Su, Orta Doğu’da tarih boyunca hem medeniyetlerin gelişiminde hem de devletlerarası rekabetlerde belirleyici olmuş bir unsur haline gelmiştir. Günümüzde ise su meselesi, sadece bir doğal kaynak sorunu değil, aynı zamanda güvenlik, enerji, tarım, göç ve jeopolitik rekabetin tam merkezinde yer alan stratejik bir faktör haline gelmiştir. Türkiye’nin sahip olduğu Fırat ve Dicle nehirleri üzerindeki hâkimiyeti, onu sadece bölgesel bir su aktörü değil, aynı zamanda Akdeniz güvenliği üzerinde dolaylı ama güçlü etkiler üreten bir stratejik oyuncu yapmaktadır. Bu nedenle su meselesini yalnızca Ortadoğu içindeki bölgesel düzeyde değil, aynı zamanda Akdeniz’deki enerji, göç ve güvenlik politikalarıyla bağlantılı bir bütün olarak analiz etmek gerekir. Çünkü bugünün Orta Doğu’sunda suya erişim mücadelesi, doğrudan ya da dolaylı olarak Avrupa Birliği’nin enerji stratejilerinden Rusya’nın nüfuz politikalarına, ABD’nin güvenlik çıkarlarından Çin’in Kuşak-Yol projesine kadar geniş bir yelpazeyi etkilemektedir.
Türkiye açısından bakıldığında su güvenliği meselesi iki eksen üzerinden şekillenmektedir. Birincisi, Fırat-Dicle havzası üzerinden Suriye ve Irak ile olan ilişkiler; ikincisi ise Nil havzasındaki gelişmelerin dolaylı olarak Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarlarına yansımalarıdır. GAP projesiyle birlikte Türkiye’nin Fırat ve Dicle üzerinde geliştirdiği baraj ve sulama sistemleri, Ankara’ya önemli bir jeopolitik kaldıraç kazandırmıştır. Irak ve Suriye’nin suya olan bağımlılığı, Türkiye’ye bu ülkelerle ilişkilerinde kritik bir koz vermektedir. Ancak bu durum, beraberinde sürekli bir gerginlik potansiyeli de taşımaktadır. Özellikle Suriye iç savaşı sırasında YPG’nin Fırat üzerindeki barajları kontrol etmeye çalışması, suyun bir güvenlik tehdidi olarak nasıl kullanılabileceğini göstermiştir. Aynı şekilde Irak’ta da merkezi hükümetin zayıflaması, su kaynaklarının yönetimini daha da karmaşık hale getirmiştir. Senaryolar üzerinden düşündüğümüzde, Türkiye’nin Fırat-Dicle üzerindeki hâkimiyetini üç farklı şekilde değerlendirmesi mümkündür. İlk senaryo, Ankara’nın bu hâkimiyeti yumuşak güç unsuru olarak kullanmasıdır. Bu durumda Türkiye, Irak ve Suriye ile ortak su yönetim mekanizmaları geliştirerek bölgesel iş birliği algısı yaratabilir ve kendini güvenlik sağlayıcı bir aktör olarak konumlandırabilir. İkinci senaryo, suyun sert güç unsuru haline gelmesi ve Ankara’nın özellikle Irak üzerinde baskı aracı olarak bu kozu kullanmasıdır. Bu yaklaşım kısa vadede Türkiye’ye üstünlük sağlasa da uzun vadede Arap ülkeleriyle kalıcı bir güvensizlik doğurabilir. Üçüncü senaryo ise Türkiye’nin suyu yalnızca kendi iç kalkınması için kullanması ve bölgesel iş birliği girişimlerini ikincil planda bırakmasıdır ki bu da Türkiye’nin Akdeniz’deki diplomatik manevra alanını daraltabilir.
Burada su havzalarındaki rakamsal göstergeleri de eklemek önemlidir. Örneğin Fırat Nehri havzası, yaklaşık 440.000 km² bir drenaj alanına sahiptir ve bu havzanın yaklaşık %28’ini Türkiye, %22’sini Suriye, %47’sini Irak paylaşmaktadır. Bu da demektir ki Fırat akışının önemli kısmı Türkiye’den doğrudan Suriye ve Irak’a geçmektedir. Ayrıca araştırmalar, akış rejiminin iklim değişikliği sebebiyle azaldığını göstermektedir. Bazı yerlerde Türkiye’nin baraj ve sulama projeleri nedeniyle Fırat’taki su akışının Suriye tarafında %40 civarında azaldığına dair raporlar vardır. Bu oran, su gerginliğinin pratik sonuçlarını çok somutlaştırmaktadır.
