Blog Yazılarımız

TUDPAM | Türk Dış Politikası Araştırma Merkezi > Analizler > Üç Normalleşme ve Üç Perspektif: İsrail, Suriye ve Mısır

Üç Normalleşme ve Üç Perspektif: İsrail, Suriye ve Mısır

Mehmet Babacan

Dış Politika Uzmanı

Giriş

Türkiye’nin Ortadoğu politikası; Türk dış politikasının genel prensipleri ve kapsamı içerisinde geçmişten günümüze iç ve dış siyasetteki çeşitli değişkenlerin etkisi altında şekillenmekle beraber bölgesel ve uluslararası sistemdeki gelişmelerden bağımsız bir seyir izlememiştir. Örneğin; 1991’deki Kuveyt Savaşı esnasında saldırgan Saddam rejimini caydırmak için ABD öncülüğündeki koalisyonla bir bütün halinde hareket eden Türkiye ilerleyen yıllarda Bosna ve Kosova’da vuku bulan savaşta da uluslararası hukuk çerçevesinde sistemin istikrardan yana tavır gösteren bir ülkesi olarak konumlanmıştır.[1] 2003-Irak’a Özgürlük Operasyonu (Operation Iraqi freedom) kapsamında ABD’nin işgaline uğrayan Irak’ta otoritenin sarsılmasıyla Türkiye sürekli “Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olduğunu” dile getirmiştir.[2] 2011 ve sonrasında yani Arap isyanlarıyla dönüşen bölgesel güvenlik mimarisinin etkisi altında Türkiye bu kez aynı şeyi Suriye için söylemiş ve Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana olup sınır kuşağı boyunca herhangi bir terör devleti/teröristan oluşumuna kesinlikle izin vermeyeceğini net olarak ifade etmiştir.[3]

Arap devrimlerinin etkisinin uzandığı Libya’daki (Bingazi) bir saldırıda büyükelçisini (Christopher Stevens) ve diğer diplomatik personellerini kaybeden[4] ABD’nin bu olayın ardından Ortadoğu bölgesindeki angajmanını azaltarak “geriden liderlik (leading from behind)” ve PKK/YPD gibi terör örgütleri üzerinden “vekil güç stratejisi (proxy warfare)” izleyerek bölgedeki etkinliğini yerel aktörlerle sürdürmeye çalışması hem Rusya, Çin gibi küresel aktörlere hem de İran, Türkiye ve İsrail gibi bölgesel aktörlere alan açarak anılan aktörler arasında jeopolitik bir güç mücadelesini doğurmuştur.[5] Bu rekabet ve hegemonya savaşının ortasında ve bölgesel gelişmeler paralelinde Türkiye’nin ilişkilerinde ciddi sorunlar yaşadığı ülkeler olan Mısır, İsrail ve Suriye gibi aktörlerle tekrar diplomatik ve siyasal ilişkilerini rayına oturtarak deyim yerindeyse “normalleştirmeye çalışması”; ilişkilerin birden çok katman ve dosyadan oluşan yapısının öyle göründüğü gibi kolay ve çabuk bir normalleşmeye izin vermemesi nedeniyle çetin bir süreci beraberinde getirmiştir.[6]  Türkiye’nin Mısır, İsrail ve Suriye ile ilişkilerini normalleştirmeye çalışması birbirinden farklı 3 perspektif ortaya çıkarmaktadır:

