1983’ten itibaren yayın işini üzerimize aldık ve bu sene tam 40 yıl oldu. 1986’dan sonra Emel Kırım Vakfı’nı kurduk. 1992 senesinden beri de Emel Kırım Vakfı’nın başkanı olarak faaliyet yürütüyorum.
Kırım’a ilk kez 1989 yılında gittim. O yılarda Kırım Tatar Milli Hareketi kurulmuştu ve Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ile görüşmüştük. 1989 yılının Mayıs ayında, Kırım Tatar Milli Hareketi’nin Türkiye temsilcisi oldum. Kırım Türklerinin yoğun bir şekilde Kırım’a dönmeye başladığı 1990 yılında da Kırım Tatar Kurultayı toplandı ve o kurultaya bizler de Türkiye’den katıldık. Emel Kırım Vakfı olarak, uzun yıllar birbirinden habersiz yaşayan sürgündeki Kırım Tatarları ile Türkiye’deki, Romanya’daki, Amerika’daki Kırım Tatarları arasında bir köprü kurmayı amaç edindik, bunun için çalıştık. Şunu çok açıkça söyleyebilirim ki, Emelciler ve Emel Kırım Vakfı olmasaydı, Kırım ile diğer Türk ülkeleri ve burada yaşayan Kırım Tatarları arasındaki köprü, bu kadar çabuk kurulamazdı.
Lütfiye Sarı: Kırım Türklerinin 1944’te Türkiye’ye göçtükten sonraki hayatı nasıldır? Tatarların Türkiye’de karşılaştıkları sorunlar nelerdir?
Zafer Karatay: Aslında bu göçler 1944’te başlamadı, 1783’te Kırım Hanlığı, Çarlık Rusya tarafından işgale uğradıktan sonra bir göç dalgası başladı. Maalesef, 2022 yılında bile bu göç dalgası hala devam ediyor. 1783’ten beri Rusya’nın Kırım üzerindeki baskısı artarak devam etmiştir. Aslına bakarsak atalarımızın “aynı din, aynı soy, aynı kültür” anlayışı ile Kırım’dan göç ettikleri Türkiye toprakları; Türk dünyasının diğer topluluklarına bakıldığında, Osmanlı döneminde de sonrasında da birbirine en yakın kültür dairesinden olandır. Dolayısıyla 1783’ten beri, önce Osmanlı sonra Türkiye Cumhuriyeti, Kırım’dan göç eden Kırım Tatarlarına hep kucak açmıştır. Genele baktığımızda hiçbir ciddi ayrım olmamıştır. Elbette ki iki toplumun birbirinden farklı yanları olmuştur ancak bu bir ayrıma sebebiyet vermemiştir.
Osmanlı Devleti, Kırım Savaşı’ndan sonra göç edenlere Anadolu’da topraklar verdi. Bugün Eskişehir’de, Polatlı’da ve Türkiye’nin her yerinde verilen bu topraklarda hala Kırım Tatarları yaşamaktadır. 1944’te Kırım Türkleri vatanlarından sürgün edildikten sonra, Kırım’dan kaçan, Almanya’da kamplarda olan Türkler de uzun süre Almanya’da kaldılar ve Sovyetler Birliği’ne iade korkusu yaşadılar ancak Türkiye’nin ve Emelci büyüklerimizin, Müstecip Ülküsal gibi kıymetli dava arkadaşlarımın gayretleriyle bu insanlar 1947’den sonra İskân Kanunu ile “göçmen” statüsünde Türkiye’ye getirildiler.
2021’e baktığımızda Rusya-Ukrayna savaşının etkisiyle Kırım’dan Türkiye’ye yine bir göç dalgası oldu ve Türkiye Cumhuriyeti gereken tedbirleri aldı, devlet koruması ve uzun süreli ikamet izni gibi çeşitli ihtimamlar gösterdi ve Türkiye’de barınmalarını sağladı.
Lütfiye Sarı: Türkiye’nin Kırım Türklerine yönelik politikaları nelerdir?