Nil havzasındaki dinamiklerde ise en kritik örnek, Etiyopya’nın inşa ettiği Büyük Etiyopya Rönesans Barajı (Grand Ethiopian Renaissance Dam, GERD) projesidir. Bu baraj, yaklaşık 5.150 MW kapasiteye sahip olacak şekilde planlanmış ve rezervuar kapasitesi 74 milyar m³ olarak hesaplanmıştır. Bu miktar, Nil’in yıllık akışının önemli bir kısmını kontrol etme potansiyeli taşımaktadır. GERD’ın faaliyete geçmesi, Mısır’ın hidrolojik kaynaklarını doğrudan etkilemektedir. Baraj, doldurma aşamasında ve işletme döneminde su akımlarını düzenleme potansiyeli ile Mısır ve Sudan’daki tarımsal kullanım ve enerji üretimini tehdit edebilir. Örneğin yapılan modellemelerde, barajın koordine edilmiş işletilmesi halinde Sudan’daki taşkın alarm günlerinin oranının, GERD olmadan %37’lik bir değerken, GERD ile %11’e kadar düşebileceği hesaplanmıştır. Bu, su akışlarının kontrol edilebilir bir araç olabileceğini göstermektedir.
Nil meselesi sadece hidrolojik değil aynı zamanda diplomatik ve jeopolitik bir çekişmeye dönüşmüştür. Etiyopya, barajın işletilmesi konusunda “zarar vermeme ilkesi” (no harm) yaklaşımını savunurken Mısır bu projeyi iç su güvenliğine yönelik doğrudan tehdit olarak görüyor. Mısır, Nil suyuna olan neredeyse tam bağımlılığı nedeniyle bu konuyu “varoluşsal kriz” olarak tanımlamaktadır. Bu gerilim atmosferi içinde Türkiye, doğrudan Nil kaynaklarına müdahale edemese de Mısır politikasına dolaylı etkiler yaratabilir. Örneğin Mısır’ın Akdeniz projelerinde enerji iş birliklerini geri çekme ya da rekabetçi hamleler yapma riski artabilir.
Bölgedeki su güvenliği çatışmaları, Türkiye’nin Doğu Akdeniz stratejisini doğrudan etkilemektedir çünkü su krizleri tarımsal üretim, iç istikrar, nüfus hareketleri ve elektrik üretimini sarsabilir. Örneğin, Mısır’daki kuraklık ve su kıtlığı baskısı, göç hareketlerini tetikleyebilir. Bu göçler de özellikle Libya ve Akdeniz güzergâhlarında Türkiye’nin göç politikalarını yeniden şekillendirebilir. Ayrıca, kuraklık ve iklim değişikliği etkisiyle Fırat-Dicle akımlarında %15–25’e varan azalma beklenmektedir. Bu, Suriye ve Irak ile su krizini daha hassas bir konu haline getirmektedir.
Senaryolarda, Türkiye’nin Fırat-Dicle üzerinde yumuşak güç modelini geliştirmesi durumunda, mesela ortak su izleme projeleri, su verimliliği teknolojileri transferi, sınır nehir akademik iş birlikleri gibi araçlarla bölgesel güven oluşturulabilir. Bu model, Türkiye’ye sadece su yönetimi üzerinden meşruiyet kazandırmaz, aynı zamanda Akdeniz’deki diplomatik köprüleri güçlendirir. Eğer sert güç modeli seçilirse, Türkiye su akışlarını kısma veya su noktalarında kısıtlamalar getirme gibi hamlelere yönelebilir ki bu da Suriye, Irak ve diğer aktörlerle gerilimlere yol açabilir ve diplomatik izolasyon riskini artırabilir. Bu seçene çok mümkün olmasa da her zaman bir ihtimaldir. Üçüncü senaryoda ise Türkiye su kaynaklarını kendi tarımsal ve enerji ihtiyaçları için önceliklendirirse, orta vadede bölgede iş birliği zeminleri zayıflar, Türkiye’nin “istikrar aktörü” imajı zarar görür, bu da Akdeniz’deki enerji projeleriyle bağlantılı diplomatik girişimlerini zayıflatır.
Nil hattında ise senaryolar şöyle detaylanabilir: Birinci senaryo, Etiyopya ile Mısır arasında uzun vadeli bir su işletim anlaşması yapılmasıdır. Bu senaryoda Mısır, su kaynaklarında görece garantiler alır ve Akdeniz’deki enerji iş birliklerinde yeniden manevra alanı kazanır ki Türkiye için bu, Mısır ile rekabetin dozunu düşürebilecek bir ortam yaratır. İkinci senaryo, Mısır’ın su kıtlığı baskısına karşı sert bir politika izlemesi, Nil’i askeri ve dış politika kozuna çevirmesidir; bu durumda Türkiye, Mısır’a karşı enerji projelerinde ve Doğu Akdeniz hattında daha agresif stratejiler izlemek zorunda kalabilir. Üçüncü senaryo, su krizi nedeniyle büyük göç akımlarının tetiklenmesidir. Mısır’dan Akdeniz sahillerine ve ardından Avrupa’ya yönelen göç baskısı Türkiye’nin göç yönetimi ve AB ile müzakere gücünü artırabilir. Bu durumda Türkiye’nin pozisyonu, su krizini müzakere kozuna dönüştürme kapasitesiyle doğrudan ilişkilidir.