Mısır

Mısır ile normalleşme Ortadoğu’da Arap Baharı sonrası oluşan birçok unsurun dahil olduğu karmaşık ve zor bir denklemin başarıyla yönetilmesi ve çözülmesi ile gerçekleştirilmiş bir süreci kapsamaktadır. Esasen İhvan (Müslüman Kardeşler Hareketi/Cemaati) ideolojisine dayanan Mursi yönetimini 3 Temmuz 2013’te askeri bir darbeyle deviren General Abdulfettah el-Sisi rejimiyle ilişkiler söylemsel ve pratik düzeyde olumlu bir tablo çizmemiştir. Biraz da devrimlerin genel seyrine bağlı olarak ortaya çıkan bölgesel kutuplaşma ve bloklaşma dinamiklerinin de etkisiyle Mısır ve Türkiye 2013 sonrasında farklı güç koalisyonlarında yer almıştır. Ayrı saflarda yer alan bu iki aktörün Libya, Suriye, Yemen, Katar gibi jeopolitik mücadele ve kriz bölgelerindeki politika ve hamleleri de birbirinden farklı unsurlar taşımıştır. Yine İsrail-Filistin anlaşmazlığında da aktörler 2013 sonrası süreçte farklı taraflarda konumlanmıştır. Bölgesel ve uluslararası konjonktürün hızla değişmesi, azalan Amerikan angajmanının Ortadoğu’daki aktörleri dış ve güvenlik politikalarında yeni pozisyonlar almaya itmesi gibi nedenlere bağlı olarak bölgesel düzeyde diplomasi trafiğinin arttığı ve çeşitli ülkeler arasında yakınlaşmaların başladığı bir döneme girilmiştir. Bu çerçevede yıllardır bölgede birbiriyle mezhep temelli ayrışmaya bağlı olarak farklı politikalar izleyen ve bölgesel rekabete girişen Suudi Arabistan ve İran gibi aktörler tekrar diplomatik ilişkiler kurmuş; Ürdün’ün yanı sıra Bahreyn, Kuveyt, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi geleneksel körfez monarşisi olan ülkeler Suriye’deki Esad rejimiyle normalleşme adımları atmaya başlamıştır.[7]

Bölgedeki bu siyasal atmosferin de etkisiyle 2020’den itibaren Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkilerde bir normalleşme süreci gündeme gelmeye başlamış, aynı yılın ağustos ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye ve Mısır istihbarat kurumları arasında görüşmelerin gerçekleştiğine dair açıklaması iki ülke ilişkileri açısından bir dönüm noktası oluşturmuştur. Keza öteden beri siyasal alana yönelik ilişkilerin problemli yapısına rağmen her iki ülke arasındaki ekonomik, ticari ve toplumsal ilişkiler olağan seyrinde devam etmiştir.[8]

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2022 yılında Dünya Kupası’nı açılışına katılmak için gittiği Katar’ın başkenti Doha’da Mısır Cumhurbaşkanı el-Sisi ile selamlaşıp tokalaşması iki ülke arasında 2013’ten bu yana yaşanan soğukluk ve krizin de bitişini simgelemiştir.[9] 2024’te gerçekleştirilen Mısır ziyareti normalleşme politikasının tamamlanarak stratejik ortaklıklar geliştirme aşaması olarak yorumlanmış ve 12 yıllık gerginliğin ardından uzlaşmazlıkları aşan güçlü bir siyasi irade ortaya çıkmıştır. Erdoğan’ın Kahire ziyareti enerji, ticaret, yatırım ve savunma alanlarında yüksek düzeyli iş birliğinin gerçekleştiği bir dönemin kapısını aralamıştır.[10]

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 14 Şubat’taki Mısır ziyareti ile inşa edilen stratejik ortaklık Doğu Akdeniz’den Libya ve Gazze’ye kadar olan alanda ekonomik yatırımlara odaklanırken karşılıklı büyükelçi atamalarıyla siyasi ve diplomatik ilişkiler de rayına oturmuştur.[11]

İsrail

Türkiye’nin İsrail ile olan ilişkileri uzunca bir süre inişli-çıkışlı bir seyir izlemiş, çok ciddi krizlere sahne olmuş, siyasi ve diplomatik açıdan zor süreçlerden geçmiş ve büyük ölçüde Türkiye’nin Filistin politikası ekseninde şekillenmiştir. Türkiye, 1948’de kurulduğunda İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden biri olmasının ve siyasi, ticari, ekonomik birçok alanda ilişkiler tesis etmesinin yanında tarihsel süreçte İsrail’in izlemiş olduğu yasa-dışı işgal politikası, Filistinlilerin ibadet hürriyetini kısıtlayan eylemleri ve Gazze şeridine yönelik uyguladığı abluka çoğu kez Türk Dışişleri’nin tepkisiyle karşılaşmıştır.