Zafer Karatay: Kırım Türklerine yönelik politikalar zaman içerisinde değişiklik göstermiştir. Bu Osmanlı Dönemi’nde farklıydı, günümüzde daha farklıdır. Biz Kırım Türklerinin devletimizi yeniden kurma şansımız yoktu. Kırım’dan biz sürgün edilmiştik ve Kırım’a dönerken Rus çoğunluğun hâkim olduğu bir idare vardı ve bu idare içinde biz Kırım’a dönerek yerleşmeye gayret ettik. O dönemlerde Kırım Tatar Milli Meclisi seçildiğinde ben hemen 1992 yılı Şubat ayında meclis başkanı Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nu ve bir meclis üyemiz Server Ömer büyüğümüzün eşi hanımefendi ile birlikte Türkiye’ye davet ettik. O dönemde Kırım Tatar Milli Meclisi resmi temsil organı olarak sayılmıyordu. Kabul etmiyorlardı yani de facto bir meclisti. 1990’da Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve bazı siyasi parti liderleri, Kırım Tatar Milli Meclisi’ni, Kırım Tatarlarının yetkili temsil organı ve Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nu da bu meclisin başkanı olarak kabul ettiler. Kırım – Türkiye arasında hem görüşmeler hem elçi gönderimleri bu statü ile devam etmiştir ve devam etmektedir.
1991’den itibaren, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Kırım Türkleri çadırlarda yaşıyorlardı, zor bir süreçti. O dönemde biz de Kırım Tatarlarının evlerine sahip olması için kampanyalar yaptık, evlerini yeniden inşa eden insanlara yardım ettik, sağlık problemleri yaşayan insanlara yönelik çalışmalar yaptık. Camilerin yeniden inşa edilmesi, milli mekteplerin kurulması gibi pek çok insani yardım gerçekleştirdik. Türkiye Cumhuriyeti de bu dönemde Kırım Tatarlarına desteğini eksik etmedi. Örneğin dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Kırım’ı ziyaret etti, Hansaray’ın bahçesinde Kırım Tatarlarına tarihi bir konuşma yaptı ve hemen orada Kırım Tatarlarına 1000 konut sözü verdi. Bu seviyede insani yardımlar, diplomatik ilişkiler hükümetler değişse bile hep devam etmiştir.
Türkiye, 2014’te Kırım’ın ilhakını resmi olarak hiçbir zaman tanımamıştır ve bunu açıklamıştır. Kırım işgal edilir edilmez, Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun Kırım’a girişi yasaklandı. Bunun üzerine Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Abdullah Gül, Kırımoğlu’na Çankaya’da bir törenle Cumhuriyet Nişanı vermiştir. Bu hem Rusya’ya hem Ukrayna’ya işgali kabul etmediğini gösteren bir mesaj ve çok önemli bir diplomatik hamleydi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kırım konusunda duruşu net ve tavizsizdir. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti’ne minnettarız.
Lütfiye Sarı: Türkiye’de bir süre Kırım Türkleri İskân Kanunu’na binaen Türkiye’de belli bölgelere yerleştirilmişti. Bu göç, hala devam ediyor mu? Yerleştirilen Tatarların vatandaşlığı nasıl etkilenecek?
Zafer Karatay: Türkiye Cumhuriyeti, Kırım’dan gelen Türkleri vatandaşlık kapsamına almıyor, yani şu an vatandaşlık vermiyor. Elbette evlilik, şahsi müracaat gibi durumlar ayrı süreç. Kırım Tatarları uzun süreli ikamet kapsamına alınıyor ya da İskân Kanunu’na göre belli bölgelere yerleştiriliyorlar. Türkiye Cumhuriyeti, iskân ile yerleştirilen Kırım Tatarlarının barınma, beslenme, sağlık gibi temel ihtiyaçlarını karşılıyor. Uzun süreli ikamet kapsamına alınan Kırım Türkleri ise temel ihtiyaçlarını kendileri karşılıyor ve istedikleri bölgeye yerleşiyorlar. Bu konuda Kırım Türklerine son derece büyük kolaylıklar sağlanıyor.
Bugün, çok farklı coğrafyalardan Türkiye’ye gelerek uzun süreli ikamete başvuran pek çok kimse var. Ancak bunların formalitesi ile Kırım Türklerinin formalitesi bir değil. Kırım Türklerinin yerleşme/yerleştirilme işlemleri çok daha hızlı halledilmektedir. Bürokratik hususta zaman zaman problemler olabiliyor çünkü Kırım Türklerinin büroktratik anlamda durumları çok karışık. Kırım Türklerinin bir kısmı Rusya vatandaşı, bir kısmı Ukrayna vatandaşı, bir kısmı işgalden sonra seferberlik sebebiyle kaçmış, Rus pasaportu var ve Rus pasaportu olunca korumaya tabii değil. Bu gibi durumlarda da Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu gibi büyüklerimiz Ankara’daki heyetler ile görüşerek, bu sorunların nihayetlenmesini sağlamaktadırlar.
Lütfiye Sarı: Kırım Türkleri Türkiye’de kendini ötekileştirilmiş hissediyor mu?