Sonuç itibarıyla su güvenliği meselesi, Orta Doğu ve Akdeniz politikalarının giderek daha fazla iç içe geçtiğini göstermektedir. Fırat-Dicle’den Nil havzasına uzanan su rekabeti, Türkiye’nin sadece enerji ve güvenlik politikalarını değil aynı zamanda Avrupa ile ilişkilerini, göç yönetimini ve küresel güçlerle olan müzakerelerini doğrudan etkilemektedir. Önümüzdeki on yıl içinde iklim değişikliği, kuraklık ve nüfus artışı bu meseleleri daha da kritik hale getirecektir. Türkiye’nin bu süreçte atacağı adımlar, suyu sadece ulusal kalkınmanın değil aynı zamanda bölgesel istikrarın bir unsuru olarak görüp görmeyeceğine bağlı olacaktır. Eğer Ankara suyu yumuşak güç unsuru olarak değerlendirebilirse hem Orta Doğu’da hem de Akdeniz’de stratejik üstünlük sağlayabilir. Ancak suyu bir baskı aracı olarak kullanması durumunda kısa vadeli kazanımlar uzun vadeli kayıplara dönüşebilir. Dolayısıyla Türkiye’nin önünde kritik bir tercih bulunmaktadır.
Kaynakça
Ahmed, G., et al. (2025). A hybrid approach to evaluate sedimentation in large dams. Journal of Hydrology: Regional Studies,(60), https://doi.org/10.1016/j.xxx (pii: S2214581825004100)
Al-Ansari, N., Adamo, N., Sissakian, V. K., Knutsson, S., & Laue, J. (2018). Water Resources of the Euphrates River Catchment. Journal of Earth Sciences and Geotechnical Engineering, 8(3), 1-20.
Basheer, M. (2021). Cooperative operation of the Grand Ethiopian Renaissance Dam reduces Nile riverine floods. River Research and Applications, 38(3), 376-384. https://doi.org/10.1002/rra.3817
Economic Research Forum. (2021). The Grand Ethiopian Renaissance Dam and Egypt’s Water Security: Policy Options and Scenarios. ERF Policy Brief No. 1517. https://erf.org.eg/app/uploads/2021/12/1640259860_743_1198706_1517.pdf
International Hydropower Association. (2022). Ethiopia – Grand Ethiopian Renaissance Dam (GERD): The Grand Ethiopian Renaissance Dam is designed to trap 100 years of sediment inflow. Hydropower.org. https://www.hydropower.org/sediment-management-case-studies/ethiopia-grand-ethiopian-renaissance-dam-gerdİmam, A. (2025). Büyük Rönesans Barajı’nın açılışı ve Mısır ile Etiyopya arasında karşılıklı çıkar arayışı. Independent Türkçe. https://www.indyturk.com/node/765331
Kabbari, A. (2025). Etiyopya’nın Nahda Barajı hamlesi: Mısır’ın su güvenliği tehlikede mi?. Fokus+. https://www.fokusplus.com/odak/etiyopyanin-nahda-baraji-hamlesi-misirin-su-guvenligi-tehlikede-mi
Kar, A., & Mishra, V. (2019). Evaluating the changes in flood hazard in the Indian Himalaya: an integration of geospatial and hydrological modeling approaches. Natural Hazards, 98(1), 123-142. https://doi.org/10.1007/s11069-019-03512-5 (PMCID: PMC6374223)
Li, X., Zhang, Y., Wang, Y., Chen, S., & Liu, J. (2023). The impact of Turkey’s water resources development on the flow regime of the Tigris River in Iraq. Journal of Hydrology: Regional Studies, (48), https://doi.org/10.1016/j.somejournal.xxx (pii: S2214581823001416)
Massachusetts Institute of Technology. (2014). The Grand Ethiopian Renaissance Dam: An opportunity for collaboration and shared benefits in the Eastern Nile Basin (Amicus brief). J-WAFS, MIT. https://jwafs.mit.edu/sites/default/files/imce/publications/GERD_Report.pdf
NPA Syria. (2024). Turkey’s hydropolitics lowers water flows to Syria by 40%. NPA Syria. https://npasyria.com/en/114725/
Özpınar, Z.G. (2024). Mısır’ın Etiyopya-Somali Gerginliğine Müdahil Olması Türkiye’nin Stratejisini Etkiler Mi?. TUDPAM. https://tudpam.org/misirin-etiyopya-somali-gerginligine-mudahil-olmasi-turkiyenin-stratejisini-etkiler-mi/
Sultan, M., Yan, E., Abotalib, A. Z., Save, H., Emil, M., Elhaddad, H., & Abdelmalik, K. (2024). Watching the Grand Ethiopian Renaissance Dam from a distance: estimating seepage by combining remote sensing, hydrologic modeling, and field data. PNAS Nexus. https://doi.org/10.1093/pnasnexus/pgad219 (PMCID: PMC11214100)
Tandoğan, M., & Yücel, O. K. (2017). Nil’in paylaşılması meselesi: Hidro-diplomasi bağlamında Mısır, Sudan ve Etiyopya rekabeti. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (53), 107-120. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/331031
Fotoğraf: Anadolu Ajansı