Türkiye’nin geçmişte olduğu gibi bugün de İsrail ile olan ilişkilerini ve normalleşme hareketlerini “Filistinli mülteciler”, “Doğu Kudüs” ve “yerleşimciler” meselesi oluşturmaktadır. İki ülke arasında “Mavi Marmara baskını”, “sivil katliamlar”, “alçak koltuk krizi” gibi geçmişte çok ciddi bunalımlar ve kopma noktasına gelen ilişkiler söz konusu olsa da bugün İsrail, bölgedeki sayılı demokrasilerden biri olan Türkiye gibi bir aktöre dahası İran istihbaratına karşı vatandaşlarını kurtaran Türk devlet görevlilerine samimiyetle ve diyalogla yaklaşabilmektedir. Ne var ki, Türkiye, normalleşme sürecinden ayrı bir şekilde bağımsız Filistin’i ve iki devletli çözümü her zaman desteklemekte, Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın statüsü konusundaki hassasiyetlerini korumakta ve Şeyh Cerrah Mahallesi baskınlarında olduğu gibi Filistinli mültecilerin mülklerine ve diğer haklarına dokunulmamasını istemektedir. Türkiye’nin Kudüs üzerindeki hassasiyetinin farkında olan İsrail, Ukrayna Savaşı nedeniyle Rusya’nın Suriye’de oluşturacağı boşluğu Tahran’ın dolduracak olmasından ve Arap Baharı’nın başından beri bölge genelinde artan İran yayılmacılığından duyduğu endişe nedeni ile Türkiye’yle yakınlaşmaya daha çok istekli görünmektedir. Keza Mısır için geçerli olan “enerji dosyası” İsrail için de hatırı sayılır derecede önemdedir ve Tel Aviv yönetimi, “Leviathan” doğalgaz sahasındaki gazın Türkiye ile oluşturabileceği iş birliği sayesinde orta ve uzun vadede elde edeceği transfer imkânlarını önemsemektedir.

Ne var ki iki ülke arasında bu noktalar üzerinden ilerleyen normalleşme adımları 7 Ekim 2023 sonrasında bambaşka bir dönem girmiş, “El-Aksa Tufanı Operasyonu” sonrasında İsrail’in abluka altındaki Gazze’ye (Hamas’a) karşı başlatmış olduğu “Demir Kılıçlar Operasyonu” kapsamında sivil katliama girişmesi tüm uluslararası toplumun yanında Türkiye’nin de büyük tepkisini çekmiş, Güney Afrika tarafından Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) İsrail aleyhine açılan soykırım davasına Türkiye de dahil olmuştur.[12] 

Suriye

Aslına bakılacak olursa; Türkiye’nin artık hedefinden çıkardığı Esad rejiminin devrilmesi ihtimali, ABD’nin Ortadoğu coğrafyasında azalan angajmanı, patlak veren Ukrayna Savaşı, birçok Batılı aktörün (Kanada, Fransa, Çekya vb.) ve Ortadoğu’daki diğer siyasal sistemlerin (Suudi Arabistan, Ürdün vb.) Esad rejimi ile ilişkilerini normalleştirmeye başlaması gibi kısaca “konjktürel sebepler” olarak niteleyebileceğimiz küresel ve bölgesel siyasetteki gelişmeler Türkiye’yi Suriye politikasında yeni inisiyatifler almaya zorlamıştır. Bugün itibariyle mezkûr sebeplerden dolayı bu duruma tam anlamıyla bir “normalleşme” diyemeyeceğimiz gibi sürecin “normalleşmeye yöneldiği” tespitini yapabilmek için de sahadaki değişimlerin ne yönde olacağını kestirmek zor ve maharet gerektiriyor. Her ne kadar Suriye hava sahasında ve Wagner unsurlarıyla belirli bölgelerde etkin bir aktör olan Rusya, Ukrayna’nın işgaline bağlı olarak söz konusu coğrafyadaki taktik kapasitesi tartışmaya açılsa da Türkiye-Suriye ilişkilerinin normalleşme seyrine yöne verecek en önemli aktördür. Keza Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Şu anda Suriye’de attığımız her adımda bir defa biz güvenlik güçlerimiz, istihbaratımız, Millî Savunma Bakanlığımız olarak Rusya’yla irtibat halindeyiz. Arkadaşlarımız sürekli onlarla görüşme halindeler. Ben de Sayın Putin’le görüşmeler yapmak suretiyle bu süreci ‘sağlama bağlayalım’ diyoruz.” diyerek bu noktada Rusya’nın kilit rolüne vurgu yapmıştır.[13]