Zafer Karatay: Kendi tarihini, yani Türk tarihini bilen, bu konuda az çok fikir sahibi olan Kırımlılar kendisini ötekileştirilmiş hissetmez. Bilakis Kırım, Türkiye için de, Osmanlı Devleti için de çok önemliydi. 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ile ilk defa Müslüman bir tebaanın (halkın) yaşadığı bir toprak parçası, Kırım, Osmanlı himayesinden çıkarıldı. Osmanlı Devleti bu olaydan sonra sürekli Kırım’ı almak için teşebbüslerde bulundu. 1853-1856 Kırım Savaşı, bu teşebbüslerden biriydi.
1917’de Çarlık Rusya yıkıldıktan sonra Bolşevik İhtilali’nin getirdiği karmaşada Kırım büyükleri, Kırım’da kurultayı toplayıp Kırım Halk Cumhuriyeti’ni ilan ettiler. O yıllarda İttihat ve Terakki hükümeti; Talat, Enver ve Cemal Paşalar da Kırım Tatarlarına desteklerini ilettiler.
Türkiye Türkleri ve Kırım Türklerinin geçmişten gelen güçlü bağları var. “Şu Yaltadan Taş Yükledim”, “Kırım’dan Gelirim”, “Ey Güzel Kırım” gibi sanatsal ifadeler hep Kırım’a yönelik bir sempatidir.
1960’tan sonra Cengiz Dağcı’nın romanlarının Türkiye’de de yayınlanmaya başlamasıyla Kırım’a olan sempati katlanmıştır. 1970-1975’te Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun açlık grevi, 1987’de Moskova Kızılmeydan’da Kırım Tatarlarının büyük gösterileri gibi pek çok durum, Kırım’ın Türk dünyasında ve başta Türkiye’de sevgisini celbetmiştir. Kırım’ı bilmeyen, Kırım Tatarlarının kim olduğunu bilmeyen insanlar bu konuda farklı düşünebilir ancak tarih bilgisi ve bilinci olanlar için böyle durumlar söz konusu değildir. Kırım Türkleri her zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli asli unsurlarından biri olmuştur çünkü İstiklal Savaşı’nda Kırım Tatarları da Türkiye Türkleri ile sırt sırta vermiştir.
Lütfiye Sarı: Geçtiğimiz aylarda Mustafa Kırımoğlu ile Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Zafer Karatay: Elbette bu görüşme çok önemli. Ben Emel Dergisi’nin 2023 Temmuz sayısında bunu değerlendirdim. Bu görüşmeye çok yakın bir tarihte de Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ukrayna Başbakanı Zelenski ile görüştü. Dışişleri Bakanlığı, resmi sosyal medya hesaplarından Kırımoğlu ile Hakan Fidan’ın görüşme esnasındaki fotoğrafını paylaştı. Burada asıl önemli olan kısım, daha evvelki görüşme salonlarında Ukrayna bayrağı ve Türkiye Cumhuriyeti bayrağı bulunurken, bu görüşmede Kırım-Tatar bayrağına da yer verilmesidir. Bu, Kırım tarihinde de Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de bir ilktir.
Burada Hakan Fidan, Dışişleri Bakanı olarak, Kırım’ın hür ve bağımsız olduğuna yönelik önemli bir diplomatik mesaj vermiştir. Bu mesaj hem Ukrayna’ya hem Rusya’ya olan bir mesajdı. Bundan sebeple biz, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’a teşekkür ederiz. Rusya-Türkiye ilişkilerinin, dayatıldığı kadar kaynaşmalı olmadığının da çok iyi bir ispatı olmuştur.
Bu görüşmeye yakın tarihte gerçekleşen Erdoğan-Zelenski görüşmesinden sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kırım Tatarlarının bağımsız mücadelesini yakından takip ettiklerini ve desteklediklerini ifade etmiş ve Zelenski’ye, Kırım Tatarlarının haklarının gözetilmesinde rol oynadıkları için teşekkür etmiştir. Bundan sebeple hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem de Hakan Fidan’ın verdikleri diplomatik mesajlar bizim için çok önemlidir. Bu mesajları Kırım lehine olarak yorumladık. Rusya, bu mesajlara sessiz kalmayı tercih etmiştir çünkü Rusya şu an Türkiye’ye muhtaç vaziyettedir. Nefes aldığı, Batı ile bağlantı sağladığı yer Türkiye olduğundan, Türkiye ile olan ilişkileri sarsmak istemez. O sebeple Putin de Türkiye’deki Amerikan ve İsrail karşıtlığını kullanarak Türkiye’yi NATO’dan koparma ve Türkiye’yi yalnızlaştırma eğilimindedir. Bu eğilimleri gelecekte çok daha güçlü olduğunda, Türkiye için asıl niyetini gözler önüne serecektir.