Şam rejimi ile Türkiye’nin olası bir görüşmesi bizzat Moskova’nın belirleyeceği bir yol haritası üzerinden ilerleyebilir. Tabii burada Astana Süreci’nin de önemli bir unsuru ve üyesi olan İran’ın tavrı da önem kazanmaktadır. Her ne kadar İran’ın rejim ile Ankara normalleşmesine gelinen aşamada sıcak bakmadığı söylenebilse de Rusya’nın İran’ı ikna etme ve bu konudaki politikasını yumuşatma yetisine sahip olduğunu belirtebiliriz. Çünkü mevcut Ukrayna Savaşı’nda İran’ın Rusya’ya verdiği destek ve yüzlerce İHA/SİHA’yı Rusya’ya göndermesi, Rus subaylarının İran’da eğitim alması, Rusya’nın nükleer müzakerelerdeki rolü vb. düşünüldüğünde, Suriye’deki Rus-İran ittifakının bu iş birliğinden etkilenmemesi olanaksızdır. Ayrıca yine Suriye hava sahasında etkin bir aktörken, bunu Ukrayna Savaşı ile İsrail’e kaptıran Rusya, bahse konu savaş nedeniyle ilişkilerinin gerildiği İsrail’in Suriye’deki -özellikle İran destekli milis ve gruplara yönelik-operasyonlarına eskisi kadar sessiz kalmamakta; bu da Suriye’deki vekâlet savaşlarında İran’ı rahatlatmış görünmektedir. İran’ın Şam-Ankara normalleşmesine dönük veto kartını aşmada bütün bunlar etkili unsurlar olmaktadır.

Gösterilerin başladığı 2011 yılında Suriye’nin üyeliğini askıya alan Arap Birliği’nin bölgedeki normalleşme hareketlerinin de etkisiyle Suriye’yi tekrar Birliğe dahil etmesi ihtimali gündeme gelmiştir. BAE, Bahreyn ve Suudi Arabistan Esad rejimi ile yeniden iletişim kurmaya çalışırken Cezayir gibi Kuzey Afrika ülkelerinden de Suriye’nin yeniden Arap Birliği’ne dönüşüne destek açıklaması gelmiştir. Şam rejimi ile bölge ülkelerinin normalleşme sürecine ivme kazandıran en önemli faktör, ABD’nin Trump yönetimi ile başlayan ve daha sonra Biden ile devam eden bölgeye yönelik angajmanındaki azalma ve başat güç rolünün erozyona uğraması olmuştur. ABD’nin 2003-Irak işgalinden bu yana bölgedeki askeri varlığıyla doğru orantılı olan ve bölge ülkelerine sunduğu güvenlik şemsiyesi ortadan kaybolurken stratejik olarak bölgede daha az görünür hale gelen ABD, mevcut konumunu Rusya, Çin gibi küresel aktörlere kaptırmıştır. ABD, Ortadoğu genelinde PKK/YPG ile çalışmak gibi maliyet açısından daha düşük gördüğü yöntemlerle askeri varlığını devam ettirmeyi tercih etmiştir. Bu durum, yukarıda adı geçen daha büyük/majör aktörlerin yanı sıra Türkiye gibi diğer bölgesel oyunculara/güçlere de alan açmıştır. Bölgedeki normalleşme trendine biraz bu açıdan bakmak gerekmektedir. Aynı durum diğer bölgesel güçler ve Arap ülkeleri için de geçerli olduğundan ABD’nin daha az görünür olduğu bir ortamda mevcut siyasal sistemler kendi dış ve güvenlik politikaları çerçevesinde olası iş birliği ve uzlaşma imkânlarını aramaya koyulmuşlardır. Bu ortamda diğer bölgesel konularda olduğu gibi Suriye konusunda da ifade ettiğimiz gibi yeni inisiyatifler almaya çalışan Türkiye, çözüme giden yolda konjonktürün de etkisiyle taktiksel değişiklik yapma ihtiyacı hissetmiştir.

Avrupa Siyasi Topluluğu’nun (AST) ilk toplantısı için gittiği Prag’daki temaslarına ilişkin açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüşmesinin mümkün olup olmadığına ilişkin bir soruya cevap verirken; “(…) vakti saati geldiğinde Suriye’nin Başkanı’yla da görüşme yoluna gidebileceğini” ifade etmiştir. Erdoğan devamında Türkiye’nin Suriye politikasındaki önceliklerinden bahisle (Kuzey Suriye’nin terör örgütlerinden temizlenmesi, Suriyeli mültecilerin dönüşünün sağlanması) günümüzde alt-düzeyde görüşmelerin yapıldığına işaret etmiştir. Yine 24 Şubat’ta başlayan Rusya-Ukrayna savaşından dolayı Suriye’de bazı adımların atılmasının geciktiğini vurgulayan Erdoğan, Suriye sahasındaki gelişmelerden Rusya ve İran’ın yanı sıra koalisyon güçlerinin de etkili olduğunu belirterek, başta ABD olmak üzere koalisyon güçlerinin terör örgütlerine araç ve silah desteğinde bulunduğunu sözlerine eklemiştir.

Türkiye’nin Suriye politikasındaki temel hedeflerinden olan mültecilerin güvenli geri dönüşünün sağlanması, başta YPG olmak üzere terörle mücadele ve kapsamlı siyasi çözümden hiçbir şekilde uzaklaşmadan sadece çözüme yönelik taktiklerde değişiklik yaptığından söz edebiliriz. Türkiye’nin halihazırdaki amacı Şam rejimi ile kademeli bağlantılar oluşturarak geleceğe dönük olarak pozisyonunu rahatlatacak hamlelerde bulunmaktır. Ancak Şam rejiminin YPG’yi birincil tehdit olarak görmemesi, sahada Suriyeli muhaliflerle 11 yıldır beraber varlık gösteren Türk güvenlik güçlerinin İdlib ve diğer askerî bölgelerde yaşayan Suriyeli nüfus nedeniyle aktif angajmandan geldiğimiz noktada geri adım atamayacak olması ve Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin güvenli geri dönüşüne dair henüz kapsamlı bir çözümün olmayışı tam bir normalleşmeden bahsetmemizin önünde duran en büyük engellerdir. Ankara-Şam normalleşmesine tam bir “normalleşme” diyebilmemiz için rejimle muhalifler arasında BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı çerçevesinde tam bir barışçıl çözüm ve siyasi uzlaşıya varılması gerekmektedir. Böyle bir mutabakatın sağlanmasının ardından Türkiye’nin tıpkı geçmişte Irak için olduğu gibi Suriye için de dile getirdiği Suriye’nin birliği ve toprak bütünlüğü çerçevesinde ilişkilerin yeniden tesis edilmesi mümkün olacak, iki ülke arasında 1998 Adana Mutabakatı temelinde terörle mücadele ve diğer konularda da siyasi iş birliği imkânı doğacaktır. Nihayetinde ise bölgesel bir aktör ve güç olarak Türkiye’nin Ortadoğu’daki İsrail, Mısır, Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkelerin yanında Suriye rejimi ile de karşılıklı güven ve iş birliğine dayalı “normal şartlarda” ilerleyen siyasi ve diplomatik ilişkilerinden söz etmek mümkün hale gelecektir.[14]