Lütfiye Sarı: Kırım’ın 2014 referandumunda Rusya’ya bağlanma kararı almasının sebebi nedir? Kırım Türkleri, bu yasadışı ilhaka nasıl tepki vermiştir?
Zafer Karatay: Kırım Türklerini bir gecede evlerinden kovdular, sürgün ettiler ve Kırımlıların evlerine Ukrayna ve Rusya’nın içlerinden Slavları getirip yerleştirdiler. Kırım’da 1944 öncesinde “Kırım Muhtar Özerk” Cumhuriyeti” vardı ve Kırım Tatarlarının yönetimindeydi. Sürgünden sonra Kırım bir eyalete dönüştürüldü ve Kırım’da neredeyse hiç Türk kalmadı. Şunu açıkça ifade edebiliriz ki Kırım, Sovyetler Birliği’nin Antalyası’ydı. Antalya, Türkiye’nin gözde şehirlerinden bir tanesi ve çok fazla turist akınına uğruyor. Kırım da benzer özelliklere sahip, muhteşem bir yerdi. Kırım Türkleri, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde Kırım’a dönmeye başladığında, Kırım’ın yerel çoğunluğunu şovenist Ruslar oluşturuyordu ve bu kitle Kırım Tatarlarına karşı bir kitleydi.
Referanduma ilk teşebbüs, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde olmuştu. Ancak Kırım Tatar Milli Meclisi kurulduktan sonra Kırım Tatarları birlikte hareket edip çok daha güçlü durduğundan, bu gayretleri bertaraf etmişti.
2014’te işgalle beraber referandum gerçekleştirildi. Referandumda Kırım Ttarlarının nüfusu 300.000 civarındaydı. Bu azınlık ile Kırım Tatarları olarak referanduma gitsek bile netice değişmeyecekti. Bu sebeple Kırım Tatar Milli Meclisi, referandumun illegal olduğunu ve bu referanduma katılmayacaklarını söylediler ve boykot ettik. Bu hamle ile Putin, Mart sonunda yapılması planlanan referandumu, 16 Mart’a aldı ve alelacele bir biçimde gerçekleştirildi. Referandumdaki sorularda tamamen algı yönetimi vardı. “Ukrayna’da kalmak istiyor musunuz?” tarzında bir soru bile yoktu. Bütün sorular, “Rusya’ya bağlanma” üzerineydi. Kırım Tatarlarının yaşadığı yerler işgal edilmiş, bu yerlerde askeri birlikler ve zırhlı araçlar kol geziyor. Böyle bir baskı ortasında ev ev dolaşarak bu referandumu gerçekleştirdiler. Aynı dönemlerde diğer devletler bu durumu, “iki devletin arasındaki münakaşa” diyerek önemsemiyorlardı. Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu CNN International’da yayın konuğu olarak, Kırım Tatarlarının yaşadıkları baskıyı ve Kırım’ın haksız işgalini anlattı ve referandumu tanımadıklarını dile getirdi.
İlerleyen zamanlarda Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Kırım’ın yasadışı ilhakının hukuksuz olduğunu bildirdi. Beraberinde Türkiye, ABD gibi devletler de bu referandumu tanımadı. Suriye, Birleşik Arap Devletleri, Kuzey Kore gibi anti-demokratik devletler ise bu referandumu tanıdıklarını dile getirdiler.
Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, referanduma katılımın %33’lerde olduğunu, bu katılımın da çoğunluğunu şovenist Rusların oluşturduğunu beyan etti. Rus gizli servisinin raporları da bunu teyit etti ancak güçlü Rus propagandası ve haber yayın akışının taraflılığı ile bu referandum demokratik gösterildi. Halbuki Kırım, fiilen işgal edilmişti. Kırım’ın her yerinde askeri birlikler, zırhlılar ile kol geziyordu. Pek çok Kırım Tatarı aydın ve önemli siyasilere çeşitli işkenceler uygulandı, Rus hapishanelerinde esir edildiler ve yoğun bir baskı ile Kırım Tatarlarını etkisiz hale getirmeye çalıştılar.
Lütfiye Sarı: Kırım Rusya’ya bağlandıktan sonra Kırım coğrafyasında dil, kültür, hukuki ve siyasi açıdan ne gibi değişiklikler oldu? Rusya’nın Kırım Tatarlarına yönelik asimilasyon politikaları bulunuyor mu?