Suriye’de kalıcı bir barışın tesis edilmesi için gerek BMGK’nin 2254 sayılı Kararı çerçevesinde, gerekse de Astana Süreci ve Cenevre görüşmeleri kapsamında yeni anayasanın yazılması, seçimlerin yapılması ve geçici hükümetin kurulması büyük bir önem taşımaktadır. Ayrıca rejimin Türkiye ile normalleşmesi bakımından PKK/YPG varlığının bulunduğu bölgelerden ve Türkiye sınırına yakın konuşlandığı yerlerden tasfiye edilmesi gerekmektedir. Bu amaçla PKK/YPG ile mücadelede rejimin ve Ankara’nın ortak bir politika benimsemesi gerekirken, bunun nasıl gerçekleşeceği başlı başına önemli bir soru işaretidir. Çünkü YPG ile mücadelede Şam rejimine ne kadar güvenileceği önemli bir problemdir. Keza, YPG’nin yakın bir geçmişte Moskova arabuluculuğunda gerçekleşen müzakerelerde Esad rejimine muhaliflere karşı birlikte mücadele etmeyi teklif ettiği bilinmektedir. Hatta Türkiye’nin olası bir askerî harekâtına atıfla YPG’nin sözde lideri Mazlum Kobane “askeri operasyon durumunda Türkiye’ye karşı Suriye hükümet birlikleri ile koordinasyon içinde olacaklarını ve birlikte çalışmaya olumlu baktıklarını” dile getirmiştir.[15] Son olarak bugüne kadar 550 binden fazla dönüşün olduğu Suriye topraklarına Suriyeli mültecilerin güvenli geri dönüşün sağlanması hem iç/ulusal siyasetteki mülteciler üzerinden yürütülen algı ve dezenformasyon faaliyetlerine son vererek yaratılmaya çalışılan toplumsal kutuplaşmayı da ortadan kaldıracaktır. Uluslararası hukuk ve insani politika açısından ise savaş nedeniyle yerinden edilmiş ve insani yardıma muhtaç duruma gelmiş yüzbinlerin vatanlarında tekrar barış ve refah ortamında yaşamalarına imkân tanınacaktır. Türkiye’nin sorunlar ya da dosyalar üzerinden ilerleyebileceğine belirttiğimiz Şam rejimi ile olası bir yakınlaşması ve nihayetinde ilişkilerini “normalleştirmesi” bu üç temel konuda düğümlenmektedir. Düğümlerin çözülmesi Türkiye’yi barış, diplomasi, uluslararası hukuk ve sorumlu insani politika prensipleri çerçevesinde yürüttüğü dış politikası ile uluslararası siyasetin önde gelen aktörlerinden olarak bir kez daha öne çıkaracaktır.

Sonuç

Türkiye’nin Ortadoğu coğrafyasında yer alan ülkelerle ilişkilerini normalleştirmeye çalışması kendi stratejik özerkliği kapsamında dış politikasında almaya çalıştığı yeni inisiyatifler bağlamında içinden geçmekte olduğumuz küresel dönüşüm süreciyle de yakından alakalı bir durumdur. Özellikle Arap Baharı ayaklanmalarıyla beraber, Türkiye, kendisini bölgesel siyaseti şekillendirebilecek en önemli oyunculardan biri olarak konumlandırmış; ancak ortaya çıkan eksiklik ve krizler ekseninde birçok dış politika krizi ile baş etmek zorunda bırakmıştır. 2012-2016 yılları arasını hem bu eksikliklerinin farkına varma hem de durumu/sistemi algılama olarak geçiren Türkiye, 2016-2021 arasındaki dönemde kendini sistem ile adapte etmiş ve 2021’den itibaren ise yeniden konumlanma dönemine girmiştir. Dolayısıyla, yeni dönemde Türkiye’nin dış ve güvenlik politikası Rusya’ya, ABD’ye, Çin’e değil kendine endekslidir ve atacağı her yeni hamleyi bir lüks değil zorunluluk olarak değerlendirecektir. Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleri ile son dönemde giriştiği normalleşme ilişkilerine biraz da bu açıdan bakmak ve hiçbir ilişkiyi bir diğerinin ikamesi olarak görmemek gerekmektedir. Bütün aktörlerle farklı gündemler ve farklı yoğunlukta ilişkiye geçebilen Türkiye, böylesine esnek ve dinamik bir yaklaşımla stratejik özerkliğini artıracak ve çevresindeki jeopolitik boşlukları doldurabilecektir.[16]

Her ne kadar Arap devrimlerinin ardından “post-Amerikan” düzene giren Ortadoğu bölgesinde geçmişin mirası olumsuz ilişkileri düzeltmek için harekete geçen Türkiye’nin çabaları zaman zaman daha yoğun angajmanlar gerektireceği için geçmişte olduğu gibi yine “Ortadoğululaşma” ya da “eksen kayması” olarak nitelenecek olsa da bu normalleşme çabalarının konjonktür sonucu ortaya çıktığı ve yine ulusal çıkarlar ile ulusal güvenlik öncelikleri ön planda tutulduğu unutulmamalıdır. Ayrıca dış politikasının merkezine kendisini koyan Türkiye, nasıl ki Rusya ile olan ilişkilerini ABD ile olan ilişkilerinde bir denge unsuru olarak gözetmiyorsa, Ortadoğu’daki siyasal sistemlerle olan ilişkilerine de bu açıdan bakmaktadır. Sözgelimi, bölgede istikrar sağlayıcı bir aktör olarak Türkiye; İsrail ile olan normalleşmesini Suriye ile olan normalleşmesine ikame etmek amacında değildir ya da Suudi Arabistan ile ilişkilerin düzeltilmesini Mısır’la olan ilişkilerde dengelemek adına gerçekleştirmemektedir. Türkiye’nin bölgedeki normalleşme çabalarındaki tek amacı; Ortadoğu’nun son yıllarda içine düştüğü kronik istikrarsızlıktan kurtularak bölgesel güvenliğin

Kaynaklar

[1] Hatice Kübra Taban Efe, Körfez Savaşından 2000 Yılına Kadar Türkiye-ABD Stratejik Ortaklığının Savunmacı Realizm Bağlamında İncelenmesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Ticaret Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü-Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı, 2024, s. 45-60.

[2] Bilgay Duman, “Türkiye’nin Irak Politikası ve İlişkilerin Geleceği”, ORSAM, 06.11.2017, https://orsam.org.tr/tr/turkiye-nin-irak-politikasi-ve-iliskilerin-gelecegi/ (Erişim: 12.08.2024)

[3] T.C. İletişim Başkanlığı, “Cumhurbaşkanımız Erdoğan: “(Suriye) Biz bölgemizde bir teröristan kurdurmadık, kurdurmuyoruz ve asla kurdurmayacağız.” X, 05.07.2024, https://x.com/iletisim/status/1809182653519716532  (Erişim: 12.08.2024)

[4] Kılıç Buğra Kanat ve Alexander Chreky, “Libya’da Amerikan Varlığı”, Libya Krizi: Bölgesel ve Küresel Aktörlerin Politikaları, ed. Burhanettin Duran-Muhittin Ataman, SETA Vakfı Yayınları, İstanbul: 2020, s. 136.

[5] Neşe Kemiksiz, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Ortadoğu’da Gelişme Dinamikleri”, XI. Uluslararası Uludağ Uluslararası İlişkiler Kongresi Tam Metin Kitabı, ed. Tayyar Arı- Muzaffer Ercan Yılmaz, Bursa: 2019, ss.75-98.