Zafer Karatay: Kırım, 2014’te işgal edildikten sonra 20-30 bine yakın insan Kırım’ı terk etmek durumunda kaldı. Putin, Nariman Celal gibi Kırım Tatar siyasi ve aydınlarını Rus hapishanelerinde esir ederek bir nevi, diğer Kırım Tatarlarını korkutmaya ve bastırmaya çalışmıştır. Bugün, Kırım Tatarlarının kararlı duruşu olmasaydı Putin, tıpkı 18 Mayıs 1944’te Stalin’in yaptığı gibi tüm Kırım Türklerini farklı coğrafyalara sürerdi. Ancak dünyadaki konjonktür, Putin’in Türkiye ve diğer ülkelerle olan ilişkileri, bu duruma elverişli değildir. Bunu yapamasa bile baskıları ve hürriyetten yoksun bırakmaları devam ediyor. Bu da soykırımın farklı bir çeşididir.
2014’ten sonra Ankara’da katıldığım ve pek çok farklı ülkeden büyükelçilerin bulunduğu toplantıda, Kırım’ın işgalini ve Kırım Tatarlarının durumunu anlattım. Orada, Rus elçiliğinden gelen bir konsolos bana, Kırım Tatarlarına dil hakkı, mektep hakkı, Anayasa’ya göre iade-i itibarımızın geri verildiğini dile getirdi. Ben de Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Tataristan’ın ve Çeçenistan’ın sözde pek çok hakka kavuştuğunu ancak bu hakların fiilen olmadığını belirttim. Tataristan ve Çeçenistan’ın başına gelen bugün Kırım Tatarlarının başına gelmektedir. Vaat edildiği gibi ilgili haklar tanınmamıştır.
Eskiden Rusya’da özerk cumhuriyetlerde veya idarelerde farklı milletin çocuklarının, anaokul ve ilkokulu kendi dillerinde okuma hakkı bulunuyordu. Putin bunu isteğe bağlı hale getirdi. Durum buna evrilince, çocukların kendi dilinde eğitim alabileceği öğretmenlerim atamaları durduruldu ve bu sayede Rusçaya mahkûm edildiler. Halbuki Kırım Tatarlarının kendi dillerinde eğitim verebilecek pek çok tahsilli ancak işi olmayan öğretmenimiz bulunuyordu. Bu da bir asimilasyon, soykırım yoludur.
Bir soykırım yollarından biri de şudur: Putin, Ukrayna’ya saldırı başlattığından beri en çok cepheye sürülen ve ölen kesim Kafkasyalılar ve Slav olmayanlardı. Putin, bir taşla iki kuş vuruyor. Hem, Slav olmayanların erkeklerini cepheye göndererek onların ölümüne sebep oluyor hem de Slav olmayan kadınların, Rus erkekleriyle evlenmelerini sağlıyor. Rusya bunlardan kar elde etmeye çalışıyor çünkü Rusya’nın doğum oranlarına bakıldığında Ruslarda doğum oranı çok düşük ve Rus olmayanlarda yüksekti. 2050’li yıllara gelindiğinde, Rusların içerisinde çok ciddi bir Müslüman ve Türk nüfusunun olacağı hesaplanıyordu. Bu, Rusya için çok büyük bir risktir. Savaş vesilesiyle bunun önüne geçmeye gayret ettiler.
Genele bakıldığında Orta Asya, Altaylar’daki küçük Türk halklarının adları bölgesel olarak cumhuriyet ülkesi statüsünde bulunsa ve isimleri Türk olarak geçse de nüfusları çok düşük ve köy grubuna giriyorlar. Aynı zamanda, neredeyse kendi dillerini unutmuş bu topluluklar, Rusya’nın getirdiği yıkım ile zamanla asimile olmuşlardır. Bu da gizli bir soykırımdır. Kırım Tatarları nüfus olarak az sayıdalar ve Tatarca, Birleşmiş Milletlerce “dünyada tehlike altında olan diller” statüsünde. Bunlara baktığımızda ileride Kırım Türküyüm diye dolaşan insanlar olacaktır ancak bir devletleri, bir kimlikleri olmadıktan sonra neye yarayacaktır, bilinmez.
Bizler Kırım Tatarları olarak, sayımız az da olsa bağımsızlık ve hürriyet için son anımıza kadar mücadele vermeye devam edeceğiz. En nihayetinde devletleri kuranlar da bir avuç insanlardır. Hür ve bağımsız Kırım’ı görmeyi diliyorum.