[6] Sözgelimi; “Suriye ile normalleşme” konusu ele alındığında; Amerikan desteğini arkasına alan PKK/YPG varlığının ve bölgedeki terör riskinin minimize edilmesi, Suriye topraklarında asgari yaşam koşullarının ve devlet otoritesinin tesis edilerek mültecilerin onurlu ve gönüllü geri dönüşünün sağlanması gibi birçok dosya karşımıza çıkmakta bu da “normalleşme süreçlerine” rasyonel yaklaşarak fazla anlam yüklememek gerektiğini göstermektedir. bkz: Ferhat Pirinççi, “Türkiye Açısından Suriye ile Normalleşme Mümkün mü?”, Haber 7, 03.07.2024 https://www.setav.org/ara/turkiye-acisindan-suriye-ile-normallesme-mumkun-mu (Erişim: 12.08.2024)

[7] Mehmet Rakipoğlu, “Görüş: Arap Devletleri Esed ile Normalleşme Sürecinde”, Anadolu Ajansı (AA) Analiz, 07.04.2023 https://www.aa.com.tr/tr/analiz/gorus-arap-devletleri-esed-rejimiyle-normallesme-surecinde/2866116 (Erişim: 12.08.2024) ve

Mehmet Rakipoğlu, “Suud’un Suriye Politikasındaki Radikal Değişim”, ORSAM, 14.05.2021 https://www.orsam.org.tr/tr/suudun-suriye-politikasindaki-radikal-degisim/ (Erişim: 12.08.2024)

[8] İsmail Numan Telci, “Türkiye’nin Mısır Politikası 2020”, Türk Dış Politikası Yıllığı 2020, ed. Burhanettin Duran, Kemal İnat, Mustafa Caner, SETA Vakfı Yayınları, İstanbul: 2021, s. 449.

[9] “Türkiye ve Mısır arasında normalleşme: 2013’ten bugüne neler yaşandı?”, BBC News Türkçe, 23.11.2022, https://www.bbc.com/turkce/articles/cyxen30w0pvo (Erişim: 13.08.20224)

[10] Burhanettin Duran, “Normalleşmeden Stratejik Ortaklıklara Gidişin Son Halkası”, Sabah, 17.02.2024, https://www.setav.org/ara/normallesmeden-stratejik-ortakliklara-gidisin-son-halkasi (Erişim: 13.08.2024)

[11] Bu kapsamda Türkiye’nin Kahire büyükelçisi olarak Salih Mutlu Şen atanırken, Sisi Mısır’ın Ankara büyükelçiliğine Amr el-Hamami’yi atamıştır. “Türkiye ve Mısır’ın karşılıklı büyükelçi atama süreci tamamlandı”, TRT Haber, 23.07.2023 https://www.trthaber.com/haber/dunya/turkiye-ve-misirin-karsilikli-buyukelci-atama-sureci-tamamlandi-783560.html (Erişim: 13.08.2024)

[12] Turkey submits ICJ bid to join South Africa’s genocide case against Israel”, AlJazeera, 07.08.2024 https://www.aljazeera.com/news/2024/8/7/turkey-submits-icj-bid-to-join-south-africas-genocide-case-against-israel (Erişim: 13.08.2024)

[13], “Erdoğan: Vakti geldiğinde Suriye’nin Başkanı’yla görüşme yoluna gidebiliriz”, BBC News Türkçe, 06.10.2022, https://www.bbc.com/turkce/articles/c725jl5rgyvo (Erişim: 13.08.2024).

[14] Murat Yeşiltaş, “Türkiye Suriye politikasını değiştiriyor mu?”, Sabah, 20.08.2022.

[15] Oytun Orhan, “Rusya-Ukrayna Savaşı Sonrası Değişen Dengeler: Suriye’de Kördüğüm Çözülebilir mi?”, Kriter, Yıl: 7, Sayı: 70, Temmuz-Ağustos 2022, ss. 90-92.

[16] Ferhat Pirinççi, “Dönüşen Sistemde Türkiye’yi Yeniden Konumlamak”, Kriter, Yıl 6, Sayı: 61 (Ekim 2021), ss. 28-31.

Webinara
Kayıt Ol !

Son 2 Gün